Allahumme salli ala Muhammed’in ve Al-i Muhammed ve accil ferecehum vel an ada ehum. Okuyun! Ziyareti Aşura Ziyareti Aşura Ziyareti Aşura. Okuyun! Ziyareti Camieti Kebire Ziyareti Camieti Kebire Ziyareti Camieti Kebire. Kılın! Gece Namazı Gece Namazı Gece Namazı. ( İmam Mehdi Eccelallahu Taela Ferecehu Şerif )

13 Aralık 2009 Pazar

NEHC-UL BELAGA





1. Hutbe

Hamd olsun Allah’a ki söz sahipleri onu övüp methine ulaşamazlar ve sayıcılar onun nimetlerini sayıp bitiremezler. Ve onun hakkını hiçbir müçtehit ( son gücünü kullanan) eda edemez. Yüce himmetler onun idrakine varamazlar. Ve derin düşünce sahibi insanlar ona ulaşamazlar. Onun sıfatı için bir sınır yoktur. Ve onun sıfatını anlatacak bir mana da yoktur. Sayılı ve sınırlı bir vakti de yoktur. Ve uzatılmış bir zaman dilimi de yoktur. Ölçülmüş biçilmiş bir zaman da yoktur. Mahlûku kudretiyle yarattı ve rüzgârları kendi rahmetiyle yaydı. Ve yeryüzünü dağlarla çiviledi. Dinin evveli onu tanımaktır. Tanımanın kemali onu tasdik etmektir. Tasdik etmenin kemali onun tevhididir. Tevhidin kemali ihlâstır. İhlâsın kemali de ondan sıfatları nefyetmektir. Çünkü her sıfat sıfatlandırılandan gayrıdır. Sıfatlandırılan da kendisinin sıfat olmadığına işaret eder. Kim Allah’ı vasfederse onu yaklaştırmış olur. Her kim onu yaklaştırsa ikilemiş olur. Her kim iki bilse parçalara ayırmış olur. Her kim parçalara ayırsa onun hakkında cehalete düşer. Her kim onun hakkında cehalete düşse ona işaret eder. Kim ona işaret etse sınırlar. Her kim onu sınırlasa onu sayıya döker. Her kim “ O nerede?” derse onun için bir mekân karar kılmış olur. Ve neyin üstünde derse başka yerleri ondan boş bilmiş olur. Her kim “ Nerededir?” derse onu bir yere sığdırmış olur. Vardı öncesi olmaksızın. Vardı ama yokluktan değil. Her şeyle birliktedir ama onlarla yakın ve iç içe değil. Ve her şeyden ayrıdır farklı ve zıt olarak değil. İş görendir ama hareketle ve aletle değil. Görendir mahlûkundan ona bir görünen olmadan (mahlûkun ilimden vücut sahnesine gelmemiş hali). Vahidtir birdir, biriyle üns (ülfet alışkanlık) kurmamıştır ki onun yokluğuyla da vahşete düşsün. İnşa etti mahluku güzel bir inşa ile. Ve başlattı güzel bir başlangıçla, düşünmeden, düşünceye dalmadan, bir tecrübeden faydalanmadan. Ve bir hareket ortaya çıkarmadan ( hareket etmeden harekete dayanmadan). Ve hiçbir çaba harcamadı ki yorgunluk hissetsin ve ızdıraba düşsün. Her şeyi kendi vaktinde karar kıldı. Zıtlıklarını ve ihtilaflarını birbirine yaklaştırdı. Ve onların her birine has tabiatlar (huy fıtrat) verdi. Ve onlara suretlerini bağışladı. Yaratmadan ve başlatmadan öncede bunlara âlimdi. Ve bunların sınırlarını, başlangıçlarını sonlarını ve intihasını bilirdi. Ve onların nefislerinde canlarını da bilirdi. Ve onların yanlarını ve yönlerini de bilirdi.Ve sonra havanın yarıklarını yarattı. ( yarıkları, katmanları, tabakaları) havayı katmanlar halinde ve etrafını yarılmış bir halde yarattı. Yere ve göğe ulaşan havayı yarattı. Ve orada oldukça çalkantılı olan dalgalı suları yaratıp akıttı. Ve birbiri üzerine yığılmış dopdolu bir halde yarattı. Asife ( şiddetli bir rüzgâr ) rüzgârının sırtında taşıdı onu. Ve Gasife ( her şeyi yerinden söküp çıkaran rüzgâr ) ile sürükledi onu. Ve havayı engelleyip kendi sınırını aşmaması suyu kendi yerinde dengede tutması için rüzgâra emretti. Hava onun altından yarılmış ve bölünmüştür. Cereyan halindedir. Ve su da o rüzgârın üstünde revan bir halde akmakta ve dökülmektedir. Sonra münezzeh olan Allah kurutucu bir rüzgâr yarattı ve onun esişini sürekli kılıp kendi mekânında devamını sağladı. Ve onu şiddetli olarak estirdi kendi mecrasından ( akış yönü) ve onun başlangıç yerini uzaklaştırdı. Dopdolu suyun yükselişini ve alçalışını devam ettirsin ve onun çalkantısını çoğaltsın ve denizleri çalkalayıp dalgalandırsın diye o rüzgara emretti. Açık bir fezada esiyormuş gibi onu yayığın sallanması gibi salladı ve o suyun evvelini sonuna ulaştırdı. Ve o suyun sakin olanını çalkantılı bir hale getirdi. Şiddetle çalkalayarak fırtınaya çevirdi. Köpüğünü birbiri üzerine yığıştırdı. O köpüğü açık ve geniş havada yükseltti. Ve ondan yedi göğü yarattı. Ve o yedi göğün altına önü alınmış ve engellenmiş bir dalga bıraktı. Onun üstüne korunmuş ve yükseltilmiş bir tavan yaptı.Çivisiz ve sütunsuz bir şekilde onu dikti ve kurdu. Ve sonra gezegenlerle ve yıldızların ışığıyla o yedi göğü süsledi. Ve hareket halinde bir felek ve seyreden bir tavan ve ağırlıktan arındırılmış hafif olan Ragim’in (gemi, bir felek ismi) içinde ışık saçan nurlu bir ay ve bir güneş karar kıldı.Sonra üstteki yüce gökler arasını yardı, açtı ve çeşit çeşit meleklerle doldurdu. O meleklerden bir kısmı secde halindedirler, rükû etmezler. Ve bir kısmı rükûdadırlar kıyama durmazlar. Bir gurup daima sıra düzen halinde saftadırlar. Bıkıp yorulmadan tesbih ederler. Asla uyumazlar. Onlarda unutkanlık, bedenlerindeyse gevşeklik ve tembellik yoktur. Bir kısmı Rablerinin vahyinin eminidirler. Resullerine doğru konuşan dildirler. Rablerinin emrini, taktir ve kazasını mahluklara ulaştırıp uygulayandırlar. Bir kısmıysa kulları için koruyucudurlar. Bir kısmı cennet kapılarının hizmetçileridir. Bir kısmının ayakları yeryüzünde sabittir. Boyunları da yüce olan gökyüzündedir. Vücutları gökyüzünün dışına saçılmıştır, kapsamıştır, kaplamıştır omuzları arşı taşımaya uygun bir haldedir. Azamet ve heybet karşısında gözleri aşağı dikilmiştir, kanatlarıyla da kendilerini örtmüş bir haldedirler. Onlarla diğerleri arasında izzet hicapları ve kudret örtüleri vardır. Rablerini tasvirle düşünüp, vehme düşmezler, yaratılmışlara ait sıfatları Rablerine isnat etmezler. Onlar Rablerini mekânla sınırlamazlar. Ne bakışla ne de fikirle ona işaret etmezler.Sonra Münezzeh olan Allah Celle Celaluh yeryüzünün sert, yumuşak, tatlı ve tuzlu toprağından bir miktar aldı. Saflaşıp halis oluncaya dek ona su döktü. Islaklık ve nemle yapışkan ve sert bir hale gelinceye dek karıştırdı. Ve o topraktan birbirine bağlı ve birbirinden ayrı, bağlantıları, yanları ve yönleri olan bir suret yarattı. O’nu sıklaştırıp sert bir hale getirdi, öylesine ki eğer onun üzerine rüzgâr esseydi ses çıkartırdı. Ve onu sayılı bir vakit ve belli bir zamanda bekletti, ona kendi ruhundan üfledi ve sonra insan şekli verdi. Ve O’na kullanabileceği bir zihin, tasarruf edebileceği bir fikir, işinde istifade edeceği uzuvlar ve evirip çevireceği aletler bahşetti. Hakla batılı ayırt edebileceği bir marifet, tatları, kokuları, renkleri ve diğer şeyleri tanıyabileceği duyular verdi. Muhtelif renklerle iç içe karıştırılmış ve birbirine uyumlu, zıt ve serkeş, karşıt ama birbiriyle yan yana konulmuş tabiatlarla yarattı. Sıcağı soğukla, kuruyu yaşla uzlaştırdı. (Bu sözden sonra orada bulunanlar hayrete düştüler) Ve sonra şöyle buyurdu: Allah-u Teala meleklerini bir araya toplayıp onlardan Hz Âdem’e secde etmeleri, huşuyla yaklaşmaları, ikram ve saygıda kusur etmemeleri hususunda aldığı ahdi eda etmelerini istedi. Sonra Münezzeh olan Rab şöyle buyurdu: “Âdem’e secde edin!” ve meleklerin tamamı Âdem’e secde etti, İblis hariç. Kibirlendi ve katı kalbi O’na galip geldi. Ateşten yaratılanı aziz ve topraktan yaratılanı aşağı ve hor saydı. Ve sonra Allah-u Teala gazaba müstahak olan İblis’e imtihanını tamamlayıp vaadini yerine getirmesi için mühlet verdi ve şöyle buyurdu: Sen belirli bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin. Ve daha sonra Subhan olan Rab Hz. Âdem’e korkusuz ve âmânda olan, rahatlık ve ferahlık bulabileceği bir yurt verdi. Şeytan ve düşmanlığı hususunda O’nu uyardı. O alçak bir düşmandır. Ama İblis Hz. Âdem’in yüce bir makamda (cennette) seçkin olanlarla yaşayışını kıskandı ve O’nu aldattı. O’nun yakinini şüpheye, azmini gevşekliğe çevirdi. Ve O’nun rahatlığını korkuya, gafletini de pişmanlığa dönüştürdü. Ve sonra Münezzeh olan Allah Hz. Âdem’e tövbe kapısını açtı. Ve rahmet kelimesini onunla buluşturdu. Ve sonra O’na cennete dönüş vadesi verdi. Ve O’nu, zürriyetini ve neslini devam ettirmesi için imtihan diyarına indirdi.Ve sonra Rab onun çocuklarından peygamberler seçti. Risaletini ve emanetini tebliğ etme hususunda onlardan vahiy diliyle ahd aldı. Ama yaratılmışların çoğu bu ahde vefa etmeyip değiştirdi. Ve onun hakkı hususunda cehalete düştüler. Ve ona ortaklar koştular. Ve şeytanlar onları rablerinin marifetinden vazgeçirip alıkoydu. Onun ibadetinden onları uzaklaştırdı. Fıtratında ki ahdi onlara bildirip eda etsinler diye Ve unutulmuş olan nimetini onlara hatırlatsınlar diye. Tebliğ yoluyla hücceti onlara tamam etsin diye. ve onlar için akıl definelerini uyandırsın faaliyete geçirsinler diye ve onlara güçlü ayetleri göstersinler diye üzerlerine yükseltilmiş tavanı, ve ayakları altına serilmiş yeri, onları hayatta tutan, yaşam vesilelerini, onları yok eden ecel ve zamanı, onları yaşlandıran hastalık ve dertleri ve başlarına birbiri ardına gelen olayları hatırlatsınlar diye onlara Resuller ve ardından Nebiler gönderdi. Münezzeh olan Allah mahlûkatına sürekli olarak nebi, nazil olmuş kitap, lazım olan hüccet göndermiştir. Ya da gaim olmuş, dikilmiş deliller sunmuştur. Onları asla Nebisiz Kitapsız ve hüccetsiz bırakmamıştır. Gönderdiği resullerin azlığı ve kendilerini yalanlayanların çokluğu onların işlerinde kusur etmelerine sebep olmamıştır. Önce ki kendisinden sonra kini bildirmiştir. Sonra ki de kendisinden önceki tarafından tanıtılmıştır. Bu hal üzere asırlar ve zamanlar geçip gitmiştir. Geçip giden babalar ardından evlatlar yaratılmıştır. Münezzeh olan Allah, kendi nübüvvetini tamamlamak ve ahdini yerine getirmek için Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’i mebus etmiştir. Ve bütün nebilerden onun için ahd almıştı. Ve onun nişanesi işareti ismi ve sıfatı onlarca meşhurdu. Ve onun veladeti kutlu ve kerimdi. Ve bugün de yeryüzü halkı çeşitli milletlere, ırklara bölünmüşlerdi. Ve etrafa yayılmış istekler heva ve heveslere bürünmüşlerdi. Ve çok gruplu taifelere bölünmüşlerdi. Allah’ı kendi mahlûkuna benzetmişlerdi. Onun isminde inkâra küfre düşmüşlerdi. Ve ondan başkasına da işaret etmişlerdir. Ve hidayet etti onları. Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve selem vasıtasıyla. Zelaletten kurtarıp hidayet etti ve onun hürmetiyle halkı cehaletten kurtardı. Sonra Münezzeh olan Allah Hz Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e kavuşmayı irade etti kendi yanında olanı o’nun için isteyip razı oldu. Ve Dünya evinden almakla O’na ikramda bulundu. O’nu belalar diyarından çekip almayı arzu eti. Ve sonra O’na ikram ederek kendi katına aldı. Nebilerin kendi ümmetlerine halife tayin etmeleri gibi O’da kendi ümmetine halife tayin etti. Zira nebiler kendi ümmetlerini başıboş bırakıp onları ihmal etmemişlerdir. Onlara açık olan bir yol gaim edilmiş hidayet edici bir nişane bırakmışlardır. Rabbinizin kitabı sizlerle birliktedir. Helal ve haramlarını beyan etmektedir. Farzlarını da apaçık bildirmektedir faziletli işlerini de. Öncekinin hükmünü kaldıran ayeti de hükmü kaldırılan ayeti de açıklamıştır. Ruhsat verilenleri de bildirmiştir ruhsat verilmeyenlerini de bildirmiştir. Özel olanını da genel olanını da açıklamıştır. İbretli olanları da, verilmiş misalleri de açıklamıştır. Mutlak ve sınırsız olanını da, mukayyet ve sınırlı olanı da bildirmiştir. Muhkem olanı ve müteşabihi de bildirmiştir. Mücmel ( manası net olmayan) olanını da tefsir etmiştir, manası çok karışık ve derin olanını da beyan etmiştir. İlminin bilinmesi hususunda ahit aldığını da bildirmiştir. Ve kullar arasında cehaletine ruhsat verilmiş olanlarını da. Kitapta farzı sabit olan ve sünnetle hükmü kaldırılanı da bildirmiştir. Sünnetle vacip edilip kitapta terkine izin verilmiş hükümler vardır. Bir dönem hükmü vacip olanı da bildirmiştir sonraki dönemlerde hükmü geçen vacibi de beyan etmiştir. Ateş ve cehennem vaadi verilen büyük günahları da bildirmiştir. Ve bağışladığı kötü günahları da ve en aşağı seviyede yapınca kabul edileni de bildirmiştir. En yukarı seviyede yapılabilmesine de ruhsat verilmiştir.(Aynı hutbeden) Ve farz etti haram olan beytin haccını. Ve orayı halk için kıble tayin etti. Hayvanlar gibi oraya girerler ve güvercinler gibi oraya sığınırlar. Münezzeh olan Rabb kendi İzzet’ine ikrar ve Azamet’ine karşı tevazu etsinler diye orayı alamet ve nişane olarak karar kıldı. Yarattıkları arasından bir kısmını seçti onlar O’nun davetini işitip icabet ettiler. Onlar O’nun kelimesini tasdik ettiler ve nebilerin durdukları yerde durdular. Ve arşını tavaf eden meleklerine benzediler. İbadet pazarında kar üstüne kar ettiler. O’nun bağışlanma vaadinde bulunduğu yerlere yöneldiler. Münezzeh olan Allah-u Teala orayı İslam için alamet ve sığınanlar içinde harem olarak karar kıldı. Haccını farz eyledi ve onun hakkını tanıyıp korumayı vacip etti. Ve sizleri orayı ziyaret etmeniz için davet etti. Münezzeh olan Rabb şöyle buyurdu: ‘’Halkın içinden güç ve imkânı olanlara oranın haccını vacip etti. Her kes yüz çevirir küfre düşerse Allah âlemlerden müstağnidir’’ Al-i İmran 97



2. Hutbe
Sıffın’dan döndükten sonra buyurdular.

Nimetini tamamladığı için, O’nun izzetine boyun eğdiğim için ve O’na karşı günah ve isyandan korunduğum içim Allah’a hamd ederim. Yokluktan ve fakirlikten korunmak için O’nun lütfünden yardım dilerim. Gerçekten de O hidayet ettiğini saptırmaz. O’na karşı düşman olanı kurtuluşa erdirmez. Lütfedip ihtiyacını giderdiği kimse yokluğa ve darlığa düşmez. O’nun lütfedip kifayet etmesi tartılabilir her şeyden daha ağır ve değerlidir ve biriktirilen şeylerden daha faziletlidir. Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, birdir ve ortağı yoktur. İhlâsı sınanmış inanç ve itikadı saflaşmış kişinin şahadetiyle ikrar ediyorum. Ebedi olarak ve baki kaldığımız sürece bu şahadete tutunuruz. Bunu zorluk ve korkuların bizi bulacağı gün için biriktiririz. Gerçekten de bu imanın gerekli olan azmi ve ısrarıdır. Güzellikler ve iyiliklerin başlatıcısıdır. Rahmanın rızasını sağlayan ve şeytanı kovan bir silahtır. Ve şahadet ederim ki Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem O’nun resulüdür. O’nu tanınmış ve meşhur olan bir dinle açık ve net olan alametlerle yazılmış bir kitapla, her yeri aydınlatan bir nurla, parıl parıl parlayan bir ışıkla ve sabah güneşi gibi parlayan bir emirle gönderdi. Şüpheleri yok etmek için apaçık beyanlarla huccet ve delil sunarak, ayetlerle uyararak kötü akıbetlerden ve belalardan korkutarak. Ama halk fitneler içerisindeydiler, din ipi orada incelip kopmaktaydı. Yakin direkleri sarsılıp yıkılmaktaydı. Dinin aslında olmayanlar dine girmiş ihtilaflar olmuştu. İşler karışmış, darmadağın olmuştu. Kurtuluşa çıkan yollar daralmıştı. Hakikati görecek gözler körleşmiş, hidayet değersiz sayılmakta, körlük her tarafı kaplamıştı. Rahman’a karşı isyan edilmekte şeytana ise yardım edilmekteydi. İman hor, hakir görülmekte, direkleri kırılıp dökülmüş nişaneleri ve yolları tanınmaz hale gelmişti. Dinin yolları mahvedilip dini bir arada tutan bağ unutulup yitirilmişti. Şeytana itaat edilmekte, istediği yollara girilmekte ve onun kaynaklarına girip susuzluklarını gidermekteydiler. Şeytanın sancağı onlarla dikilmiş, bayrakları göndere çekilmişti. Öylesine bir fitne ki ayakları altında onları eziyor ve tırnaklarıyla paramparça ediyordu. Şeytansa sevincinden toynakları üzerine dikilmişti. Halk sapıtmış, şaşkın, perişan ve rehavet girdabına düşmüşlerdi. Hayırlı bir yerde, kötü komşularla, uykuları uykusuzluk gözlerine sürdükleri sürmeler gözyaşları olmuştu. Âlimler susturulmuş cahillere saygı duyulup başa oturtulmuştu. Ehli Beyt Aleyhimusselam hakkında buyurdular: “ Onlar Allah’ın sırrının karargâhı, emrinin sığınağı, ilminin heybesi, hükümlerin mercisi, kitaplarının korunduğu yer dininin dağlarıdırlar.” Dinin beli bükülüp, titreyip sarsılırsa onlarla doğrulur. Halk ise fitne fesat tohumları ektiler. Yalan ve hilelerle suladılar. Helak olup azaba duçar olmayı seçtiler. Bu ümmetten hiç kimse Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ve Ehli Beyt’i ile kıyaslanmaz. Ehli Beyt Aleyhimusselam’ın nimetleri ile hayat bulanlar onlarla asla bir olmaz. Dinin aslı esası ve temeli onlardır. Yakin direkleridir onlar. Öne geçenler geri dönüp gelirler. Gelecek olanlar da varıp onlara kavuşurlar. Vilayet hakkının özellikleri onlar içindir. Vasiyet ve miras da onlardadır. Şimdi artık hak ehline geri döndü. Taşınması gereken yere taşındı.



3. Hutbe
(Hutbet-ul Şikşigiyye)


Falanca ( Ebu Guhafe’nin oğlu ) onu ( hilafeti ) bir gömlek gibi giyindi. Ama o iyi biliyordu benim hilafetteki yerim, milin değirmen taşına olan nispeti gibidir. Sel benden süzülüp akar, hiçbir kuş bana doğru yükselemez. Onunla arama perde çektim, derin derin düşündüm, hilafetten yüz çevirip onu koltuğumdan attım. Kesilmiş elimle hamle mi edeyim yoksa ihtiyarları yıpratıp çürüten, çocukları kocaltan, müminlere Rabb’lerine erişinceye dek azap veren bu körleşmiş karanlığa sabır mı edeyim. Sabretmeyi uygun gördüm gözümde diken boğazımda kemik böylece bekledim. Mirasımın gasp edilip yağmalandığını gördüm. Birincisi yoluna yürüdü gitti ve hilafeti kendinden sonra falancanın boynuna attı. (Daha sonra E’şa’nın şu beytini buyurdu). Benim günümle Cabir’in kardeşi Heyyan’nın günü benzeşir mi? Ben sıcak güneşin altında deveye binmişken o uyuya kalmış. Ne kadar şaşılacak şey kendi hayatında hilafete layık olmadığını der dururdu ve istifa etmek isterdi ölünce onu ötekine bıraktı. Bir devenin iki memesine sarılır gibi hilafeti aralarında paylaştılar. Birincisi hilafeti düz olmayan sert bir yere attı. Sözü kaba ve inciticiydi onunla görüşmek isteyeni azarlar, sert ve kırıcı olurdu. Şüphe ve sallantısı çoktu, buna karşılık getirdiği özürler sınırsızdı. Onunla arkadaşlık eden ram edilmemiş bir deveye binmiş gibiydi. Yularını çekse burnu yırtılıp parçalanırdı. Onu kendi gidişine bıraksa üstündekini helak olacağı uçuruma atardı. Allah’a and olsun ki onun döneminde halk büyük belalara ve musibetlere duçar oldu. Hidayet yolundan çıkıp sapıklık yoluna girdiler. Renkten renge büründüler. Yönlerini terse çevirdiler. Geçen uzun zamanda şiddetli belalara ve musibetlere sabrettim. Derken buda yoluna koyulup gitti. Hilafeti de guruba (şuraya) bıraktı. Beni de o kişilerden biri gibi sandılar. Allah’a and olsun ki nasılda berbat bir şuraydı. Onlar benim hakkımda öylesine şüpheye düştüler ki beni birincileri kadar da görmeyip bu topluluğa eş ettiler. Oysa ben onlarla inip onlarla çıktım. Onlardan birisi kendi kin ve hasedine uyup sapıttı. Diğeri damadına meyledip yoldan çıktı. Dile bile getirilmesi kötü olan nice şeyler yaptılar onlar. Sonra kavmin üçüncüsü dikildi. İki tarafı da şişkin ve yelle doluydu. Otladığı yerle boşalttığı yer arasında vaktini geçirirdi. Babasının oğulları da onunla iş ortağı oldular. Devenin bahar otlarını yemesi gibi Allah’ın malını yediler. Onun da sonu gelip çattı. Kendi işleri ölümünü hazırladı. Yemekle dolu şişkin karnı onu alaşağı edip helak etti. Ansızın halkın sırtlanın boynundan çıkıp üst üste biriken kıllar gibi üstüme üşüştüklerini gördüm. Her taraftan üstüme doğru geldiler. Öylesine izdiham oluştu ki neredeyse İmam Hasan Aleyhisselam ve İmam Hüseyin Aleyhisselam ezilecekti. Bu kargaşada elbiselerim parçalanmış böğürlerim ezilmişti. Koyunların ağıla doluşması gibi etrafımda toplandılar. İşe koyulduğum zaman bir gurup biatlerine vefa etmeyip döndüler. Diğer gurupsa dinden çıktılar (nehrevan’da ki hariciler). Diğerleri de zulme koyuldular (Muaviye ve taraftarları). Münezzeh olan Allah’ın şu ayetini duymamışlardı sanki. ‘’İşte ahiret yurdu onu yeryüzünde yücelik taslayıp fitne ve fesat çıkarmak istemeyenlere veririz, akıbet takva sahibi olanlarındır’’ Kısas 83. Evet Allah’a and olsun ki onlar bu ayeti duymuş, anlamış ve ezberlemişlerdi. Ama dünya ziynetleri gözlerinde süslü gözükmekte ve dünyanın geçici güzellikleri karşısında hayrete düşmüşlerdi. Ama tohumu yarana ve ruhu yaratana and olsun ki eğer bu topluluk ve hucceti ikame edecek yardımcı olmasa ve âlimlerden zalimlerin zulmetmesine ve mazlumların da aç olarak zulme maruz kalmasına razı olmamaları hususunda ahit olmasaydı hilafet ipini sırtına atardım. Ve birincisinin kâsesi ile sonuncusunu suvarırdım. Dünyanızın benim yanımda aksırdığında keçinin burnundan çıkan şeyden daha değersiz olduğunu anlamışsınızdır. Nakledildiğine göre buyurduğu hutbede söz buraya gelip ulaştığında Irak ehlinden birisi kalkıp hazrete yazılı bir mektup arz etti. Cevaplamasını istediği şeyler yazılıydı. Hazret arz olunan mektuba bakıyordu. Okuması bitince İbni Abbas: “Ya Emir-el Muminin Aleyhisselam! Kaldığınız yerden hutbeye devam buyursanız diye arz etti.” Emir-el Muminin Aleyhisselam buyurdular: “Heyhat! Ey İbni Abbas! Bu şiddetli akan nehirden kenara sıçrayan damlalardı. Tekrar nehre geri döndü. İbni Abbas şöyle der: “Allah’a and olsun bu sözün yarım kalmasına eseflenip üzüldüğüm kadar hiçbir söze üzülmedim. Keşke Emir-el Muminin Aleyhisselam kaldığı yerden istediği gibi devam etseydi.



4. Hutbe

Karanlıklarda doğru yolu bizimle bulup hidayet oldunuz. Yüceliklerin zirvesine bizim sayemizde vardınız. Aysız gecenin zifiri karanlığında bizimle fecre ulaştınız. Yüksek sesi duymayan kulak sağır olsun. Feryadı duymayan hafif sesi nasıl duysun ki. Birbirine düğümlenmiş ve güçlenmiş sandığınız gizli ve pis işleriniz çözülmeye başlamıştır. Sizde hiyanet ve vefasızlığı görmekteydim. Mağrur ve aldanmışların nişaneleri vardı yüzlerinizde. Niyetimin doğruluğu sizin bu halinizi bana göstermişti. Ama din perdesi engellemişti beni. Bu yüzden hile ve vefasızlıklarınızı yüzünüze vurmuyordum. Sapıklığa götüren caddeler arasında hak yolun başında durdum, doğru yolu size gösterdim. Her tarafa bakıp durmakta ve her yola sapmaktaydınız ama kılavuzunuz yoktu. Kuyular kazıyordunuz ama suya ulaşamıyordunuz. Bugün sessizce ama sağırların bile duyup anlayacağı bir dille konuşuyorum. Bana muhalefet edenin özü de sözü de yitip gider. Hak bana gösterildiğinden beri asla şüpheye düşmedim. Hz. Musa kendi nefsi için korkuya düşmemişti. Cahil ve sapıkların galip gelip hükmetmesinden korkmuştu.(1) Artık hak yolla batıl yolun ayrılış noktasını bildiniz. Suya kavuşan asla susamaz.(2)1- Firavun’un sarayında sihirbazlar iplerini yere bırakarak halka bunları büyük yılanlar olarak göstermişlerdi. Hz. Musa halkın bunlara aldanmasından korkmuştu. Çünkü halk bunların bu hilelerine aldansaydılar, Firavun ve O’nun cahil, sapık taraftarlarının galibiyeti gerçekleşmiş olacak ve zulümle devam ettirdikleri hâkimiyetleri devam edecekti.2- Su İmamete (Vilayete) işaret eder. Temizleyicidir, renksiz ve kokusuzdur. Katıksız ve saftır. Hayatkaynağıdır. Yani İmamete inanan bir kimse su gibi olmalıdır. Bütün inançların renginden ve kokusundan arınmalı, saf olarak Vilayete yönelmelidir. Böylece temizlenir ve artık başka hiçbir inanca ve söze itibar etmez ve ihtiyaç duymaz.(suya ulaşan artık susamaz) Yani İmamete ulaşan artık başka dinler peşinde koşmaz.



Hilyet-ul Muttagin (Muttagilerin Süsü)

İmam Ali Aleyhisselam şöyle buyurdu: Başkalarının seni heybetli ve güzel görmeleri için nasıl ziynetlenip süsleniyorsan, mumin kardeşin için de aynısını yap.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 3

İmam Caferi Sadık Aleyhisselam şöyle buyurdu: Allahu Teala ziynetlenmeyi ve nimetin izhar edilmesini sever, ziynetin terk edilip de nimetinin gizletilmesine, bitkinlik ve kötü hal sergilenmesine düşmandır. Allahu Teala verdiği nimetin eserinin kulunda görülmesini ister ve sever. Elbiselerinin temizlenmesi güzel kokular sürülmesi evin tertip ve düzenli tutulmasını evin önünün süpürülüp de temizlenmesini karanlık çökmeden önce lambaların yakılmasını emreder. Bütün bunlar fakirliği zail eder ve rızkı çoğaltır.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 3

İmam Ali Aleyhisselam şöyle buyurdu: Allahu Teala bir gurup yarattı ve şefkatinden ötürü Dünya’yı onların gözlerinde küçültüp Dünya sevgisini kalplerinden aldı. Onlar Allahu Teala’nın davet ettiği yere rağbet ettiler, geçim sıkıntısına ve Dünya’nın hoşa gitmeyen işlerine sabrettiler. Allahu Teala’nın katında olana, ebedi keramete isteklidirler. Allahu Teala’nın rızası doğrultusunda canlarından geçtiler ve sonunda da şehit oldular. Onlar ahirete gittiğinde Allahu Teala onlardan razıdır. Onlar ölümü herkesin kat etmesi gereken bir yol olduğunu biliyorlardı. Ahiret için azık topladılar Dünya malı, altın, gümüş gibi şeyleri yanlarında tutmadılar. Kaba elbiseler giydiler. Yeteceği kadar zaruri olan Dünya malına kanaat ettiler. Fazlalıkları Allah yolunda infak ettiler. Allah rızası için iyilerle dostluk edip Allah düşmanlarına düşman oldular. Onlar hidayet yolunun meşalesidirler onlar ahiret nimetiyle nimetlenmiş kimselerdir.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 4

Şöyle rivayet edilmiştir: Sufyani Sovri (sünnilerin sofuluk kanadından bir şahıs) bir gün Mescid-ul Haram’a geldiğinde İmam Caferi Sadık Aleyhisselam’ı oldukça değerli elbiseler giymiş olarak gördü. Bu melun kendi kendine söylenerek, gidip İmam Caferi Sadık Aleyhisselam’ı bu değerli elbiseler giydiği için kınayacağım dedi. İmam Caferi Sadık Aleyhisselam’ın yanına gelerek arz etti: Ey Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in oğlu! Ne Hz. Peygamber Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem, nede senin babalarından hiç kimse böylesine elbiseler giymemişlerdi. İmam Caferi Sadık Aleyhisselam şöyle buyurdu: Hz. Peygamber Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem zamanında insanlar geçim sıkıntısı içerisindeydi, oysa bugün insanlar zenginleşmiş geçinmek kolaylaşmıştır, Allah’ın nimetlerini kullanmaya iyiler daha layıktır. Sonra şu ayeti buyurdu: Deki Allah’ın kulları için verdiği güzel ve temiz ziynetlerini kim haram edebilir. Sonra İmam Aleyhisselam şöyle buyurdu: Biz halk içerisinde Allah’ın nimetlerini kullanmaya en layık olanız. Ey Sovri! Bu gördüğün güzel elbiseleri insanlar için giydim ve sonra bu elbisenin altındaki diğer elbiseyi göstererek bunu da kendim için giyindim. (İmam Aleyhisselam narin elbiseler altından kaba elbiseler giymişti) Sonra Sufyani’nin giydiği kaba elbiseleri işaret ederek, ey Sufyani! Sen halkı kandırmak için kaba elbiseleri üste, kendi nefsani isteğin içinde narin elbiseleri alta giymişsin.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 4- 5

Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem şöyle buyurdu: Ya Ali Aleyhisselam! Altın yüzük takma ve ipek elbise giyme. Bunlar senin cennetteki süslerindir.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 6

Ehli Beyt Aleyhimusselam’dan şöyle rivayet edilmiştir: İpek elbise giymeyin, (erkekler için) eğer giyerseniz bu yüzden Allahu Teala derinizi ateşte yakar.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 6

İmam Caferi Sadık Aleyhisselam’a arz olundu: Kişi kendi hanımını ve kızlarını altınla ziynetlendirebilir mi? İmam Caferi Sadık Aleyhisselam şöyle buyurdu: Evet ama erkeklere haramdır.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 6

İmam Ali Aleyhisselam şöyle buyurdu: Pamuklu giysi Hz. Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in ve biz Ehli Beyt Aleyhimusselam’ın giysisidir.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 6

Ehli Beyt Aleyhimusselam’dan şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem kıl ve yünden yapılmış elbiseyi geçerli bir sebep olmadıkça giymezdi.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 6

İmam Caferi Sadık Aleyhisselam şöyle buyurdu: Geçerli bir sebep olmadıkça kıldan ve yünden yapılmış elbiseler giymeyin.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 6

Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem şöyle buyurdu: Zuhura yakın zamanda ( İmam Mehdi Aleyhisselam’ın zuhuru) insanların bir çoğu yazın ve kışın yün elbise giyerler ve bununla diğerlerine üstünlük sağladıklarını zannederler. Bu insanlara göklerin ve yerlerin melekleri lanet okurlar.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 6

İmam Caferi Sadık Aleyhisselam şöyle buyurdu: Keten elbise giymek bedeni semizleştirir. (Etine dolgun yapar).
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 6

İmam Ali Aleyhisselam şöyle buyurdu: Keten peygamberlerin giysisidir.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 6
Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem şöyle buyurdu: Beyaz renklerin en iyisi ve en temizidir. Ölülerinizi beyaz kefenle defn edin.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 7

İmam Caferi Sadık Aleyhisselam şöyle buyurdu: Siyah cehennem ehlinin elbisesidir.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 8
Allame Meclisi Rahmetullahaleyh’in renklerle ilgili değerlendirmesi: Ehli Beyt Aleyhimusselam’dan gelen hadislerden anlaşılan en iyi renkler 1. Beyaz 2. Sarı 3. Yeşil 4. Açık Kızıl 5. Mavi ve Mor 6. Turuncu.Giyilmesi mekruh olan renkler 1. Koyu Kızıl özellikle namazda giyilmesi (Damatlık istisnadır). 2. Siyah (Ehli Beyt Aleyhimusselam’ın matem günleri, emmame, aba ve çizme istisnadır).

İmam Muhammed Bagır Aleyhisselam şöyle buyurdu: Kadınların kendilerini erkeklere benzetmesi caiz değildir. Zira Hz. Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve selem, kendisini erkeklere benzeten kadınlara ve kendisini kadınlara benzeten erkeklere lanet etmiştir.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 9
İmam Caferi Sadık Aleyhisselam şöyle buyurdu: Allahu Teala peygamberlerinde birine şöyle buyurdu: Muminlere deki benim düşmanlarıma simge olmuş elbiseler giymesinler ve onların yemeklerini yemesinler. Onların gidişatlarına ve tarzlarına uymasınlar. Eğer böyle yaparlarsa onlarda benim düşmanım olurlar.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 9

İmam Caferi Sadık Aleyhisselam şöyle buyurdu: Allahu teala Hz. İbrahime şöyle buyurdu: Yeryüzü senin hakkında bana şikayette bulundu. Yeryüzüyle avret yerin arasında bir hicap karar kıl. Hz. İbrahim bu emre itaat etti ve ta dizlerine varan iç çamaşırıyla kendisini örttü.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 10

İmam Caferi Sadık Aleyhisselam şöyle buyurdu: İç çamaşırını ayakta giyen insanı duası üç gün kabul olmaz.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 10

İmam Caferi Sadık Aleyhisselam şöyle buyurdu: İç çamaşırınızı oturarak giyin! İç çamaşırını ayakta giymek safra kesesinin hastalanmasına, insanın helak olmasına, insanın gamlanmasına ve acı çekmesine sebep olur.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 10

İmam Ali Aleyhisselam şöyle buyurdu: Peygamberler üst iç çamaşırlarını alt iç çamaşırlarından önce giyerlerdi.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 10

İmam Ali Aleyhisselam şöyle buyurdu: Elbiselerinizi özellikle iç çamaşırlarınızı ayakta, kıbleye ve herhangi bir insana doğru giyinmeyin.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 10

Hz. Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem şöyle buyurdu: Çıplak olmak yani elbiselerinin tamamını çıkarmak ister gece olsun ister gündüz nehyedilmiştir.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 11

İmam Ali Aleyhisselam şöyle buyurdu: Kişi elbiselerinin tamamını çıkartıp çıplak olduğunda Şeytan ona bakar ve onu günaha düşürme hususunda iştahlanır.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 11

İmam Ali Aleyhisselam şöyle buyurdu: Kişinin toplum içerisinde uygun olmayan elbiseyle oturması doğru değildir.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 11

İmam Ali Aleyhisselam şöyle buyurdu: Elbiselerinizi çıkardığınızda bismillah deyip çıkartın. Eğer böyle yapmazsanız cinler sabaha kadar elbiselerinizi alırlar ve giyerler.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 11

İmam Caferi Sadık Aleyhisselam şöyle buyurdu: Müslüman kadının içi gösteren şeffaf elbiseyle dolaşması uygun değildir (kocasının yanında istisnadır).
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 11

İshak İbni Ammar, İmam Muhammed Bagır Aleyhisselam’a arz etti: Bir mumin on tane gömlek alabilir mi? İmam Aleyhisselam evet diye buyurdu. İshak İbni Ammar arz etti: Yirmi tane gömleği olur mu? İmam Aleyhisselam şöyle buyurdu: Evet bu israf değildir, ama gömleği aldığı amaç ve ziynet doğrultusunda kullanmazsa, bu israftır.
Kaynak: Hilyet-ul Muttagin s. 12