Allahumme salli ala Muhammed’in ve Al-i Muhammed ve accil ferecehum vel an ada ehum. Ezelen ve Ebeden ve Daimen ve Sermeda...
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil adlı eserinde, ibni kesir elbidaye velnihaye adlı eserinde, şia’dan Elkummi tefsirinde, Ayyaşi yine tefsirinde Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun zehirlenme so...nucu şehid edildiğini sağlam dayanaklarla belgelemişlerdir.Muhalifler, Hayber savaşından sonra Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun Yahudi bir kadın tarafından zehirli yemek verilip zehirlendiğini rivayet ediyorlar ki bu da gerçekle ilgisi olmayan bir iddiadır. O zaman muhalifler neden bu iddiada ısrar ediyorlar? Neden Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun o Yahudi kadın tarafından zehirlendiği iddiasında bu kadar ısrar ediyorlar? Çünkü bu yalanlarıyla gerçek katilleri gizlemeye çalışıyorlar. Gerçek katilleri gizleme adına uydurdukları yahudi kadın zehirledi düzmecesinde bile cevap veremeyecekleri çok sorular var. Bir peygamber (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum) ki düşünün yahudilerle savaş halinde olsun ve yine o yahudilerden olan bir kadının evine üstelik ordusuyla yemeğe gitsin. İçinde zehir olan yemekten yediğinde rivayet edildiği gibi cebrail haber vermekte geç kalmış olsun? İmam aleyhisselam gurban olduğum buyuruyor ki; Yalancıda akıl olmaz. Yalanlarının ne kadarda ucuz olduğu ortada. Doğrudur Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum yahudi bir kadın tarafından zehirlendi ama söylendiği gibi hayber savaşı sonrası yahudi bir kadın tarafından değil.
Müşriklerin ana diye bağırlarına bastıkları cibtin ve tagutun kızları tarafından (ALLAH cümlesine lanet etsin. Ezelen ebeden daimen sermeda) zehirlenmek suretiyle şehid edildi.
Hayber şavaşı sonrası yahudi bir kadın tarafından zehirlendi sözünü ise; Aişe’nin lanetullah aleyh'in iddialarına dayanarak bu iddiayı öne sürüyorlar.
Aişe,lanetullah aleyh Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum hayber fethinden sonra yediği zehirli yemek yüzünden (şehadetinden 4 sene önce) şehid olduğunu rivayet etmiştir.
Buhari Aişe’den lanetullah aleyh rivayetinde:
Aişe lanetullah aleyh dedi ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum ölümüne sebep olan hastalığı hakkında buyuruyordu ki;
Ya Aişe, lanetullah aleyh “Hayber’de yediğim yemeğin elemini hala hissediyorum, Bütün bu belirtilerin ve sağlık çöküntüsünün sebebi o yemektir”.
Yani; “Hayberde yediğim o yemekteki zehir vucudumu yıprattı ve şimdiki hale geldim, sağlığım çöktü ölüm derecesine geldim”, mealinde sözler.
Tabii ki gerçekler Aişe’nin lanetullah aleyh bu iddialarını yalanlıyor. Çünkü Hayber’den sonraki 4 senede Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun sağlığı yerindeydi ve rutin dışı hiçbir şikayet ve rahatsızlığına dair bir kayıt yoktu.
O zaman nasıl Aişe lanetullah aleyh Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum hakkında böyle iddialarda bulunuyor, hani nerde bu belirtilerin olduğuna dair kanıtlar? YOK…
Sonra ve gerçekte biz, Aişeye lanetullah aleyh neye dayanarak inanalım? Aişe lanetullah aleyh Güvenilirmidir? Aişenin lanetullah aleyh hadisine güvenilebilir mi?
Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğuma yalan söylediğini açıkça kendi ağzıyla itiraf eden bir kadına güvenebilirmiyiz?
Ve sıradan bir insana değil, Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum gibi yüce bir şahsiyete günahından korkmadan yalan söylediğini itiraf etmiştir.
Bunun için megafir hadisine bakalım:
Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun zevcelerinden Zeynep bint cahş rahmetullah aleyh’in evinde Bal şerbeti içerdi. Aişe’de lanetullah aleyh bunu kıskanır ve Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğuma “senden megafir kokusu alıyorum” der. (Megafir güzel tadı olan ama kötü kokulu bir maddedir.) O Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun Zeynep b. Cahş’ın rahmetullah aleyh’in evinde bal şerbeti içtiğini biliyordu. Kendi ağzından itiraf ediyor ve diyor ki: Ben ve hafsa işbirliğine girdik, Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum kimin odasına girerse O, Resulullah’a sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum “senden megafir kokusu alıyorum” diyecekti ki peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum darılıp bir daha Zeynep rahmetullah aleyh’in odasına gitmesin ve ondan bal şerbeti içmesin diye.
Eğer ortada Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğuma bile yalan söylemeye hazır bir kadın varsa, biz nasıl O’na inanıp ve bize yalan söyleyemeyeceğine inanalım?
Biz kimiz ki bize yalan söylemesin?
Tabiinleri ve sevenleri Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun O’nu “küfrün başı” olarak vasfettiğini rivayet ederken, biz nasıl O’na güvenelim? Sadece küfür değil, küfrün başı. Ve O’nu “şeytan’ın boynuzu” olarak da vasfetmiştir.
İbni Hanbel müsned’inde 2. cilt 23. sayfada İbni Ömer’den lanetullah aleyh rivayet ediyor, Rivayet ibni Ömer’den Muhaliflerin sevdiği bir adamdan, Hasan ve Hüseyin aleyhisselam gurban olduklarımdan değil, Selman , mikdat’tan değil, Ömer bin hattab oğlu abdullahtan.
Diyor ki:
Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum Aişe’nin lanetullah aleyh evinden çıktı ve buyurdu ki; “Küfrün başı Ondandır, buradan Şeytan’ın boynuzunun (malum fitne) çıkacağı yerden”. Eğer Aişe lanetullah aleyh Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun vasfetmesi ve onların ikrarlarıyla “küfrün başı ve şeytanın boynuzu” ise, neye dayanarak bizden O’na inanmanızı ve güvenmemizi bekliyorlar?
Daha da kötüsü biz Kuranın kendisini zemmetmek için indiği bir kadına nasıl itaat edelim, inanıp güvenelim? Sadece zemmetmekte değil, Kuranda O ve arkadaşının (hafsa) Günahkar, hatalı, kafir, münafık oldukları tahrim suresinde sabittir.
Bütün İslam mezhepleri, ekolleri Tahrim suresinin, Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa lanetullah aleyh hakkında indiği konusunda ittifak halindedirler.
Ayetlere bakalım:
Eğer sizler (Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa lanetullah aleyh ) Allah'a tevbe ederseniz (sizin için hayırlı olur); çünkü kalbleriniz eğrilik gösterdi.(haktan saptı) Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmağa kalkışırsanız, artık Allah, Onun mevlâsıdır; Cibril de ve mü'minlerin salihi de. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler.
(müminlerin salihi kavramını Sünni müfessirle, “müminlerin en Salihleri” olarak tefsir ederler ama yanlıştır. Ayet’in orijinalinde çoğul ifade yoktur, tekil ifade vardır “salihil muminin” Müminlerin emiri diye de yorumlanabilir. Bu durumda bunun gerçek manası ehlibeyt imamları aleyhisselam gurban olduklarımın buyurdukları gibi İmam Ali aleyhisselam gurban olduğumdur.
Belki onun Rabbi, -eğer o sizi boşayacak olursa- ona sizin yerinize sizlerden daha hayırlı Müslüman, Mü'min, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verir.
ki , sahabe adı verdikleri mücrimlerin hayranı bir Wahhabi gelip bize, “Aişe beşerin en hayırlısıdır kadınların en hayırlısıdır, efdal insandır, kuran, gökten onu tebri etmek için 7 kat gökten indi (ifk olayında) vs”. demesin, gerçekle alakasız şeylerdir.
Kuran O’nu zemmetmek, uyarmak gizlediği gerçek yüzünü açığa vurmak için indi, (söz konusu ayetlerde). Ama asıl sorun, bu ümmetin çoğunluğu yalanlarla aldatılmışlar.
Herhangi insaflı, akıllı Müslüman biri tahrim suresini önyargısız olarak aklıselimle okursa, Aişe lanetullah aleyh ve hafsa’ya lanetullah aleyh o itibarı ve değeri vermekten vazgeçer.
Belki onun Rabbi, -eğer o sizi boşayacak olursa- ona sizin yerinize sizlerden daha hayırlı, Allahu Teala bu ayette açıkça, üzerine basa basa, aleni olarak Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa’dan lanetullah aleyh daha hayırlı kadınlar olduğunu ispat etmektedir… (taberinin kulakları çınlasın)…
O kadınlar nasıl kadınlardır? Ayet onları vasfediyor. Bakalım, ayet önümüzde:
1- Müslüman, bu ayetin muhatapları Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa lanetullah aleyh demek ki, kafirdirler.
2- Mümin ; bu ayetin muhatapları Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa lanetullah aleyh demek ki, Münafıktırlar.
3- Gönülden itaat eden (kanitat)-Allah ve resulune- bu ayetin muhatapları Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa lanetullah aleyh demek ki, itaatkar değiller.
4-tevbe eden, bu ayetin muhatapları Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa lanetullah aleyh demek ki, tövbekar değiller, ki tövbe uyarısından sonra onların tövbe ettiklerini ispat eden, belgeleyen herhangi bir ayet inmemiştir., madem bu kadar mühim kadınlardır ve uyarıldırlar, aklanmalıydırlar.
4- İbadet eden (A’abidat) bu ayetin muhatapları Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa lanetullah aleyh demek ki, değiller.
5- Sayihat, Allah yolunda oruç tutan, hicret eden, kısacmia Allah yolunda mücadele eden, bu ayetin muhatapları Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa lanetullah aleyh demek ki, değiller. Demek ki bütün bu vasıflar onlarda bulunmayan güzel hasletlerdir.
Eğer Kuran Aişe lanetullah aleyh hakkında bu biçimde inmişse, Allahu Teala onları, günahkar, hatalı, Asi olarak vasfedip Onlarla kendisi arasında savaş ilan ediyorsa…
Ayetlere devam edelim:
Allah, küfre sapanlara, Nuh'un eşini ve Lut'un eşini örnek olarak verdi. İkisi de, kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikâhları-altındaydı; ancak onlara ihanet ettiler. Bundan dolayı, onlara (kocaları) kendilerine Allah'tan gelen hiç bir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de: "Ateşe diğer girenlerle birlikte girin" denildi.
Allah kimlere örnek verdi?
Küfre sapanlara, kimler bunlar?
Ayetin muhatapları ve tahrim Suresinin inmesine sebep olan , Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum hakkında küfür eden Aişe lanetullah aleyh ve hafsa’ya lanetullah aleyh. Bu ayette Allah açıkça Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa’nın lanetullah aleyh kafir olduklarını ispat ediyor. Ve onlara iki peygamber aleyhisselam eşinin durumlarını örnek vererek, peygamber aleyhisselam eşi olmalarının kendilerine bir yarar sağlayamadığını, kendilerinin de Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğuma karşı aynı biçimde birlik kurmaları halinde o nebilerin hanımları gibi hiçbir şeyin onları kurtaramayacağını Allahın onları kendisinin düşmanı olarak kabul edip gazaba uğratmaktan alıkoymayacağını bildiriyor.
(aytteki kafirlerden maksadın Aişe lanetullah aleyh ve hafsa lanetullah aleyh değil de bütün kafirler olduğunu iddia edecek olanlara, Mevdudi’nin tefhim’ul kuran eserinden şu kısa alıntıyla cevap verelim, tahrim suresi tefsirinde diyorki: Bu bölümde müminlerin annelerine, Üç tip kadın örnek verilmiştir. Birincisi, Hz. Nuh ile Hz. Lut'un (a.s) hanımlarıdır. Şayet iman etmiş olsalardı, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun hanımları gibi, onlar da Peygamber olan kocalarının vesilesiyle Müslümanların anneleri olacaklardı. Ancak onlar tam aksi davrandıklarından, Peygamber hanımı olmalarına rağmen, cehenneme hak kazanmışlardır.- yani hitabın müminlerin annelerinedir-)
Şimdi başa dönelim, Aişe’nin lanetullah aleyh rivayet etmiş olduğu gibi Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun Yahudi kadının vermiş olduğu zehirin etkisiyle şehid olduğu hadisinin geçerli olmadığını ve güvenilir olmadığını kabul ediyoruz. Çünkü rivayetin sahibi olan Aişe lanetullah aleyh bizzat kendisinin Sika yani güvenilir ve doğru sözlü olmadığını itiraf ediyor, kendi itirafları yanında da Kuranı kerimde ifade edilen durumları gereği de biz kabul etmiyoruz. Aişe lanetullah aleyh bizde olsun, insaflı aklı başında hiç kimsenin nezdinde olsun güvenilir ve doğru sözlü değildir. Hadisine güvenilmez.
Aişe’nin lanetullah aleyh sözkonusu hadisine güvenmememize sebep olan diğer bir etkende kendisinin, Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun şehadeti konusunda kendi kendisini çelişkiye düşürmüş olmasıdır.
Çünkü aynı Aişe lanetullah aleyh Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun şehadeti hususunda zehirlenmeden başka normal bir hastalığın sebep olduğunu iddia etmektedir.
O da zatulcenb hastalığıdır.
Muhalifler nezdinde sahih olan bu rivayete göre, Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun zehirden değil, zatulcenb denen adi bir hastalık yüzünden vefat etmiştir, bu çelişkidir. Aişe’nin lanetullah aleyh çelişkisi.
İfadelerinde çelişen bir insanın şehadetine güven olmaz, hem o kendini ele vermektedir. Kendine güvenilmez.
Ebu ya’la müsned’inde 8. bölüm sayfa 258.de Aişeden lanetullah aleyh rivayet eder;
Aişe lanetullah aleyh dedi ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum zatulcenb hastalığından vafat etmiştir.
Fakat Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum kendi ağzından bu hastalığın kendisine Allah tarafından reva görülmeyeceğini bildirmiştir. Çünkü bu hastalık şeytani bir hastalıktır.
İbni kesir’in el-bidaye vel-nihaye eserinde 5. bölüm sayfa 244 te Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun zatulcenb hastalığı hakkında “Bu hastalık şeytandandır ve Allah bana şeytanı musallat etmez” dediğini rivayet etmektedir.
Yani Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum “benim böylesi bir hastalıktan ölmem muhaldir”(imkan dışıdır) Şeytani, habis bir hastalıktır “Allah bunu bana musallat etmez” demektedir.
Bu durumda Aişe lanetullah aleyh açıkça yalan söylemektedir.
Şimdi de rivayetlerdeki üstü örtülü ifadeleri bulmaya çalışalım, o ifadelerde Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğumun şehadetinde, Aişe’nin lanetullah aleyh kendisinin oynadığı rolü ifade edişine dikkat edelim.
Araplarda bir deyim vardır der ki; fail, mücrim, davranış ve ifadelerindeki çelişkilerle açıkça “ben yaptım beni yakalayın” der. Çünkü o gerçekte bir suç işlemiştir ve ne kadar gizlemeye çalışsa da gizleyemez kendini ele verir. Aişe lanetullah aleyh de böyledir, nakledeceğimiz rivayetlerde Aişe lanetullah aleyh bunu söylemektedir, adeta ben yaptım beni yakalayın demektedir.
Buhari 8. bölüm 42. sayfada ve müslüm sahihinde 7. bölüm sayfa 42 de Aişe’nin lanetullah aleyh şöyle dediğini rivayet etmektedirler.
Resulullah’a sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum hastalığında ilaç verdik (lededna resululah fi maradih) Arapçada buna “LED” denir, bir insan hasta halde yatağa uzandığında ağzının iki tarafına bu ilaç konur ve acımtırak tadı vardır.
Aişe lanetullah aleyh diyor ki: Resulullaha sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum ilaç verdik, o bize (biz’den kasıt, kendisi ve işbirliği yaptığı peygamber zevceleri)“bana ilaç vermeyin “ anlamında işaret ediyordu. Biz de “bu, hastanın ilaca karşı hoşnutsuzluğu diye düşündük” . zorla da olsa istemese de, bize kızsa da ona ilaç vermeliyiz diye düşündük, diyor.
Yani Resulu Ekrem sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum onlara “bu ilacı ağzıma koymayın istemiyorum, bana faydası yok” diyor, Onlar ise “yok yok nebi ilaçtan hoşlanmıyor onun için tepki gösteriyor”, diyorlar. Sanki Nebiyyullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum haşa haşa haşa estazubillah 63 yaşında bir yetişkin değil de, neyin ona faydası var neyin yok bilmezmiş de Aişe lanetullah aleyh ve hafsa lanetullah aleyh O’nun iyiliğini ondan daha fazla düşünüyorlar da, ona zorla ilaç veriyorlar.
Acaba neden?
Devamla: baygınlığından uyanınca Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum “ Size bana ilaç vermemeniz hususunda nehy (men) etmedim mi? Diye buyurdu?
Aişe lanetullah aleyh rivayeten arz ediyor ki; biz yine (hastanın ilaca karşı olan doğal hoşnutsuzluğu diye arz ettik).
Bunun üzerine Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum “hepiniz o ilaçtan alacaksınız hem de benim önümde, sadece Abbas amcam hariç O sizinle değildi” diye buyurdu. Neden Abbas hariç?. Bunun için Aişe’nin lanetullah aleyh başka rivayetlerine bakalım.
Aişe lanetullah aleyh başka rivayetlerde diyor ki; Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum baygınlığından uyanıp, “ağzıma bu ilacı kim koydu”? diye sorduğunda, biz ağzına ilaç konulması işinde amcası Abbas’ı suçladık, dedik ki; “Amcan Abbas sende zatulcenb hastalığı olmasından korktu da ondan sana bu ilacı verdi” dedik ,
Ama Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum onları yalanladı ve böylece onlarında ağızlarına bu garip maddenin konulması cezasını verdi. ŞİMDİ BU VERİLER IŞIĞINDA OLAYLARI BİRBİRİNE BAĞLAYIP GERÇEĞE ULAŞMAYA ÇALIŞALIM. Biraz sabır…
Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum eğer kendisine verilen bu madde (bu ilaç) kendisinin iyiliği içinse, neden onlara kızıp aynısıyla mukabele etti?
Neden onlara bu cezayı verdi, Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum haşa haşa haşa estazubillah çocuk mu da onlara böylesi bir ceza verilmesini ve bu ilacın onlarında ağızlarına konmasını emretti?
Bu ifadelere dikkat edelim, aişe lanetullah aleyh kendisi, kendi kendine itiraf ediyor peygambere sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum bu operasyonu yaptığını belirtiyor, hem de, peygambere sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum eziyet ederek ve peygambere sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum Asi olarak bu eylemi gerçekleştirdiğini itiraf ediyor, sadece bu itirafı O’nun şu an cehennemde olduğunu ispat etmeye yeter delildir. Neden?
Kuran var bakın ne diyor: Allah ve Resulune karşı gelenlerin yeri cehennemdir ve orada sonsuza kadar kalacaklardır. (Nisa suresi 14. ayet). Yorumumuz çok ağır bir iddia gibi görünebilir, ama Aişe lanetullah aleyh “Resulullahın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum onları bu maddeyi ağzına koymalarından ısrarla nehyettiğini” ikrar ediyor ve yine kendisi ikrar edip “biz Resululaha sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum rağmen, nehy etmesine rağmen, ona zorla bu ilacı verdik”diyor. O zaman?
Bu da peygambere sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum isyandır, lam’ı Cim’i yoktur bunun. Ayetin hükümlerini Aişe’nin lanetullah aleyh amellerine tatbik ettiğimiz zaman Aişe’nin lanetullah aleyh şu andaki mekanını buluruz, cennette mi Cehennemde mi?
Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum ağzına konulan bu madde nedir? Aişe bunun masum bir İlaç olduğunu ısrarla iddia ediyor. (kime inanacağız, Aişe’ye mi lanetullah aleyh, Resulullah’a mı? sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum)
Şu ana kadar Onların kaynaklarından naklettiğimiz karineler, deliller o maddenin salt ilaç olmadığını gösteriyor.
İlaç’tan öte bir şey olduğu Şüphesizdir.
En büyük ve sağlam delil, Resulullah’ın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum kendisine baygınken verilen bu ilacın, kendisine verenlerin ağzına aynı şekilde verilmesini istemesidir, bu, Resulullahın bu ilacın kendisi için zararlı olduğunu ve kasti olarak verildiğine bildiğini gösteriyor (bu da O’nun aslında Aişe lanetullah aleyh ve hafsaya lanetullah aleyh güvenmediği ve onların iyi niyetinden şüphe ettiğini gösterir – aişe’yi örnek Müslüman kadın olarak tanıtan Y.N.Öztürk ve N. Hatipoğlu’nun kulakları çınlasın-)
Resulullahın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum kendisi için zararlı olduğuna inandığı bu maddeyi ağzına koyanlara aynısıyla mukabele etmesi bu maddenin kendisine vereceği zararı onlara da verdirmek istediğini, bu yüzden kendi gözleri önünde olması şartıyla bu maddenin Aişe lanetullah aleyh ve hafsanın lanetullah aleyh ağzına konulmasını emrettiğini gösteriyor. Yoksa o çocuk değildi ve bu maddenin ağzında yarattığı acı tadı onlara da tattırmak için yapmadı. O’nu çocuklar yapar ancak, aklı baliğ olmayanlar.
O zaman o madde neydi??
Şüphesiz ZEHİR idi…
Çünkü bu olaydan hemen sonra Resulullahın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum sağlığı iyice kötüleşti ve 3 gün içinde şehid oldu. Şüphelerin somutlaşması için Usame ordusu kıssasını hatırlayın.ordu neden ve nasıl ve niçin sefere çıkmakta gecikti?(ilerde kanıt olarak akli delilleri sunmaya devam edeceğiz).
Şimdi bu konuda gerçeği bilmek istiyoruz, kime başvuracağız?
“ben sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum ilim şehriyim, Ali’de aleyhisselam gurban olduğum O’nun kapısıdır”,
“aranızda ki ağır emanet bırakıyorum, biri kuranı kerim, diğeri de ıtretim ehlibeyt’im”
o zaman Itreti şerife’ye gidelim.
Bakalım bu konu ile alakalı bize ne demişler, bize ve bu Aldatılmış ümmete ne gibi bilgiler ulaştırdılar ceddleri Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum ile alakalı.
Bu olayla alakalı hakikatler, bu ümmetten gizlenen hakikatlerden bir tanesidir, masum imamlar aleyhisselam gurban olduklarım cedleri Resulullahın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum bu 4 kişi tarafından işbirliği içerisinde ağzına zehir konulması suretiyle katledildiğini bildirdiler.
Bu 4 kişi; Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa lanetullah aleyh, babaları Ebubekir lanetullah aleyh ve Ömer’in lanetullah aleyh emriyle.
Bu rivayetlerden birini büyük müfessir Muhammed ibni mes’ud el ayyaşi rivayet etmiştir.
Bu adam Hicri 3. y.y. sonlarında yaşamış eski bir alimdir ve başta muhaliflerin (Sünni) sayılı alimlerindendi, sonra hidayete erdi ve ehlibeyt –aleyhumasselat vel selam ecmain- medresesine tabi oldu.
“Ayyaşi tefsiri” adıyla bir kuran tefsiri te’lif etti.
Tefsirinde, 1. bölüm 200. sayfada Abdulsamed ibni beşir’den, (imam Caferi Sadık aleyhisselam gurban olduğumun ashabından) rivayetle, diyor ki:
İmam Caferi Sadık aleyhisselam gurban olduğum mecliste bulunanlara buyurdu ki; “Resulullah’ın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum eceliyle mi öldüğü veya katledildiği hususunda bilginiz var mı? Allah buyuruyor ki; Ölür veya öldürülürse topuklarınız üzerine geriye dönersiniz. (ayete işaret ediyor).
Ve, Ölümden önce zehirlendi” dedi.
Dikkat edelim (Arapça aslında: summah kablel mevt) ölümden önce zehirlendi, (ölümden 4 sene evvel değil).
Onlar O’na içirdiler. dedi
(asıl anlam burada). Arapça lafızla imam aleyhisselam gurban olduğum “inehuma sakatah” diye buyurdu. “İnnehuma sakayah” dese, eril çoğul –müzekker zamire- işaret etmiş olacaktı. “İnnehe sakatah” dese dişil tekil –müennes zamire işaret etmiş olacak –(o zaman belki hayberdeki Yahudi kadına nispet edilebilirdi). Ama imam aleyhisselam gurban olduğum ısrarla “innehuma sakatah” diye buyurarak dişil –müennes çoğul -zamire işaret ediyor, (iki kadın veya daha fazla).
Biz dedik ki; (a.samed bin Beşir, diyor) “onlar (Aişe lanetullah aleyh ve hafsa lanetullah aleyh) ve babaları (Ebubekir lanetullah aleyh ve ömer lanetullah aleyh) Allah’ın yarattıklarının en kötüleridirler, Çünkü en ağır ve en büyük cinayeti üstlendiler” (peygamberin sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum katli)
Diğer bir rivayet yine Ayyaşi aynı sayfada rivayet eder:
Hüseyin bin münzir’den naklen:
Dedi ki:
Ebu Abdullah imam Caferi Sadık aleyhisselam gurban olduğum’a Arz ettim ki; Ali İmran suresi 144. ayette (""Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya katledilirse siz gerisin geriye döneceksiniz" ) buyurulduğu üzere; Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum öldü mü, öldürüldü mü?
Ölüm mü, katl mi (öldürülme mi)? Hangisi?
İmam aleyhisselam gurban olduğum buyurdu ki: Yani ( yani’yi detaya girmek istemediği için kullandı, malum baskı ortamıydı) ashabı (çevresindeki, sohbetine katılan yanında görünen şahıslar) ne yaptılarsa yaptılar.
Bu haliyle Ehlibeyt aleyhisselam gurban olduklarım kaynaklarında bu 4 şahsiyetin Resulullahı sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum katlettikleri sabit olmuş oluyor.
Bu görüş ve açıklamalar, Ebubekir lanetullah aleyh, ömer lanetullah aleyh, Aişe lanetullah aleyh ve Hafsa’nın lanetullah aleyh kudsiyeti, yüceliği, peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum nezdindeki uydurma yüce katı hikayeleri ile büyümüş, aldatılmış Sünni bir kardeşimiz için çok uçuk, yalan ve en önemlisi asla kabul edilmez görünebilir. Ama acaba Bu şahıslar bundan beri mi? Değil, buyurun bakalım.
Ömer’in lanetullah aleyh İslam olmadan önce peygamberimizi şehit etmek için evine hücum ettiği ve bütün müminler önünde kimseden korkmadan O’nu şehitetmeye kalkıştığı, sonra kuranı kerim kıraatını duyup yüreğinin yumuşadığı ve islama girdiği rivayet edilir. Bu başlı başına yalan ve uydurma bir hadistir, Ömer’in lanetullah aleyh bu kadar cesur olmadığını UHUD savaşında kaçışından biliyoruz. Bu uydurmadır. Ama o’nu da geçelim bu suikast ömer’in lanetullah aleyh cahiliyyede işlemeye kalkıştığı bir suikastti. Peki göstermelik islamında da Ömer lanetulah aleyh bundan beri midir?
Maalesef değil:
Tebük suikastini herkes bilir.Ömer’in lanetullah aleyh İslam oluşundan ve hicretinden ve mekke’nin fethinden sonra cereyan eden tebük savaşından dönüşte Resulullah’a sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum 12 ashabı tarafından Suikast düzenlenir, suikast Allah’ın izni ve bildirmesiyle gerçekleşmeden engellenir.
Bu suikasti düzenleyen kimlerdir?
İbni hazm adlı Sünni bilgini ElMuhalla adlı eserinde bu konu ile alakalı şunu kaydetmiş:
“Velid bin cemaa; Ebubekir Ömer, Osman, Talha , Sa'd bin Ebu Vakkas ın Resulullaha Tebük seferi dönüşü Suikast düzenlediklerine dair hadisler (dikkat; bir hadis değil, hadisler) rivayet etti”. Sonra Hadisin yorumunda velid bin cemaa’nın hadis ilminden anlamayan, cahil, hadisine güvenilmeyen biri olduğunu, dolayısıyla bu hadisin uydurma olduğunu belirtmiştir.
Ama acaba velid bin Cemaa öyle biri mi?
Ebu Hatim onu "sılahil hadis" olarak vasfetmiş. Aynı kişi İbni Hacer Askalâni'nin Tekrib-i Tehzib'inde sadık olarak anılmış.
Velid ibni Cemaa hakkında İbni Maun ve Uclî "sıka" demişler.
Müslim O’nu hadiste “sika, sika” çok güvenilir olduğunu bildirmiş ve Ondan bir çok hadis nakletmiştir. Bu durumda Sünnilerin büyük ulemalarının referansıyla Velid bin Cemaa’nın güvenilir ve sağlam bir hadisçi olduğunu ve rivayet ettiği hadislerin sağlam hadisler olduğunu görüyoruz.
Bu haliyle, ebubekir, Ömer ve diğerleri Mekke’nin fethiden sonra peygamberi sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum şehit etmeye kalkışmışlardı, bu ilk girişim başarısız olduğuna göre vazgeçip şanslarına küsecek değillerdi. Hem bu suikast “menzilet hadisinin” gerçekleştiği günlerin ertesinde oluyor, yani Resulullah’ın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum imam Ali aleyhisselam gurban olduğumun yüce faziletlerinden birini tebliğ ettiği olaylardan bir tanesinin hemen ertesinde oluyor.
Tabiî ki Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum bu suikastçilerin kim olduklarını biliyor. Ve Huzeyfe el-yemani’ye bildiriyor. Huzeyfe de “Ya Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum teker teker teşhir edeyim mi “ ? diye arz ediyor.
Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum ; “hayır “ diye buyuruyor.
Abdullatif Uyan adlı bir Sünni Huzeyfe yemani’ye yazdığı şiir görüşlerimizi kanıtlamaktadır, şöyleki bu şiir, tarih kitaplarında bu suikast ile ilgili bilgilerin özet şeklinde şiire dönüştürülmüş halidir, hafife almayalım:
Dar yere yaklaşınca, Resulullah giderken,
Bir münafık gurubu, hücuma geçti birden.
Bu hali görür görmez Huzeyfe-i Yemani,
Onların üzerine hücuma geçti ani.
(Ey Allah düşmanları!) diyerek hem o ara,
Elindeki sopayla vurdu münafıklara.
Yüzleri maskelenmiş o oniki münafık,
Askerin arasına karıştılar o anlık.
Resulullah, onların isimlerini tek tek,
Huzeyfe’ye gizlice bildirerek,
Tembih buyurdular ki Huzeyfe’ye:
(Sakın söylemeyesin bunu başka kimseye.)
Peki tüm bu verilerden ne ders çıkaralım?
1-Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, sa’d bin ebi vakkas vs. sahabeler, peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum doğal şekilde vefat edip yerine Allahın emri üzere Hz. Ali’nin aleyhisselam gurban olduğum Zahirdeki hilafetini engellemek için, kendileri için uygun görünen ortamda peygamberden sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum kurtulup, hilafeti ele geçirmek istiyorlardı.
İlk suikast olarak bildiğimiz (şimdilik tabii, çünkü her geçen gün yeni bilgiler ortaya çıkıyor) tebük suikastinde peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum Medineden uzakta idi ve O’nu orada şehid edebilselerdi, hemen Medineye dönüp, İmam Ali aleyhisselam gurban olduğum ve sadık sahabeler varmadan teşkilatı kurup hilafeti ele geçireceklerdi. Ama olmadı.
2-Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum Kendisinden sonra bu çetenin hilafeti ele geçirmek istediğini biliyordu, bu yüzden vefat etmeden önce Onların bu hayallerinin gerçekleşmesini engellemek için, alelacele, yıldırım bir kararla (ki tarihçiler O’nun hastalanmadan bir gün evvel aniden Usame ordusunun techiz edilmesini ve sefere çıkmasını emrettiği kesinlikle kabul ederler) Usame komutası altında ordu kurulmasını, Ebubekir, ömer , Osman , Talha vs. (teşkilatçılar özellikle) Orduya katılmasını ve hemen sefere çıkmasını emretmişti. Acaba neden bu kadar hızlı karar alıp uygulanmasını istedi? Rum imparatorluğuna ders vermek için der tarih. O doğru ama asıl ders gaspçı, teşkilatçı sözde sahabelere verilmek içindi.
Peygamberin hastalandığını evin içindeki ajanlardan (Aişe, hafsa) alan teşkilatçılar, Resulullahın bu planını belki anladılar, bu yüzden ordunun hareketini engellemek için kaytarmaya başladılar (peygamber şehid olduğu zaman Ebubekir orduda seferde olması gerekirken, medine’nin uzağında bir köyde bir hanımının yanındaydı), Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum alalacele onları hilafetin merkezi olan Medine’den uzaklaştırmak istediğinden hep baskı yapıyor ve ordunun tez zamanda sefere çıkmasını istiyordu, ama sözde sahabeler söyleniyor, sefere çıkmak istemiyorlardı.
Bunun üzerine Resul-u Ekrem sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum orduya katılmakla yükümlü kıldığı sahabeleri toplayarak şu hutbeyi okudu:
"Ey insanlar!" dedi. "Üsâme'yi kumandan tayin ettiğim için bazılarınızın ileri geri konuştuğunu duydum. Benim Üsâme'yi kumandan tayin etmeme itiraz ediyor gibisiniz! Daha önce Üsâme'nin babasını kumandan tayin ettiğim zaman da aynı şeyi yapmıştınız. Vallahi, nasıl babası kumandanlığa lâyık olduğunu göstermişse, Üsâme de babasından sonra kumandanlığa lâyık bir kimsedir.
"Babası nasıl en sevdiğim biri idiyse, Üsâme de en sevdiğim kimselerden biridir. O da, babası da her türlü hayrı işleyebilecek yaratılışa sahip kimselerdir. Onlardan hayırlı işler bekleyiniz. Muhakkak ki Üsâme sizin hayırlı olanlarınızdandır ve bu işe ehliyetli birisidir."
Ve hatırı sayılar derecede tarihçi, hutbenin sonunda:
Allah’ın laneti Usame’nin ordusundan ayrılanların (Arapça lafızla: yani katılmayıp hareket etmesine engel olanlara) üzerine olsun,diye buyurmuştur. (peki seferde olması gerekirken Medine dışında yakalanan ebubekir ne olacak?)
Sefere gidince, Medine’de Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum vefat ederse, hilafet Ali bin Ebu talib’e aleyhisselam gurban olduğumgeçecek diye düşünen teşkilatçılar, ne yaparlardı?
3- Tebük’te yapmaya çalışıp yapamadıkları şeyi, yaparlar. Nedir O?
Peygamberi şehit etmek.
Peki nasıl? Kaleyi içerden fethederek. Nasıl? Aişe ve hafsa yardımıyla. Hatırlayın osman’ın gebertilip yerine kendi akrabasını halife seçtirmek için, Osman’ın ölüm fetvasını veren Aişe, Osman öldürülüp yerine İmam Ali aleyhisselam gurban olduğum halife seçilince ne demişti? “Keşke gökler yere kapansaydı da Ali aleyhisselam gurban olduğum halife olmasaydı, bu halde Aişe’nin imam Ali’nin aleyhisselam gurban olduğum hilafetini engelleyecek bir eyleme başvurması normaldir)
Bu durumda bu teşkilatın medine’den ayrılmadan önce peygamberin işini bitirip, Ali aleyhisselam gurban olduğumve samimi Müslümanlar cenaze ile uğraşırken hilafeti ele geçirmeye çalışmaları gerekiyordu ki öyle olmuştur, peygamberimizin sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum ağzına ilaç koydukları zaman, O’nun gösterdiği tepkiyi hatırlayalım.
Bunun için ne yapmak lazım? Ordunun hareketini engellemek lazımdı ve yaptılar, biri söylendi, biri kışkırttı, biri Medine dışındaki karısının yanına gitti. Ve böylece ordu hareket edemedi.
Ama peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum onların kurduğu tuzakları biliyordu, ne yaptı? Madem sefere çıkmıyorlar ve benim şehadetimi bekliyorlar hilafet için, o zaman birkaç samimi sahabe önünde Ali’nin aleyhisselam gurban olduğum hilafetini belgeleyecek bir delil bırakayım.
4-malum “Perşembe felaketi veya kırtas olayı”
Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum hastalığının ağırlaştığını ve kısa zamanda şehit olacağını gören bazı münafıklar, Usame ordusunu büyük bir talihsizlik ve peygamberin sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum bir stratejisi olarak görmüşlerdi, şimdi seferdeyken Resululah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum şehid olursa, hilafet Peygamberin sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum istediği şekilde İmam Ali aleyhisselam gurban olduğum geçecekti bu yüzden ordunun hareketini engellemek için kaytarmaya söylenmeye başladılar.
Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum onların bu oyununu bozmak istedi, malum zatlar peygamberimizin sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum son durumunun ne olduğunu öğrenip ona göre strateji belirlemek için Resulullahı sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum ziyaret ettikleri esnada bunu fırsat bilen Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum son kez hücceti tamamlamak istedi ve buyurdu ki:
“Bana bir kağıt kalem getirin, size bir vasiyet yazayım ki benden sonra yolunuzdan sapmayasınız”
Oradaki bozuk niyetlilerden bir tanesi, “Resulullahın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum hastalığı ağırlaştı. Yanımızda Allahın kitabı var. O bize yeter” dedi. (parantez açalım,(Ne ilginçtir, bu sözleri söyleyen şahsın sevenleri ve takipçileri, kendilerini ehli sünnet diye tanıtırlar, ki o sünnet Allah’ın kitabında yazmaz, tamamen Resulullahın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum uygulamalarıdır, gerçekte sünneti reddeden bu zatı tekfir etmeleri gerekirken peygamberden üstün sayarlar, Ömer’in bu sözünü savunmak için bahane aramaya koyulan muhalif görüştekiler, şu bahaneyi öne sürmekteler, bakın şaşıracaksınız:
Bize göre, Ömeri bu düşünceye sevk eden husus, Resulullahın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum Hicretin 10. yılı sonunda, yani Zilhicce’nin 18. günü, ölümünden 2 ay 10 gün kadar önceki sözleridir. O zaman Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum şöyle buyurmuştu:
Ey İnsanlar! İyi bilin ki, bende ancak sizin gibi bir insanım. Çok geçmeden, Yüce Rabbimin elçisi (Azrail) bana gelecektir. Bende onun davetime icabet edeceğim. Mutlaka ben size iki kıymetli ve hürmeti ağır şey (es- Sakaleyn) bırakıyorum. Bu ikisinden birincisi, Yüce Allah’ın Kitabı’dır ki onun içinde hidayet ve nur vardır. Allahın kitabına sımsıkı sarılınız.; ikincisi de, Ehli Beytimdir. Ehli beytime muamele hususunda size Allahı hatırlatıyorum.
Resulullahın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum son zamanlarında söylediği bu ve benzeri hadisi şeriflerde; ümmetin sapıtmaması için iki şeye iyi yapışması tavsiye ediliyor. Kuranı Hakim ve Ehli Beyt veya Kuranı Hakim ve Sünnet… Müslümanlar bu iki şeye sımsıkı sarıldıkları müddetçe sapıtmayacaklardı. Zaten Ali Beytinden muradı da Sünneti Seniyyesi idi.
Bu sözleri söyleyen şahıs Ehlibeyti halife seçimi konusunda söz sahibi etmedi, Ehlibeytin gülü fatıma’nın selamullah aleyha evini yakmaya kalkıştı ve bebeğini düşürmesine sebep oldu, onların hakkını hiç tanımadı, hani Ehlibeytti Resulullahın kuranla beraber ardında bıraktığı.? Allah bir kavmi helak edecekse önce aklını alır ve onlarda böylece saçma sapan düşünüp konuşurlar)))parantez kapatalım)))))
Yani Ömer, Bu adam’ın (peygamberin) dediklerini yapmayın işimiz sonsuza dek bozulur anlamında tepki verdi. Tartışmalar çıktı, biri verelim yazsın derken, bazıları hayır vermeyelim bu adam sayıklıyor dediler, buna çık kızan Resululah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum hepsini yanından kovdu.
Her müslümanın ibret alması gereken bir olaydır. Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum: Size benden sonra yolunuzdan sapmamanız için bir vasiyet yazayım diyor, malum zat ve avanesi ise kağıt kalem vermeyi, bu adam (peygamber) haşa haşa sayıklıyor diye engelliyor. ( “Bu adam” lafzını, kendi aleyhine olan bazı şeylerin belgelenmesi korkusu içinde olan bir insanın ağzından çıkarken hayal edin. Anlayacaksınız)
Peki insanların yoldan sapmaması kimin hoşuna gitmez? Bu cevap verilmesi gereken bir sorudur.
Bir kişi, İnsanların yoldan sapmamasını neden engellemek ister?
Malum zatın hayranları onu korumak ve savunmak için diyorlarki, “Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum hastaydı, hastalığı ağırlaşmıştı, bu yüzden ömer ona daha fazla eziyet edilmemesi için bunu engelledi. Acaba öyle mi? Vuku bulan olaya bakalım, birisi kalkıp Resulullahtan sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum bir şey istemiş değildi ki eziyet edilmiş olsun, Resulullahın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum kendisi Risaletinin bir parçası olarak bir vasiyette bulunmak istemiş ki Ümmeti yolundan sapıp şeytanın yoluna girmesin diye, şüphesizki bu tebliğ de Allahtandır, bu durumda Ömer hangi akla hizmet Resulullahı sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum, sözde hem Allahtan hem de kendisinden daha fazla düşünerek onun eziyet çekmesini engellemeye kalkmıştır?
Bu olayın gerçek yüzü ise; Gizli teşkilatın planlarını suya düşürecek olası bir vasiyetin yazılmasını engellemekti. Ömer bu davranışıyla bir kez daha Allahın emrinin tecellisini engellemeye çalışmıştır. Ömer yapacağını yaptı, hakkettiğini hakketti, gideceği yere vardı, ya onu savunanlara ne demeli? Allahın ve Resulunun emir ve nehiylerine düşman olan birine velayet edilir mi? Bu şahıs yüzünden ameller heba edilir mi?
Bakalım Mucadele suresi 22. ayet ne buyuruyor:
Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.
Sonuçta; Emellerini gerçekleştirmek için, Usame ordusu hareket edip onlarda orduyla beraber hareket etmek zorunda kalmamak için peygamberin dünyadan gidişini hızlandırmak gereği duydular ve peygamberi sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum ilaç veriyoruz bahanesiyle zehirleyerek şehid ettiler.
Aişe gün gelir Resulullah’ın sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum zehirlenerek şehit edildiği ortaya çıkar da benim yaptığımı anlarlar korkusuyla peygamberin sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum Yahudi kadının verdiği yemekteki zehirden etkilenerek şehit olduğu yalanını uydurdu, ilaç içinde verdiği zehirin de anlaşılmaması için de zatulcenb hastalığı bahanesini uydurdu. Ve böylece peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum Öbür Dünyaya intikal etti. İstedikleri oldu, istedikleri gibi hilafeti gaspettiler, hak ettikleri karar yerine vardılar.
Bize düşen onları aklamaya çalışarak, Allaha ve peygambere sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem gurban olduğum başkaldıran bu insanları veli edinerek onların amellerine ortak olup, amellerimizi onlar yüzünden heba etmek, cehennemi onlarla paylaşmak değil. Ve Allah onları tahrim suresinde kafirler olarak zikretmekte.
Allahumme salli ala Muhammed’in ve Al-i Muhammed ve accil ferecehum vel an ada ehum.
Okuyun! Ziyareti Aşura Ziyareti Aşura Ziyareti Aşura. Okuyun! Ziyareti Camieti Kebire Ziyareti Camieti Kebire Ziyareti Camieti Kebire. Kılın! Gece Namazı Gece Namazı Gece Namazı. ( İmam Mehdi Eccelallahu Taela Ferecehu Şerif )
21 Ocak 2012 Cumartesi
8 Ocak 2012 Pazar
ZİYARETNAME / DUA
Ziyareti Aşura
Ziyareti Aşura
Selam olsun sana ya Eba Abdullah. Selam olsun sana Resulullah’ın oğlu. Selam olsun sana Emir-el Müminin oğlu. Selam olsun sana vasilerin efendisinin oğlu. Selam olsun sana âlemlerin kadınlarının seyyidesi olan Fatıma’nın oğlu. Selam olsun sana ey Allah’ın kanı ve Allah’ın kanının oğlu. Selam olsun sana ey intikamını kendisi alacak olan yalnız şehid. Selam olsun sana ve senin huzurunda eriyen ruhlara. Ebedi olarak benden sizlere Allah’ın selamı olsun. Baki kaldığım ve gece gündüzler baki kaldığı sürece Allah’ın selamı sizlere olsun. Ya Eba Abdullah gerçekten musibet büyüdü. Sana yapılan büyük ve azim musibetler bizlere ve bütün İslam ehline ağır geldi. Göklere ve göklerin tüm ehline çok ağır geldi. Ehli Beyt’e zulüm ve eziyeti hassasiyetle tesis eden ümmete Allah lanet etsin. Allah’ın size verdiği makam ve dereceleri halkın gözünden düşüren ve sizi makamınızdan uzaklaştıran ümmete Allah lanet etsin. Sizi katleden ümmete Allah lanet etsin. Sizleri katletmek için güçlerini birleştirip çaba harcayanlara Allah lanet etsin. Onlardan ve onların taraftarlarından ve onlara tabi olup onları sevenlerden Allah’a ve size sığınırım. Ya Eba Abdullah kıyamet gününe dek sizinle barışık olanla barışık sizinle savaşanlarla savaşırım. Allah Ziyad’ın ve Mervan’ın ehline, soyuna lanet etsin. Allah Ümeyye oğullarının tümüne lanet etsin. Allah Mercane’nin oğluna lanet etsin. Allah Ömer’in oğlu Sad’a lanet etsin. Allah Şimr’e lanet etsin. Seni katletmek için atı gemleyip eğer takıp nigabını bağlayan ümmete Allah lanet etsin. Anam babam sana feda olsun gerçekten senden ötürü musibetim ağırlaşıp büyüdü. Sana yüce makamı veren Allah’tan Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in Ehli Beyt’indeki Mansur olan imamla senin intikamını almayı bana nasip etmesini istiyorum. Allah’ım dünya ve ahirette İmam Hüseyin Aleyhisselam‘ın şefaatiyle bizi şereflendir. Ya Eba Abdullah seni katledenlerden sana karşı savaşa kalkanlardan, bu savaşın temelini hazırlayıp yardım edenlerden, düzenini seninle savaşmak için kuranlardan, sana karşı zulme devam edenlerden, devamını sağlayanlardan, bunu icra edip fiile dönüştürenlerden ve aynı şeyleri şialarınıza da reva görenlerden uzaklaşıp lanetliyorum. Bu uzaklaşıp lanetlememle ve sana olan sevgimle Allah’a, resulüne ve sana yakınlaşıyorum. Onlardan uzaklaşıp Allah’a ve size sığınıyorum. Sizin düşmanlarınızdan ve sizinle savaşı sürdürenlerden ve onların taraftarlarından, tabiilerinden ve sevenlerinden uzaklaşıp lanetleyerek sizi ve sizi sevenleri severek Allah’a ve size yakınlaşıyorum. Gerçekten ben sizinle barışık olanla barışık, sizinle savaşanlarla savaşırım. Sizin sevdiklerinizi ben de seviyorum. Düşmanınıza düşmanım. Sizin ve velilerinizin marifetini bana nasip eden ve düşmanınızdan uzaklaşıp lanetlemeyi bana dünya ve ahirette rızık olarak lütfeden Allah beni dünya ve ahirette de lütfünüzden mahrum etmesin. Dünya ve ahirette sizin katınızda doğru adım atıp sabit kalanlardan etsin. Ve Allah katında övülmüş makamınızdan beni şereflendirmesini istiyorum. Allah’tan siz Ehli Beyt’ten olan hakkı buyuran, zahir olan hidayet imamıyla sizin intikamınızı almayı bana nasip etmesini istiyorum. Allah’tan sizin hakkınızın ve onun katındaki yüce şanınızın hürmetine sizi sevdiğimden ötürü başıma gelen musibetleri göklerde, yerlerde ve bütün islamda verilen musibetlerin en faziletlisi olarak kabul etmesini istiyorum. Allah’ım bulunduğum bu makamda beni senin mağfiret, rahmet ve selamının ulaştığı kimselerden etmeni talep ediyorum. Allah’ım Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in ve Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem`in Ehli Beyt’inin hayatıyla bizleri yaşat. Ve onların ölümüyle bizlere ölüm ver. Allah’ım Ümeyye oğulları ve nebinin durduğu her yer ve mekânda senin ve nebinin diliyle lanetle. Çokça lanetlenmişin ve ciğer yiyenin oğlu bu günü (aşura) mübarek sayıp bayram ilan ettiler. Allah’ım Ebu Süfyan’a, Muaviye’ye, Muaviye’nin oğlu Yezit’e lanet et. Allah’ım senin ilelebet lanetin onlara olsun. Bugün imam Hüseyin Aleyhisselam’ı şehit etmekle Ziyad ve Mervan’ın ehli ve evlatları sevinip bayram ettiler. Allah’ım lanetini onlara artırdıkça artır. Allah’ım bu günde ve durduğum şu yerde ve hayatımın günlerinde onlardan uzaklaşıp lanet ederek resulunu ve Ehli Beyt’ini severek sana yakınlaşıyorum.
Yüz kere şöyle de: Allah’ım Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in ve ailesinin hakkına zulmeden birinci zalime ve sonuna dek bu zulmü devam ettirene, benimseyip tabi olanlara lanet et. Allah’ım imam Hüseyin Aleyhisselam’a karşı güçlerini kullanıp savaşan topluluğa lanet et. Onların taraftarlarına, biat edenlerine ve tabi olanlarına ve şahadetine razı olanlara lanet et.
Yüz kere şöyle de: Ya Eba Abdullah selam sana ve senin huzurunda eriyen ruhlara. Allah’ın sonsuz selamı sana olsun baki kaldığım, gece ve gündüzler de baki kaldığı sürece. Allah ahdime vefa ettiğim bu ziyareti son ziyaret kılmasın. Selam olsun İmam Hüseyin Aleyhisselam’a ve oğlu imam Ali Aleyhisselam’a ve evlatlarına ve ashabına
Allah’ım lanetimi birinci zalime has kıl. Birincisinden başlayarak ikincisine, sonra üçüncüsüne, sonra dördüncüsüne, sonrada beşincileri olan Yezit’e lanet et. Allah’ım Ubeydullah oğlu Ziyad’a Mercane’nin oğluna, Ömer oğlu Sad’a, Şimr’e, Ebu Süfyan ailesine, Ziyad ve Mervan ailesine kıyamet gününe dek lanet et.
Sonra secdeye gidip şöyle de: Allah’ım bütün müsibetlere rağmen şükredip hamd edenlerin hamdleri sanadır. Bütün azim ve büyük müsibetlerimde de Allah’a hamd olsun. Allah’ım kıyamet günü İmam Hüseyin Alehisselam’ın şefaatıyla beni rızıklandır. Allah’ım beni kendi katında doğru adım atıp sabit kalanlardan kıl. Ve beni İmam Hüseyin Aleyhisselam için her şeylerini feda eden ashabıyla meşhur eyle.
Yüz kere şöyle de: Allah’ım Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in ve ailesinin hakkına zulmeden birinci zalime ve sonuna dek bu zulmü devam ettirene, benimseyip tabi olanlara lanet et. Allah’ım imam Hüseyin Aleyhisselam’a karşı güçlerini kullanıp savaşan topluluğa lanet et. Onların taraftarlarına, biat edenlerine ve tabi olanlarına ve şahadetine razı olanlara lanet et.
Yüz kere şöyle de: Ya Eba Abdullah selam sana ve senin huzurunda eriyen ruhlara. Allah’ın sonsuz selamı sana olsun baki kaldığım, gece ve gündüzler de baki kaldığı sürece. Allah ahdime vefa ettiğim bu ziyareti son ziyaret kılmasın. Selam olsun İmam Hüseyin Aleyhisselam’a ve oğlu imam Ali Aleyhisselam’a ve evlatlarına ve ashabına
Allah’ım lanetimi birinci zalime has kıl. Birincisinden başlayarak ikincisine, sonra üçüncüsüne, sonra dördüncüsüne, sonrada beşincileri olan Yezit’e lanet et. Allah’ım Ubeydullah oğlu Ziyad’a Mercane’nin oğluna, Ömer oğlu Sad’a, Şimr’e, Ebu Süfyan ailesine, Ziyad ve Mervan ailesine kıyamet gününe dek lanet et.
Sonra secdeye gidip şöyle de: Allah’ım bütün müsibetlere rağmen şükredip hamd edenlerin hamdleri sanadır. Bütün azim ve büyük müsibetlerimde de Allah’a hamd olsun. Allah’ım kıyamet günü İmam Hüseyin Alehisselam’ın şefaatıyla beni rızıklandır. Allah’ım beni kendi katında doğru adım atıp sabit kalanlardan kıl. Ve beni İmam Hüseyin Aleyhisselam için her şeylerini feda eden ashabıyla meşhur eyle.
Nahiyet-ul Mugaddese
Nahiyet-ul Mugaddese
Selam olsun Allah’ın mahlukları arasında halis ve saf olan Adem’e. Selam olsun Allah’ın velisi ve seçtiği Şeys’e. Selam olsun Allah’ın huccetiyle Allah için kaim olan İdris’e. Selam olsun çağrısına cevap verilen Nuh’a. Selam olsun Allah’ın yardımıyla desteklenmiş Hud’a. Selam olsun Allah’ın kerametiyle teveccüh ettiği Salih’e. Selam olsun Allah’ın dost ettiği İbrahim’e. Selam olsun kurban edilişi Allah’ın cennetinden getirilen büyük kurbanla değiştirilmiş İsmail’e. Selam olsun Allah’ın nubuvveti zürriyetine verdiği İshak’a. Selam olsun Allah’ın rahmetiyle gözlerine şifa bağışladığı Yakub’a. Selam olsun Allah’ın azametiyle kuyudan kurtardığı Yusuf’a. Selam olsun Allah’ın kudretiyle denizi onun için yardığı Musa’ya. Selam olsun Allah’ın nubuvvetini has kıldığı Harun’a. Selam olsun ümmetine karşı Allah’ın yardım ettiği Şueyb’e. Selam olsun Allah tarafından hatası affedilmiş Davud’a. Selam olsun Allah’ın izzetiyle cinlerin zelil olduğu Süleyman’a. Selam olsun Allah tarafından hastalığına şifa verilen Eyyüb’e. Selam olsun Allah’ın hakkında verdiği vaadi yerine getirip tamamlayan Yunus’a. Selam olsun ölümünden sonra Allah’ın dirilttiği Uzeyr’e. Selam olsun bela ve musibetine sabreden Zekeriya’ya. Selam olsun Allah’ın şehadetiyle yakınlaştırdığı Yahya’ya. Selam olsun Allah’ın ruhu ve kelimesi olan İsa’ya.
Selam olsun Allah’ın habibi, saf ve temizi Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e. Selam olsun Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in kardeşliğine has kılınan Emir-el Muminin Ali ibni ebi Talib Aleyhisselam’a. Selam olsun Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in kızı Hz. Fatimet-uz Zehra Selamullahaleyha’ya. Selam olsun onun halifesi ve babasının razı olduğu Ebi Muhammed-il Hasan Aleyhisselam’ a. Selam olsun nefsini ve hayatını karşılıksız bağışlayan İmam Huseyn Aleyhisselam’a. Selam olsun gizlide ve açıkta Allah’a itaat eden kimseye. Selam olsun Allah’ın şifayı toprağında karar kıldığı kimseye. Selam olsun kubbesi altında duaların kabul edildiği kişiye. Selam olsun soyundan imamların geldiği kişiye. Selam olsun Hatem-il Enbiya Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in oğluna. Selam olsun vasilerin seyyidi ve ağasının oğluna. Selam olsun Hz. Fatimet-uz Zehra Selamullahaleyha’nın oğluna. Selam olsun Hz. Haticet-ul Kubra Selamullahaleyha’nın oğluna. Selam olsun Sidret-ul Munteha’nın oğluna. Selam olsun Cennet-ul Meva’nın oğluna. Selam olsun Zemzem ve Sefa’nın oğluna. Selam olsun kanına bürünmüşe. Selam olsun çadırlarına saygısızlık yapılmış kişiye. Selam olsun Kisa Ashabı’nın beşincisine.
Selam olsun tanınmamışlardan olana. Selam olsun şehitlerin şehidine. Selam olsun piçler tarafından katledilmiş olana. Selam olsun Kerbela’da sakin olana. Selam olsun gökteki meleklerin ağladığı kişiye. Selam olsun zurriyeti saf ve temiz kişiye. Selam olsun dinin sahibi ve koruyucusuna. Selam olsun burhan ve delillerin menziline. Selam olsun hâkim ve sahip olan imamlara. Selam olsun kana bulanmış sinelere. Selam olsun kuruyup da solmuş dudaklara. Selam olsun kökünden sökülmüş canlara. Selam olsun koparcasına alınmış ruhlara. Selam olsun arınmış ve kurtulmuş cesetlere. Selam olsun solmuş cisimlere. Selam olsun dökülüp de akan kanlara. Selam olsun kesilip ayrılmış uzuvlara. Selam olsun konuşan başlara. Selam olsun mücadele eden meşhur kadınlara. Selam olsun müminlerin Rabbi’nin huccetine. Selam olsun sana ve tahir olan babalarına ve şehit evlatlarına. Selam olsun sana, yardım ve nusret sahibi olan soyuna. Selam olsun sana ve senin için feryat edip ağlayan meleklere. Selam olsun zulme uğrayarak katledilmişe. Selam olsun kardeşi (İmam Hasan Aleyhisselam) zehirlenmiş olana. Selam olsun Hz. Ali Ekber’e. Selam olsun süt emen Esğere (Hz. Ali Esğer).
Selam olsun soyulup da talan edilmiş bedenlere. Selam olsun gurbet itretine.(Tanınmamış aileye). Selam olsun vatanlarından uzaklaşmış olanlara. Selam olsun kefensiz defn olanlara. Selam olsun bedenlerinden ayrılmış başlara. Selam olsun sabrı kendisine vacib eden kişiye. Selam olsun yardımcısı olmayan mazluma. Selam olsun saf ve temizleyici toprağın sakinine. Selam olsun yüce kubbenin sahibine. Selam olsun Celil’in (Allahın ismi) temiz ve tahir kıldığı kişiye. Selam olsun Cebrail’in şereflenip de öğündüğü kişiye. Selam olsun beşikteyken Mikail’in konuştuğu kişiye. Selam olsun zimmeti ve korunmuşluğu küstahlığa uğratılıp kırılan kişiye. Selam olsun hürmet ve saygınlığına edepsizlik yapılmış kişiye. Selam olsun zulümle kanı akıtılmış kişiye. Selam olsun yaralarının kanıyla gusul verilmiş kişiye. Selam olsun mızrak kâselerinin kanını yudumladığı kişiye. Selam olsun zulme uğrayışı mubah ve caiz sayılan kişiye. Selam olsun emrine itaatin kesildiği kişiye. Selam olsun halk tarafından faziletinin inkar edilip de defnedildiği kişiye. Selam olsun kalbinin ana damarı parçalanmış kişiye. Selam olsun yardımcısı olmaksızın himaye edene. Selam olsun saçlarına kına yakılmış olana (Kanla boyanmış). Selam olsun yüzünde toprağın şereflendiği kişiye. Selam olsun hürmeti kırılmış bedene. Selam olsun kılıcın dudaklarına dokunduğu kişiye. Selam olsun yükseltilmiş başa.
Selam olsun çöllerde yerlere düşürülmüş, elbiseleri parçalanmış, kurt sıfatlıların düşmanca saldırışına ve ısırışlarına uğramışlara, zararlı, yırtıcı ve vahşi hayvan sıfatlıların üzerlerinde gidip geldiği cisimlere selam olsun. Selam olsun sana ey benim Mevlam! Selam olsun kubbenin etrafında kanat çırpan meleklere. Selam olsun toprağının sınırlarında duran meleklere. Selam olsun bu mübarek yerde hizmet eden meleklere. Selam olsun ziyaretin için bu mekâna giren meleklere. Selam olsun sana, ben gerçekten de sana doğru gelmeyi kastettim ve senin yanında kurtuluşu umut ettim. Senin hürmet ve saygınlığını tanıyan, vilayetine karşı halis ve muhlis olan, senin muhabbetinle ve düşmanlarından beraat etmekle Allah’a yakınlaşan, senin musibetinle kalbi yaralanmış, senin zikrin olunduğun da gözyaşları dökülmüş, acı çekip de kederlenmiş, hüzünlenmiş, üzüntüden çılgına dönmüş, zelil ve biçare olmuş kişinin selamıyla selam olsun sana.
Eğer Taif’de (Kerbela’da) senin yanında olsaydı keskin kılıçlara karşı canıyla sana siper olurdu. Senin uğruna ölümün son nefeslerini verirdi. Senin huzurunda cihad eder, başkaldıranlara karşı sana yardım ederdi. Ruhunu, cesedini, malını ve evladını sana feda ederdi. Ruhu senin ruhuna fedadır. Ehli senin ehline koruyucudur. İşte o kişinin selamıyla selam olsun sana. Oysa dehr beni geriye attı. Senin takdir edilmiş yardımına koşmama engel oldu. (Allahu Teala zuhur ve ricatta İmam Huseyn Aleyhisselam’ın intikamını alma ve ona yardım etme fırsatını bütün müminlere vermeyi taktir etmiştir.) Bu yüzden seninle harb edenlerle savaşamadım. Huzurunda düşmanca dikilenlerin karşısına dikilemedim. Sana gelen musibetlerden ötürü kederlenip gam ve hüzne bürünmüşüm. Üzüntü ve özlemimden ötürü sabah akşam senin için yas tutup ağlarım. Gözlerimden yaşlar yerine kan akar. Öyle ki bu musibetin yakıcı ateşi ve bu üzüntünün boğazımda düğümlenişi beni ölüme götürür.Şehadet veriyorum sen namazı ikame ettin, zekâtı verdin. Marufu (bütün iyilikler) emredip münkeri (bütün kötülükler) ve düşmanlığı nehyettin. Allah’a iaat edip asla isyan etmedin. Allah’a ve O’nun ipine sarılıp O’nu razı ettin. O’ndan çekinip, hayâ edip O’nu gözettin. Kanunları koyup fitneyi söndürdün. İrşada davet edip doğruluk ve sağlamlık yollarını açıkladın. Allah yolunda hakkına layık cihad ettin. Allah’a itaat edip ceddin Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e tabi oldun. Babanın sözünü işitip tuttun. Kardeşinin vasiyetine koşup onu yerine getirdin. Dinin direklerini sağlamlaştırıp, tuğyan ve isyanın önünü aldın. Tağutlara (Allah’ın emrine isyan edip uymayan herkes) büyük bir darbe vurdun. Ümmete nasihat ettin. Ölüm anında Allah’ı tenzih etin. Fasıklarla mücadele edip savaştın. Allah’ın huccetlerini kaim edip ayağa diktin. İslam ve Müslümanlar’a merhametliydin. Hakkın yardımcısıydın. Belalar anında sabırlıydın. Dini koruyup gözetirdin. Dinin memleketinden düşmanları kovup atardın. Hidayeti korur yardım ederdin. Adaleti açıp neşredip yayardın. Dine yardım eder, onu açıklayıp izhar ederdin. Kötü, boş ve saçma olan her şeye engel olur ve defederdin. Horlanıp da aşağılanmışın hakkını şereflenip de üste çıkandan alırdın. Hükümlerinde güçlü ve zayıf olana eşit davranırdın. Yetimlerin baharı ve halkın sığınağıydın.
İslam’ın izzeti, hükümlerin madenisin. Nimetin sebebisin. Ceddin ve babanın yolunu takip ettirensin. Vasiyet etmede aynı kardeşine benziyorsun. Ahdine vefa eden, mizacından razı olunan, lutfu ve keremi zahir olan, karanlıkları sabah eden, yolların hak ve doğru olanı, yaratıklara kerim olan, öncesi de sonrası da azamet sahibi, şerefli ve yüce soydan gelen (hem baba hem de anne tarafı), yüksek dereceler, sayısız faziletler, hamd edilip de övülmüş bir kişilik, çok ve karşılıksız ihsan sahibisin. Halimsin (sabrın en üst derecesi), reşitsin (hidayet sahibi), temsil edensin (Allah’ın temsilcisi), lutuf sahibi ve bağışlayansın, ilim ve kudret sahibisin. İmamsın ve şehitsin, Allah’ı çokça anıyorsun. Naibsin, habibsin ve heybetin sahibisin. Hz. Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in evladısın. Kuran’ın kaynağı ve dayanağısın. Ümmetin yardımcısı ve desteğisin. İtaat hususunda cihat ediyorsun. Misak ve ahidlerin koruyucususun. Fasıkların yolundan uzaksın. Bütün gücünle yardım ve lütufta bulunansın. Uzun rükûlar ve secdelerin sahibisin. Dünya’dan el etek çekip, göçüp giden zahidsin. Dünya’dan vahşet edenlerin gözüyle ona bakarsın. Dünya ile ilgili umut ve arzularını yasaklayıp alıkoymuşsun. Gönlünü Dünya ve ziynetlerinden ayırmışsın. Dünya’nın güzellik ve sevincine göz kapatmışsın. Ahirete olan rağbetin Maruf ve Meşhurdu.
Sonunda adaletsizlik ve sitem bütün gücünü ortaya serdi. Zulüm bütün silahlarıyla savaşa durdu. Sapıklar bütün tabilerini, dostlarını ve yardımcılarını çağırdı. Sense ceddinin hareminde oturmaktaydın. Zalimlere karşıydın. Evin ve mihrabın sakiniydin. Şehvet ve lezzetlerden uzaktın. Güç ve imkan dahilinde, kalbin ve dilinde bütün münkerleri (kötü ve çirkin işler) inkar edip karşı gelirdin. İlim onları inkâr etmeni gerektirdi. Ve facirlerle (pislik ve günahkârlar) cihat etmek zorunlu hale geldi. Evlatların, yakınların, şiaların ve seni sevenlerle birlikte yola koyuldun. Hakkı ve gerçekleri beyyine ve delillerle bütün çıplaklığıyla ortaya koydun. Hikmet ve güzel vaizle Allah’a davet ettin. Mabud’a itaat edilmesini, ceza hükümlerinin uygulanmasını emrettin. Çirkin ve pis işlerden, tuğyan ve isyandan nehyettin. Onlarsa zulüm ve düşmanlıkla karşına çıktılar. Nasihat edip huccet ve delilleri onlara tamamladıktan sonra onlarla cihad ettin. Onlar sana verdikleri ahdi ve ettikleri biati kırıp döndüler. Rabbin’i ve ceddini gazaba getirdiler. Ve seninle harbe tutuştular. Sense bütün saldırılar ve darbelere sarsılmadan karşı durdun. Facirlerin ordusunu ezip una çevirdin. Orduyu öylesine yarıp geçtin ki onları toza toprağa boğdun. Kuşandığın Zülfikar’la savaşıyordun sanki ihtiyar sahibi İmam Ali Aleyhisselam’dın İmam Ali Aleyhisselam. Onlar senin metanet, soğukkanlı ve korkusuzca savaştığını, asla dönüp kaçmayacağını görünce hile ve kurnazlıkla sana suikast tuzakları hazırladılar. Sonunda kurdukları entrika ve oyunlarla ve şirret düşüncelerle seni katlettiler. Lanetli, ordusuna suyu kesmelerini ve suyun gelişini engellemeyi emretti.
Ve seninle savaşa tutuştular. Seni atından indirmek için çok aceleciydiler, sana doğru oklar ve mızraklar attılar. Ellerini senin emrini kökten kurutmak için açtılar. Asla senin hakkına riayet etmediler. Senin hakkında, seni sevenleri katletme (ve sana ait olan şeyleri yağmalamada) hususunda düştükleri hiçbir günahı önemsemediler. Toz ve dumanlar arasında sen en öndeydin, bütün eziyetlere tahammül ediyordun. Göklerin melekleri senin sabrın hususunda hayrete düşmüşlerdi. Her taraftan seni kuşatmışlardı. Seni yaralayıp yorgun ve bitkin düşürmek istiyorlardı. Seninle çadırlar arasında engel olmuşlardı. Artık bir yardımcın kalmamıştı. Allah’ın rızasıyla sabredendin. Kadınlarını ve evlatlarını koruyordun. Sonunda seni atından düşürdüler ve sen yaralıydın. Yere inerken atlar etrafında dörtnala sağa sola koşmaktaydılar. Tağutlar keskin kılıçlarıyla sana saldırıyorlardı. Alnın ölümün süzülen teriyle ıslanmıştı. Sana yaklaşmaktan ürkercesine sağına ve soluna toplanıp sonra dağılmaktaydılar. Sense bakışlarını konakladığın yere ve orda bulunan ehlibeytine çevirmiştin. Evlatlarını ve ehlibeytini düşünmekle meşguldün. Atın ürkerek ve hızlıca çadırlara koşup gelmişti. Sessizce feryat edip ağlıyordu. Kadınlar, atını utanırcasına boynunu bükmüş ve üzerindeki eğeri yana düşmüş görünce, yüzleri sararıp da açılmış olarak, başlarına döverek, yanaklarını, yüzlerini yırtarak çadırlardan dışarıya çıkmışlardı. Yüksek sesle bağırıp feryat etmekteydiler. İzzetli yaşayıştan sonra eziyete düşmüşlerdi. Ve senin durduğun yere doğru koşmaktaydılar.
Şimr melunu etrafında dönmekte ve kılıcını sana yöneltmişti. O melun seninle sevenlerinin arasındaki bağı kesti. Hislerin sükunete, nefesinse gabya çekilmişti. Başın mızraktaydı. Ehlin köleler gibi esir edilmişti. Demirlere zincirlerle bağlanmıştı. Kambur ve eğersiz binekler üstündeydiler. Havanın kızgın sıcağı yüzlerini yalamaktaydı. Sahralarda ve çöllerde sürüklenmekteydiler. Elleri boyunlarına bağlanmıştı. Sokaklarda dolaştırılmaktaydılar. İsyancı fasıkların vay haline. Seni katletmekle İslam’ı katlettiler. Namazı ve orucu iptal edip hükmünü kaldırdılar. Sünnetleri ve ahkâmları bozup harap ettiler. İman esaslarını tahrip ettiler. Kuran’ın ayetlerini tahrif ettiler. Düşmanlık ve küstahlıkta hadlerini aştılar. Ve bu duyguyla dine hücum ettiler. Böylece sana edilen zulümle, Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem zulme uğramış oldu. Ve senin intikamını almak için bekleyişe koyuldu. Allah’ın kitabı terkedilmiş oldu. Sana kahrettiklerinde hakka ihanet ettiler de karşısına karanlığı diktiler. Senin gidişinle Allahu Ekber La İlahe İllallah, helal ve haram emirleri, nazil edilen kuran tevil ve manasıyla birlikte yok olup gitti. Senden sonra gayrileştirme ve değiştirmeler, ilhat ve dinden çıkıp ta sapmalar, din emirlerinin iptal edilişi, heva ve heveslere uyma, sapıklıklar, fitneler ve batıllar zahir olup ortaya çıktı. Senin şehadetinin habercisi ceddin Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in mubarek kabrinin yanına gelip durdu. Sağanak bir halde akan gözyaşlarıyla senin şehadetini O’na Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e arz edip bildirdi. Şöyle arz ediyordu: Ey Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem! Oğlun ve yiğidin şehit edildi. Ehlin ve yakınlarının kanı döküldü.Zulüm ve hakareti onlara reva görüp mubah saydılar. Senden sonra zurriyetini ve soyunu esir ettiler. İtretin ve yakınların belalara düçar oldular. Hz. Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ızdıraba düştü. Hüzünle dolmuş kalbi ağladı. Melekler ve peygamberler sana taziyede bulundular. Annen Hz. Zehra Selamullahaleyha senin için acı çekip kederlendi. Mukarreb melekler ordusu durmaksızın gidip gelmekte Baban Emir-el Muminin Aleyhisselam’a taziyede bulunuyorlardı. E’la İlliyyinde (yüce cennette) senin için matem tutuyordular. Huruleyn (cennetteki en üstün huriler) senin için feryat edip başlarına vuruyorlar ve yüzlerini yırtıyorlardı. Gökler ve onda sakin olanlar, cennetler ve içindekiler, bütün dağlar, tepeler ve etrafları, denizler ve içindeki hayvanlar, Mekke ve binası (Kabe) cennetler ve gençleri, Beyt ve Makam, Meşer ve Haram, İhram ve Hill (ihramdan çıkış) senin için ağladılar.
Ey Allah’ım! Bu yüce mekânın hürmeti hakkı için Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ve Ali Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e salat gönder. Beni Onlar’ın zümresinde ve yanında meşhur et ve Onlar’ın şefaatiyle beni cennetine dâhil et. Ey Allah’ım! Ey hesaba çekenlerin en hızlısı! Ey kerimlerin en kerimi! Ey hâkimlerin hâkimi, bütün âlemlerin resulu ve nebilerin hatemi Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e, kardeşi ve amcasının oğlu Enze-ul Betin (ilim ve kudretin kaynağı) Alim-ul Mekin (ilmin kökü) Emir-ul Muminin Ali Aleyhisselam’a, alemlerin kadınlarının seyyidesi Hz. Fatime Selamullahaleyha’ya, Muttakilerin sığınağı tertemiz İmam Hasan Aleyhisselam’a, şehitlerin en kerimi İmam Eba Ebdillahil Huseyn Aleyhisselam’a, O’nun katledilmiş evlatlarına, zulme uğramış itretine, İmam Huseyn Aleyhisselam’ın oğlu İmam Ali Zeynelabidin Aleyhisselam’a, evvellerin kıblesi İmam Ali Aleyhisselam oğlu İmam Muhammed Aleyhisselam’a, sadıkların en sadığı İmam Muhammed Aleyhisselam oğlu İmam Cafer Aleyhisselam’a, bütün buhran ve delilleri zahir eden İmam Cafer Aleyhisselam oğlu İmam Musa Aleyhisselam’a, İmam Musa Aleyhisselam oğlu İmam Ali Aleyhisselam’a, İmam Ali Aleyhisselam oğlu İmam Muhammed Aleyhisselam’a, zahidlerin en zahidi İmam Muhammed Aleyhisselam oğlu İmam Ali Aleyhisselam’a, halifelerin varisi ve bütün yaratıkların hucceti İmam Ali Aleyhisselam oğlu İmam Hasan Aleyhisselam’a tevessül ediyorum ve onların hakkı için, Yasin ve Taha Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ehli, sadıklar, ihsan ve iyiliğin sahipleri Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ve Ehlibeyt Aleyhimusselam’a salat gönder. Kıyamet günü beni emniyette olanlardan, sukunete erenlerden, kurtulanlardan, ferahlığa kavuşup mutlu olanlardan ve müjde verilmişlerden karar kıl.
Ey Allah’ım! Beni Müslümanlar sayfasına yaz ve beni salihlere kavuştur. Ahirlerde (sonrakilerde) benim için sadık lisan karar kıl. Zalimlere karşı bana yardım et. Hasetçilerin tuzaklarından beni koru. Hilecilerin hilelerini benden uzaklaştır. Zalimlerin ellerini üzerimden çek. E’la İlliyyinde bereket ve meymenet sahipleriyle birlikte et. Nimet verdiğin nebilerle, sıddıklarla, şehitlerle, salihlerle beraber et. Rahmetinin hürmetine. Ey Erhemerrahimin!
Ey Allah’ım! Seni masum olan peygamberine yemin verdiriyorum.
Ziyareti Camiet-ul Kebire
Merhum Şeyh Saduk “MenLa Yehzuruhu-l Fakih ” adlı kitabında kendi senediyle Muhammed b. İsmail-i Bermeki’den Abdullah oğlu Musa en-Nahai’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: İmam Ali en Naki Aleyhisselam’ a “ Ey Resululullah Sallallahu aleyhi ve alihi’nin torunu! Sizden birinizi ziyaret ettiğimde okumam için açık ifadeli ve öz anlamlı bir ziyaret öğretin” diye arzettim. İmam Ali en-Naki Aleyhisselam şöyle buyurdu: Kapıya ulaştığında dur ve (ziyaret için) gusul yapmış bir halde şahadeteyni (kelime-i şehadeti) söyle, içeriye girip biraz ilerle, zirehi gördüğünde tekrar dur ve otuz defa “Allahu Ekber” de, sonra kısa adımlar atarak vakarlı bir halle biraz daha ilerle, sonra durup tekrar otuz defa “Allahu Ekber” de, sonra (biraz daha ilerle ve) zirehe yakın bir yerde durarak kırk defa daha “Allahu Ekber” de ve böylece yüz tekbiri tamamla ve sonra şöyle de:
Selam size ey nubuvvet evinin ehli ve risaletin mekanı ve konusu ve meleklerin gelip gitmekle mükellef oldukları yer ve haklarında ihtilafa düştükleri kimseler ve vahyin hubut ettiği (aşağı indiği) yer ve rahmetin madeni ve ilmin hazinedarları ve hilmin muntehası (sınırı) ve keremin (karşılıksız yüce bağış) usul ve kökleri ve ümmetlerin önderleri ve nimetlerin sahipleri ve velileri ve iyiliğin ve iyilerin unsuru (özü) seçkin ve hayırlı olanların dayanakları ve kulların mütevellileri ve edep öğreticileri ve yöneticileri ve şehirlerin sütunları ve direkleri ve iman kapıları ve Rahman’ın eminleri ve nebilerin sülalesi ve mürsellerin en hasları ve alemlerin Rabb’inin seçkin resulunun ailesi ve Allah’ın rahmeti ve bereketi. Selam size ey hidayet imamları ve zifiri karanlıkların misbahları ve meşaleleri ve takva sancakları ve bayrakları ve aklın ve zekânın sahipleri ve varlığın sığınağı ve nebilerin varisleri ve yüce ve ulu misal ve en güzel davet ve Allah’ın dünya ve ahiret ehline ve vilayete en yakın olanlara huccetleri ve Allah’ın rahmeti ve bereketi. Selam size ey Allah’ın tanındığı yerler ve Allah’ın bereketinin meskenleri ve Allah’ın hikmetinin madenleri ve Allah’ın sırrının koruyucuları ve Allah’ın kitabının taşıyıcıları ve Allah’ın nebisinin vasileri ve Allah’ın resulunun zürriyeti. Ey Allah’ım! Salat ve selam gönder O’na ve ehline ve Allah’ın rahmeti ve bereketi. Selam size ey Allah’a davet edenler ve Allah’ın rızasına götüren kanıtlar ve deliller ve Allah’ın emrinde istikrarlı ve sabit olanlar ve Allah’ın muhabbet ve sevgisinde tam ve kamil olanlar ve Allah’ın tevhidinde halis ve muhlis olanlar ve Allah’ın emrini ve nehyini izhar edenler ve O’nun emrine amel edenler ve sözle O’nun önüne geçmeyen kerim kullar ve Allah’ın rahmeti ve bereketi. Selam size ey davet edicilerin imamları ve hidayet edicilerin önderleri ve velilerin seyyidleri ve ağaçları ve himayet edenlerin koruyucuları ve zikrin ehli ve sahibi ve emrin sahibi ve Allah’ın baki kalanı ve Allah’ın has ve seçkin olanı ve Allah’ın hizbi ve tarafı ve Allah’ın ilminin heybesi ve Allah’ın hucceti ve sıratı ve yolu ve Allah’ın nuru ve burhan ve kanıtı ve Allah’ın rahmeti ve bereketi. Allah’ın kendi nefsine şehadet ettiği gibi ve meleklerinin ve yaratıkları içerisindeki ilim sahiplerinin O’ndan başka İlah olmadığına şehadet ettikleri gibi bende şehadet ederim. Allah’tan başka İlah yoktur ve Vahiddir, birdir, şeriki ve ortağı yoktur. O’ndan başka İlah yoktur ve Aziz ve Hekimdir. Ve şehadet ederim Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem O’nun razı olunmuş resulu ve has ve seçkin ve necib kuludur. O’nu hidayet ve hak dinle müşrikler istemese dahi bütün dinlere galip ve hakim kılmak için gönderdi. Ve şehadet ederim sizler irşad ve hidayet imamlarısınız masum ve kerimsiniz. Mukarreb (yakın olanlar) ve takva sahibi ve doğru ve sadık olan sizsiniz ve Allah’ın seçtikleri ve O’na itaat eden sizsiniz. O’nun emrini kaim edip ayakta tutan ve O’nun iradesiyle amel eden sizsiniz O’nun kerametiyle kurtuluş sahiplerisiniz. Sizi kendi ilminin sahipleri olarak karar kıldı ve kendi gaybı (yaratılmışlara örtülü olan) hususunda sizden razı oldu. Sizi sırrı için ihtiyar seçti (seçti). Kudretiyle sizi tercih etti. Hidayetiyle sizi Aziz ve İzzetli etti. Kendisine burhan ve delil olarak sadece sizi has kıldı ve nuru için sizleri seçti. Ve ruhuyla size yardım edip destekledi ve teyit etti. Ve yeryüzünde sizlerin halifeliğinize razı oldu ve sizleri varlığa huccet olarak karar kıldı. Ve siz dininin yardımcıları ve sırrının koruyucularısınız. Ve ilminin saklandığı ve korunduğu yer ve hikmetinin bırakıldığı yer ve vahyinin tercümeleri ve tevhidin kökleri ve temelleri ve yaratıklarının şahitleri ve kullarına öncülük edenler ve varlık memleketlerinin ve şehirlerinin nurlandığı ve ışığını aldığı yerler ve Allah’ın sıratı ve yolunun delilleri. Allah sizi bütün fitne ve yanlışlardan ve sürçmelerden korudu. Ve sizi bütün kir ve lekelerden temiz tuttu ve tertemiz karar kıldı. Siz O’nun Celal’ini azametle yâd ettiniz. Şanının büyüklüğünü andınız ve kereminin yüceliğini methettiniz. Zikrini daimi kıldınız ve O’nun misakını ve ahdini teyit edip onayladınız. O’nun itaatine bağlılığı emredip güçlendirdiniz ve O’nun için gizlide ve aşikârda nasihat ettiniz. Hikmet ve güzel vaazla O’nun yoluna davet ettiniz. O’nun razı olduğu yerlerde canınızı bağışladınız O’nun sevgisinde ve tarafında başınıza gelen musibetlere sabrettiniz. Namazı ikame ettiniz ve zekatı verdiniz. Marufa (vilayet yoluna) emredip, münkerden nehyettiniz. Tam olarak ve hakkına layık olarak Allah için cihad ettiniz. Öyle ki O’nun davetini aşikar ettiniz ve O’nun farzlarını beyan edip açıkladınız. Ve O’nun hududunu ve ceza hükümlerini mukarrer ve sabit kıldınız. Ve ahkâmını kanunlarını neşredip yaydınız ve ilahi sünneti kaim edip muhkemleştirdiniz. Bütün bunları O’nun rızasıyla yaptınız. O’nun kaza ve kaderine teslim oldunuz. O’nun geçmiş resullerini tasdik edip onayladınız. Sizin yolunuzdan sapan dinden dönmüş ve sapıtmıştır. Sizin emrinize boyun eğmek ve size ulaşmak vacip ve zorunludur. Sizin hakkınızda taksir edip kusur işleyenler mahvolmuş ve batıla düşmüştür. Şüphesiz hak sizinledir, sizdedir, sizdendir ve size doğrudur. Hakkın ehli ve sahibi sizsiniz ve siz hakkın madenisiniz. Nubuvvet mirası sizin yanınızdadır. Ve yaratılmışların dönüşü sizedir ve onları hesaba çekecek olan sizlersiniz. Hak ve batılı ayıran faslul hitap sizin yanınızdadır. Allah’ın ayetleri sizin nezdinizdedir. Ve O’nun kesin hükümleri sizdedir. O’nun nuru burhanı sizin indinizdedir ve O’nun emri sizinle beraberdir. Sizi mevlası olarak bilen gerçekten de Allah’ı mevlası olarak bilmiştir. Size düşmanlık eden gerçekten de Allah’a düşmanlık eder sizi seven Allah’ı sevmiş olur size buğz eden Allah’a buğz eder. Size tutunan Allah’a tutunmuştur. Sıratul egvem (doğru yol) sadece sizsiniz. Fena evinin (dünyanın) şahitleri sizsiniz. Beka yurdunun (ahiret gününün) şefaatçileri sizsiniz. Daimi olan kesintisiz rahmetsiniz. Ve gizli hazinede saklanmış ayetsiniz. Mahfuz edilip korunmuş emanetsiniz. İnsanların müptela edilip imtihana tutuldukları kapı sizsiniz. Size gelen kurtuluşa erer ve sizden yüz çeviren helak olur. Allah’a davet edip O’na delalet ediyorsunuz. O’na iman edip teslim olup ve O’nun emrine amel ediyorsunuz. O’nun yoluna irşad ve hidayet edip O’nun sözüyle hükmediyorsunuz. Sizi seven saadete ulaşır size düşmanlık eden helak olur. Sizi inkâr eden hüsrana uğrar ve umutsuzluğa düşer. Sizden ayrılan zelalete ve sapıklığa düşer. Ve size tutunan büyük kurtuluşa erer. Size sığınan emniyet ve güvendedir. Ve sizi tasdik edip kabullenen selamete ulaşmıştır. Sizin emrinize sarılanlar hidayet olmuştur. Size uyup tabi olanların makamı cennettedir. Ve size muhalif olup karşı gelenlerin yeri cehennemdir. Sizi inkâr eden kâfirdir. Sizinle harp edip savaşan müşriktir. Sizi reddeden cehennemin en aşağılık yerindedir. Şahadet ederim bu makam geçmişteki zamanlarda sizin için vardı ve geriye kalmış bütün zamanlarda da devam edecektir. Ve şahadet ederim ruhlarınız, nurunuz ve toprağınız vahittir ve birdir bazısı bazısından kokusunu ve temizliğini almıştır. Allahu Teala sizleri nurlar olarak yarattı ve sizi kendi Arş’ına hakim etti ve siz Arş’ı ihata edip kuşatmışsınız. Allahu Teala sizinle bize minnet bıraktı. Allahu Teala sizi öylesine evlere bıraktı ki o evlerde isminin zikredilip yüceltilmesine izin verdi. Sizin vilayetinizden bize mahsus kılınan nimet ve sizin için getirdiğimiz salavatlar bizim yaratılışımızın pak ve temiz ve doğumumuzun helalzade ve canlarımızın ve nefislerimizin tahir ve temiz ve bizim için tezkiye ve temizlenme ve günahlarımıza keffare olarak bize geri döner. Bizler Allah’ın katında sizin faziletinize itiraf edip teslim olanlar ve sizi tasdik edip kabul edenler olarak maruf olup tanınmışız. Allahu Teala sizi kerim olanların en şerefli mekanında ve mukarreblerin en yüce menzilinde ve mürsellerin (gönderilmişlerin) en üst derecesinde karar kılmıştır. Öyle ki bu makamlara hiçbir kimse ulaşamaz. En üst seviyeye çıkmış olanlar O’nun yanına yaklaşamaz ve en öne geçenler O’nun önüne geçemezler. Ve o makamı derk edip anlamayı en istekli ve hırslı kimseler dahi arzu edip isteyemez. Öyle ki mukarreb olan melek (en yakın melek) mürsel olan nebi, sıddık ve şehid, alim ve cahil , aşağılık kimse ve üstün ve faziletli olan, salih olan mümin ve kötü niyetli şerli facir, inatçı ve zorba olan cebbar ve ferman dinlemeyen serkeş şeytan ve varlık aleminde olan hiçbir mahluk bu makamı derk edip anlamayı arzu edip isteyemez. Allahu Teala sadece sizin emrinizin haşmetini ve yüceliğini ve sizi yad edip anmanın azametini ve şanınızın kibriya ve büyüklüğünü ve nurunuzun tam ve kamil olduğunu ve karargahlarınızın doğru ve güzel olduğunu ve makamınızın sabitliğini, menzilet ve makamınızın şerefini ve Allah’ın katındaki yüce yerinizi O’nun yanındaki izzet ve kerametinizi ve O’nun nezdindeki özelliğinizi ve O’na yakınlığınızı tanıtır. Babam, anam, yakınlarım, akrabalarım, malım ve ailem size feda olsun. Allah ve siz şahitsiniz gerçekten de ben size ve sizin iman ettiğinize iman etmişim. Sizin düşmanınızı ve sizin kafir bildiklerinizi bende kafir biliyorum. Sizin şanınızın yüceliğini ve sizin muhaliflerinizin sapık oluşunu bilirim ve bu hususta basiretliyim. Sizi seviyorum ve sizi sevenleri de seviyorum. Sizin düşmanlarınıza buğz ediyorum ve onlara düşmanım. Sizin barışık olduklarınızla ben de barışığım. Sizin harp ettiklerinizle harpteyim. Hak bildiğinizi hak bilirim. Batıl bildiğinizi batıl bilirim. Size itaat ederim ve sizin hakkınızı tanırım. Faziletinize ikrar ederim, sizin ilminize tahammül eder ve taşırım. Sizin vilayet ahdinizle zimmetlenmiş ve korunmaktayım. Size itiraf ediyorum, sizin dönüşünüze iman ederim, sizin ricatınızı ( Dünyaya yeniden dönüş) tasdik ederim. Emrinize hazır ve amade gözlerimi yola dikmiş devletinizin gününü beklemekteyim. Sizin sözünüzü alır ve sizin emrinize amel ederim. Size iltica etmişim ve sizin ziyaretçinizim. Kabirlerinize sığınmış korunmaktayım. Sizin şefaatinize muhtacım ve sizinle Allah’a yakınlaşmaktayım. Bütün işlerimde, hal ve durumlarımda sizi daima taleplerimden, ihtiyaçlarımdan ve irademden önde tutarım. Sırrınıza, açık ve aşikârınıza, şahidinize ve gaibinize, evvelinize ve sonuncunuza iman etmişim. Bütün işlerimi size tefviz edip havale etmişim. Ve bu hususta tamamen size teslim olmuşum. Kalbim size teslim ve görüş ve fikrim size tabidir. Allahu Teala dinini sizinle diriltip ihya edinceye ve sizi Allah’ın günlerine dönderinceye kadar nusret ve yardımım sizin için hazırdır.Böylece Allahu Teala adaletini sağlamak için sizi ortaya çıkartır ve yeryüzünün hâkimiyetini size verir. Ben daima sizinleydim ve sizinleyim ve sizinle olacağım. Sizin tarafınızdan başka hiçbir kimsenin yanında ve tarafında olmam. Size iman etmişim. Birincinizi sevdiğim kadar sonuncunuzu da aynı şekilde seviyorum. Sizin düşmanlarınızdan, cibt ve tağut olan birinciden ve ikinciden, şeytanlardan ve onların size karşı zalim olan hizb ve taraftarlarından, sizin hakkınızı inkâr edenlerden, sizin vilayetinize karşı gelip sapıtanlardan, sizin mirasınızı gasp edenlerden, sizde şüphe duyanlardan, sizin emir ve yolunuzdan inhirafa düşüp çıkanlardan, bütün yol gösterici olduğunu sananlardan, bütün dost diye bilinenlerden, bütün itaat edilip sözü dinlenenlerden ve bütün ateşe davet eden önderlerden beraat edip Allah’a sığınıyorum. Allahu Teala beni yaşadığım müddetçe, daimen sizin sevginiz, muhabbetiniz, emriniz ve dininiz üzere sabit kılsın ve size itaat edebilmem için beni muvaffak ve başarılı kılsın. Ve sizin şefaatinizi bana rızk olarak versin. Davet ettiğiniz her şeye itaat edip boyun eğen hayırlı sevenlerinizden etsin. Allahu Teala beni sizin eserlerinizin peşinde koşup takip eden, yolunuzu gidip kat eden, sizin hidayetinizle hidayet olan, sizin zümrenizde ve yanınızda haşr olunan, ricatınızda (Dünyaya kıyametten önceki dönüş) dönderilen, sizin devletinizde sahip çıkılan, sizin bağışladığınız ihsan ve sağlıkla şereflenen ve sizin günlerinizde kudret verilen ve yarınında sizleri görmekle gözleri aydınlananlardan etsin. Babam, anam, nefsim, canım, ailem, ehlim ve malım size feda olsun. Allah’ı irade eden ancak sizinle eder. Allah’ın tek ve biricik oluşu sizinle bilinir. Ve ancak sizin emrinizi kabul etmekle mümkün olur. Allah’ı kasteden size yönelir. Ey benim Mevlalarım ve sahiplerim! Sizin fazilet ve övgülerinizi sayabilmem mümkün değil. Sizin methinizin künhüne ve kadrinizin vasfına asla ulaşamam. Hayırlı olanların nuru, iyilerin hidayetçisi ve Cabbar’ın huccetleri sizsiniz. Allahu Teala bütün her şeyi sizinle başlattı ve sizinle sonlandırır. Sizinle yağmuru yağdırır, sizinle gökyüzünü ayakta tutar ve emrinin dışında yere çökmesini engeller. Bütün dert ve gamları, zorluklar ve musibetleri sizinle giderir.Resullerle ve meleklerle indirilenler sizin yanınızdadır. Ruh-ul Emin sizin hizmetiniz için gönderilmiştir. Allahu Teala size verdiğini âlemlerde hiçbir kimseye vermemiştir. Bütün şerefliler sizin şerefiniz önünde baş eğmiştir. Bütün mütekebbirler sizin itaatinize boyun eğmiştir. Bütün cabbar ve serkeşler sizin faziletiniz karşısında mahkum olmuşlardır. Her şey sizin için zelil ve hakir olmuştur. Yeryüzü sizin nurunuzla aydınlanmıştır. Kurtuluşa erenler sizin vilayetinizle kurtulmuşlardır. Ancak sizinle Rızvan’a (en yüce cennet) ulaşılır. Sizin vilayetinizi inkâr edene Rahman’ın gazabı vardır. Babam, anam, canım, nefsim, ailem ve malım size feda olsun. Zikriniz zikir edenlerde, isimleriniz isimlerde, cesetleriniz cesetlerde, ruhlarınız ruhlarda, nefsleriniz nefslerde, eserleriniz eserlerde, ve kabirleriniz kabirlerdedir. İsimleriniz en tatlı ve şirin, nefsleriniz en kerim, şanınız en yüce ve azimdir. Sizi düşünüp hatırlamak en ulu ve en önemli şeydir. Ahdiniz en vefalı, söz ve vaadiniz en sadık ve doğrudur. Kelamınız nur ve emriniz irşad ve hidayettir. Vasiyetiniz takva, iş ve fiiliniz hayırdır. Adetiniz iyilik ve ihsan, yönteminiz cömertlik ve kerim, şanınız hak, doğruluk ve şefkattir. Sözünüz kaçınılmaz hükümdür. Görüşünüz ilim, halim, selim ve kesin kararlılıktır. Eğer hayırdan zikrolunsa onun evveli ve öncesi, aslı, dalı budağı, madeni ve yeri, intiha ve sonu sizsiniz. Babam, anam, nefsim, canım size feda olsun. Methiniz ve övgünüzün nedenli hoş olduğunu nasıl vasfedeyim. İhsan ve bağışınızın güzelliğini nasıl sayayım.Allahu Teala sizin sayenizde bizi zilletten çıkardı. Bütün gam ve kederleri bizden uzaklaştırdı. Bizleri ateşten ve helaket çukurlarından çekip aldı. Babam, anam ve canım size feda olsun. Allahu Teala sizin sevginizle dinimizin bütün mearif ve bilgilerini bize öğretti. Fesada bulanmış ve batmış dünyamızı ıslah etti. Ancak sizin sevginizle kelime tamamlanır, nimet azamet ve büyüklük kazanır. Ayrılıklar ve farklılıklar uzlaşıp birleşir. Farz olan itaat ve ibadetler ancak sizin sevginizle kabul olur. Vacip olan mevedde ve sevgi sizindir. Refi ve üstün dereceler mahmud olan övülmüş makam Allah Azze ve Celle katında malum olan mekan, azim ve yüce olan mevki, büyük olan şan kabul olunmuş şefaat size aittir.Ey Rabbimiz! Nazil ettiğin şeye iman ettik ve Resul Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e tabi olup takip ettik. Öyleyse bizi de şahitlerle birlikte yaz. Rabbimiz bizi hidayet ettikten sonra kalplerimizin sapmasına engel ol, katından bizlere rahmet bağışla, gerçekten de sen minnetsiz ve karşılıksız bağışlayansın. Ey Rabbimiz! Münezzeh ve Subhansın. Senin vaat ettiğin şey şüphesiz ve muhakkak olarak gerçekleşir. Ey Allah’ın velisi ve velileri! Allah ile benim aramda günahlar vardır sizin rızayetinizden başka hiçbir şey o günahları silemez. Sizi kendi sırrına emin kılan, yarattıklarının emrini size veren, kendisi ve sizin itaatinizi bir kılan Allahu Teala’nın hakkı için günahlarımın bağışlanmasını irade edip şefaatçilerim olun ve ben gerçektende size karşı itaatkârım. Size itaat eden, Allah’a itaat etmiştir. Size isyan eden, Allah’a isyan etmiştir. Sizi seven, Allah’ı sevmiştir. Size buğzeden, Allah’a buğz etmiştir. Ey Allah’ım! Eğer sana Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’den iyilerin ve hayırlıların imamları olan Ehli Beyt Aleyhimusselam’daha yakın şefaatçiler bulabilseydim, katında şefaatçilerim olmalarını dilerdim. Ey Allah’ım! Kendin için tanınmalarını mahluka vacip ettiklerinin hakkı için istiyorum. Beni Onlar’ı ve Onlar’ın hakkını tanıyan ariflerden et. Onlar’ın şefaatiyle rahmedilenlerden karar kıl. Şüphesiz sen rahmedenlerin en rahmedenisin. Çokça salât ve selam et Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ve O’nun tahir olan Ehli Beyt’ine ( Aleyhimusselam). Allah bize yeter ve nede güzel vekildir O. Merhum Şeyh Saduk “Men
KUREYŞ'İN İKİ PUTU
Hz. Ali Aleyhisselam kunutta sürekli olarak bu duayı okur ve şöyle buyururdu; Her kim kunutta sürekli olarak bu duayı okursa peygamberlerle birlikte Bedir, Uhut ve Huneyn‘de binlerce ok atmış gibidir.Allahumme salli ela Muhammed ve Al-i Muhammed ve eccil ferecehum vel en eda ehum.
Allah’ım! Kureyş’in iki putuna lanet et ve iki cibtine ve o iki tağutuna ve o iki yalancısına ve iftiracısına ve o ikisinin iki kızına da. O ikisi senin emrine karşı çıktılar, vahyini inkâr ettiler, nimetlerine karşı çıkıp inkar ettiler ve resulüne isyan ettiler. Dinini değiştirdiler, kitabını tahrif ettiler, hükümleri tatil ettiler, farzları iptal ettiler, ayetlerinde zındık oldular. Senin velilerine düşman oldular, düşmanlarına ise dost oldular, şehirlerini harap ettiler, kullarını fesada ittiler. Allah’ım! O ikisine lanet et, onlara tabi olanlara da, onların dostlarına ve taraftarlarına ve o ikisini sevenlere de. Nübüvvet evini harap ettiler, kapısını kırdılar, çatısını çökerttiler, üstünü altına getirdiler, içini dışına getirdiler. Evin halkına hakaret edip saldırdılar. O ev halkının yardımcılarını sürdüler, evdeki çocukları öldürdüler, minberdeki vasiyi ve ilminin varisini oradan indirdiler, imametine karşı çıkıp inkar ettiler ve o ikisi Rablerine şirk koştular. Allah’ım! Onların günahlarını çoğaltıp büyült, onları sonsuza dek sager cehennemine at, bilir misin nedir sager?
Ne öldürüp yok eder, ne de diri tutar.
Allah’ım! onlara işledikleri münkerler kadar lanet et.
Ve Gizledikleri hak kadar. Yükselttikleri minberler kadar.
Düşman oldukları müminler kadar. Dost edindikleri münafıklar kadar.
Eziyet ettikleri veliler kadar. Sürgünden getirttikleri kovulmuşlar kadar.
Dışladıkları sadıklar kadar. Yardım ettikleri kâfirler kadar.
Kahrettikleri imam kadar. Değiştirdikleri farzlar kadar. İnkâr ettikleri eserler kadar.
Geriye bıraktıkları şer izleri kadar. Döktükleri kanlar kadar.
Değiştirdikleri haberler ve hükümler kadar. Bidat koydukları küfürler kadar.
Gizlemeye çalıştıkları yalanları kadar. Gasp ettikleri miraslar kadar.
Çaldıkları ganimetler kadar. Yedikleri haramlar kadar.
Helal saydıkları humslar kadar. Temelini attıkları batıllar kadar.
Yaydıkları adaletsizlik ve zulüm kadar. Gizledikleri vaatler kadar.
Yerine getirmedikleri ahitler kadar. Helal ettikleri haramlar kadar.
Haram ettikleri helaller kadar. Gizledikleri nifaklar kadar.
Yaydıkları zulümler kadar. Gizledikleri hıyanet ve vefasızlıkları kadar.
Yardıkları karınlar kadar. Kırdıkları kaburgalar kadar.
Düşürdükleri çocuklar kadar. Sıkıştırdıkları bedenler kadar, vurdukları tokatlar kadar, hürmetsizlik ettikleri hicaplar kadar. Dağıttıkları ve zulmettikleri toplumlar kadar, söndürdükleri ocaklar kadar. Alçalttıkları yüce insanlar kadar.
Yücelttikleri alçaklar kadar. Engelledikleri haklar kadar.
Karşı çıktıkları İmam kadar. Allah’ım! O ikisine lanet et.
Tahrif ettikleri ayetler sayısınca. Terk ettikleri farzlar kadar.
Değiştirdikleri sünnetler kadar. Tatil ettikleri hükümler kadar.
Men ettikleri kanunlar kadar. Bozdukları dostluklar ve akrabalıklar kadar.
Gizledikleri şahadetler kadar. Zayi ettikleri vasiyetler kadar.
Bozdukları yeminler kadar. Batıl ettikleri davalar kadar.
İnkar ettikleri açık deliller kadar. Yaptıkları ve yaptırdıkları hileler kadar.
Ettikleri hıyanetler kadar. Akabe’de ki gibi düzenledikleri suikastlar kadar.
Akabe’de ki yuvarladıkları taşlar kadar. Yaptıkları sahtekarlıkları kadar.
Hıyanet ettikleri emanetler kadar. Allah’ım! Bu ikisine gizlide de, açıkta da lanet et.
Sonsuza kadar, çokça, daima, her zaman, sürekli lanet et. Öyle ki sonu asla gelmesin, sayısı da asla bitmesin. Başlayan ve sonu gelmeyen lanetler gönder.
Allah’ım! Onlara da lanet et ve yardımcılarına ve onları sevenlere ve dost edinenlere, onlara teslim olanlara ve onlara meyledenlere, onların lehinde delil getirmeye çalışanlara, onların sözlerine iktida edenlere ve onların ahkâmını tastikleyip onaylayanlara da lanet et.
Sonra dört kez şöyle de;
Allah’ım! Onlara öyle bir azap gönder ki, bütün cehennem ehli o azaptan amanda olmayı dilesin. Kabul et ey Alemlerin Rabbi!
Kaynak: Misbahi Kefemi
7 Ocak 2012 Cumartesi
6 Ocak 2012 Cuma
YAZILI SOHBETLER
Allahumme salli ala Muhammed’in ve Al-i Muhammed ve accil ferecehum vel an ada ehum.
“Muhacirler Mekke’den Medine’ye geldiği zaman, o zaman ki fakirler mescidin içinde kalıyordu, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e vahyolundu ki: “Emir ver hepsine çıksınlar mescitten. Mescidi yol olarak kullanmasınlar. Hatta evlerinin kapısı bile mescide açılmasın. Hz. Ali aleyhisselam hariç.” Niye hariç? Çünkü Masum aleyhisselam’ın durduğu yer mescittir. O’nun evi mescidin içindedir. Mescit mescidin iççindedir.
Ravi İmam Cafer Sadık aleyhisselam’ın yanına geliyor, kendisi gusüllü olduğu halde, İmam Sadık aleyhisselam buyuruyor: “Sen bilmiyor musun Bizim evimiz camidir? Derhal git gusül suyu dök! Sen, haram bir iş yapıyorsun. Sen günahkârsın.” Arz ediyor ki: Ağa, men o hadisi gördüm ki, Sizin evinizin cami olduğu buyruluyor. Kasıtlı olarak geldim. Senin mübarek ağzından duyayım ki, burası cami hükmündedir.”
Abbas sözde Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in amcasıydı ve dünya hesabıyla da on yaş büyüktü. Mescide açılan kapıların, İmam Ali aleyhisselam dışında, kapanması olayında arz etti ki: Ya Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem! Benim evimin oluğu Senin camine taraf olsun ki, bu da bana şeref olsun. Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi Abbas’ın evinin oluğunu söktürmedi. Buyurdu: “Oluk camiye taraf olsun!” Bu olay da sahabe arasında Abbas’a şeref olarak algılandı.
Ömer laneti başa geldiği zaman, naklolunuyor ki: Abbas’ın kenizi damın üstünde elbiseyi yıkadı ve suyu yere döktü. Dökülen su oluktan akıp yere döküldüğü sırada, naklolunuyor, Ömer laneti alttan geçiyordu. Ve oluktan akan su bu lanetinin üstüne döküldü. Bu laneti zaten bahane arıyor ki, her şeyi silsin, unuttursun sahabeye. Hemen yanındaki köpeklerine dedi ki: Çıkın oluğu indirin oradan! Köpekleri hemen çıkıp indirdiler. Peygamberimiz arasında bu meşhur idi ki, bu oluğu peygamberimiz koydurmuştur ve bu da Abbas için bir şerefti. Oluğu indirttikten sonra bu laneti diyor ki: Her kim bunu yerine koysa, onun kellesini vuracağım.
Abbas bu olay üzerine korkuya kapılıyor ve geliyor İmam Ali aleyhisselam’ın evine ve ağlıyor. Arz ediyor ki: Ey Kardeşimin oğlu! Benim bu dünyada iki tane gözüm vardı: Birsi Allah Resulüydü (sallallahu aleyhi ve alihi), diğeri de Sensin (aleyhisselam). Allah Resulü sallallahu aleyhi ve alihi de evimin oluğunu bana fazilet için bırakmıştı. Şimdi bu laneti gelip benim oluğumu indirmiştir. Sen ola ola nasıl bu ihanet bana yapılır? Hz. Ali aleyhisselam buyurdu: “Gamber, Zülfikâr’ı getir!” Gamber, İmam Ali aleyhisselam’ın şiasıdır ve O’na hizmet etmeye âşık birisidir. Gamber Zülfikâr’ı getirince; İmam aleyhisselam Abbas’ın evinin yanına gelip duruyor. Buyuruyor ki: “Gamber, çık o oluğu yerine koy!” Gamber çıkıp oluğu yerine koyuyor. Oluğu yerine koyduktan sonra camiye geliyor. Minber ile Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in arasında duruyor ve konuşma yapıyor. Buyuruyor ki: “O oluğu yerine koydum. Yemin olsun Allah-u Mutaal’ın birliğine! Eğer o oluğu indirseniz, boynunuzu vuracağım. Kulli arap karşıma çıksa, hepinizin kellesini vuracağım!”
(Masum aleyhisselam’ın kapısına bir oluk için gidince, Masum aleyhisselam Kulli arabın kellesini vurmaya hazırdır. Ama Masum aleyhisselam’ın kapısı yakılınca bir tane laneti yoktur piyasada!!!).
Allah-u Mutaal buyurdu Peygamberimize, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi de buyurdu İmam Ali aleyhisselam’a: “Ya Ali aleyhisselam! Onların imtihanı için, Zülfükâr’ı çekme, savaşma, kılıçtan geçirme.”
“Allah’ın eli sizin elinizden üsttedir.” (Ayet). Yani İmam aleyhisselam’ın eli.
Ayette Allah’ın eli bağlıdır diyenlere kınama var, lanet var vs. Yani İmam aleyhisselam’ın eli bağlıdır diyenlerin eli kırılsın buyuruyor.
“İmam Ali aleyhisselam Hayber’in kapısını sökmüştür. Bu kapıyı yetmiş pehlivan tabanının üzerinde açıp kapatıyordu bu kapıyı. İşte bu kapıyı yerinden sökmüş ve altı fersah; yani 36 kilo metre öteye fırlatmıştır. Böyle birisinin eli iple bağlanabilir mi? Ve bu olayı kâfirler de görmüştü.
Bu lanetiler buymuştu ki, emir var ve İmam aleyhisselam bir şey demeyecek; bu yüzden bu pisliği yaptılar.
Allah-u Mutaal, şeytanı götürdü arşa ve şeytan on iki bin sene arşta kaldı. Allah-u Mutaal bilmiyor muydu şeytan kâfir olacak? Niye arşa götürdü, meleklere hoca etti?
İmam aleyhisselam eğer o lanetileri kılıçtan geçirmediyse; imtihana meydan veriyor. Yoksa el bağlama olayı yoktur.
Kerbelâ’da herkes kahrolmalıydı.
Yezid piçi, İmam Hüseyin aleyhisselam’a karşı kalkıyor ve meclisinde konuşma yapıyor. Ve yemin ediyor ki: Ben, Eşhedu enne aliyyen veliyullah’ı yeryüzünden sileceğim. Ve İmam Hüseyin aleyhisselam da yemin ediyor ve geliyor Kerbelâ’ya. Buyuruyor: “Yemin olsun, Allah-u Mutaal’ın İzzet ve Celaline! O isim, Benim kanım bahasına olsa da silinmez.”
Yeminli bir kâfir, yeminli bir İmam; Kerbelâ! Yani siz şialar gelmeliydiniz, Biz değil! O ismi böyle savunmalıydınız.
Hadiste buyuruyor ki: “İmam Mehdi aleyhisselam geldiği zaman, milletin onda dokuzunu kılıçtan geçirecek. Âlimler çıkıp diyecek: (Hâşâ!) Bu İmam Mehdi aleyhisselam değil! Bazı müçtehitler çıkıp diyecek: Senin gelme zamanın değildir. Biz Ceddinin dinini koruyoruz. Sen dön git. Sen bu işin peşine düşme. Bayrakta yazacak ki: “İmam Hüseyin aleyhisselam’ın kanı için geldim.” İtiraz edenlere şöyle cevap verilecek: “İmam aleyhisselam, mübarek abasının altından çarığın bir tekini çıkaracak ve gösterecek ki: “Yemin olsun, Allah-u Mutaal’ın birliğine! O dökülen kanların hepsi, bir tek çarık etmez.” Buyuruyor:
“O çarık da Cenab-ı Kasım’ın çarığının tekidir. (Cenabı Kasım’ın çarığının bir teki etmez).
Yani İmam aleyhisselam gelip lanetileri öldürüyor. Bunlar Kerbelâ’nın intikamı değildir.
İmam aleyhisselam geldiği zaman kılıçtan geçirecek, çünkü lanetidir bunlar. İntikam başa baştır. Birisini öldürdün mü o da gelip seni öldürür olur intikam; yani başa baş.
Yani, milletin hepsi İmam mı ediyor? Hayır, Hâşâ!
İntikam alınmayacak, yerine koyulacak, yani kıvam verilecek.
Kerbelâ bize Gadir-i Hum’u anlatıyor. Gadir-i Hum’un dalgası Kerbelâ’dır. Kerbelâ yığıntı yeridir. Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi’nin çiğnenen emrinin, şahadetinin, Hz. Fatime selamullahi aleyha’nın yakılan kapısının, Hz. Hasan aleyhisselam’ın içtiği zehirin, İmam Ali aleyhisselam’ın şehit edilişinin, Hz. Muhsin aleyhisselam’ın şehit edilişinin yığıldığı yerdir KERBELÂ!
Hadiste buyuruyor ki: “İmam Hüseyin aleyhisselam Medine’den çıkıp Kerbelâ’ya gidinceye kadar Cebrail bir çocuk gibi İmam aleyhisselam’ın peşi sıra gidiyordu.” Aşura günü İmam aleyhisselam buyurdu ki: “Gel buraya!” Cebrail geliyor. Buyurdu ki: “Ben kimim?” Arz etti: Ağa, sen İmamsın. Yerin ve göğün sahibisin. Buyurdu: “Onlar kimdir?” Arz etti: Ağa, onlar (verunedir) terse dönüşlerdir. Akılları aşağıda, şehvetleri yukarıda olan terse dönmüşlerdir. Buyurdu: “Cebrail, git tebliğ et. Anlat onlara Beni.” İbni Ziyad lanetisi ordusunun içerisinde oturmuştu. Kendisi için kurulan tahta oturmuştu, bu piç! Dört yüz tane koruması vardı. İki yüz tanesi sağda; iki yüz tanesi de solda. Bu laneti baktı ki, aniden, sakallı, nurani bir adam bunun yanına gelmiş. Diyor, bu laneti hemen oturduğu yerden ayağa katlı. Dedi, sen kimsin? Buyurdu: Ben, Cebrail’im. Bu laneti Cebrail adını işitince titredi, esti ve oturduğu yerden yıkıldı, düştü. Yanındaki puştlar, piçler, lanetiler dediler ki: Cebrail görünmez ki. Bunlar sihirdir. Seni kandırıyorlar. Cebrail aleyhisselam döndü bunlara dedi ki: Bakın, Cebraillik alametini gösteriyorum. Bir tükürükte yıkacağım sizi. Yüzünü sağ tarafa çevirdi ve tükürdü. İki yüz askeri birden yıktı. Dedi, bu Cebraillik alametidir. Ki bu laneti sağdaki askerlere yakalayın emri vermişti. Laneti döndü soldaki iki yüz askere dedi ki, yakalayın! Cebrail döndü onlara da tükürdü ve onları da yere yıktı. Buyurdu ki: Görüyor musun, bu Cebraillik alametidir. Ve siz batılsınız, dönün. O, İmam’dır ki, yerin göğün sahibidir. O olmasa nefes alamazsınız. Yer yutar sizi. Yine dönmediler. İmam Hüseyin aleyhisselam okuduğu hutbede bunlara buyurdu ki: “Sizin karınlarınız haramla doludur. Haram yığınısınız, Beni kabul etmezsiniz.”
Aşura günü İmam aleyhisselam defalarca konuşma yaptı, defalarca hutbe okudu orduya karşı. Kerbelâ’da bu yerler şu an bellidir. İmam aleyhisselam, hep sahip çıkıyor, hep sineye çekiyor.
Neticede budur ki: “İmam aleyhisselam şahadet için gitmedi oraya. Vilayet için gitti ve bunu anlattı ki, gerek herkes topyekûn gide oraya. Hangi makamda olursa olsun, fark etmez.”
İmam Hüseyin aleyhisselam şehid olmadan önce geliyor İmam Seccad’ın aleyhisselam’ın yanına; İmam Seccad aleyhisselam zahiren hasta görünümlüydü. İmam Baqır aleyhisselam da zahiren beş yaşındaydı ve Kerbelâ’daydı. İmam Hüseyin aleyhisselam, İmam Seccad aleyhisselam’ın çadırına geldi ve İmam Seccad aleyhisselam’ın şehid olmama sebebini beyan etti. Buyurdu ki:
“Ey Oğul! Sen, Benim Ehl-i Beyt’imin en efselisin ve Allah-u Mutaal’ın da hüccetisin Ente evselu Ehl-i Beyti ve ente Huccetullah).(Yani, bu işi duyanlar bilenler anlasınlar ki, Sen Bensin. Hz. Abbas aleyhisselam ki şehid oldu, Hz. Ali Ekber aleyhisselam ki şehid oldu vs. onlar hüccet değil. Hepsi şehid oldu Sen duruyorsun çünkü hüccet Sensin. Herkes bilsin bu işin aslını). İmam Hüseyin aleyhisselam’ın şahadet sahnesinde İmam Seccad aleyhisselam elini vurdu yere ve deprem oldu. O şahadette İmam Seccad aleyhisselam Zülfikâr’ı aldı eline ve dışarı çıktı. Mendilini attı havaya ve dilim dilim doğradı. Ve ispat etti ki, Ben istersem Zülfikâr’la sizi doğrarım. (Normal davranılıyor imtihana yer veriliyor. Mümin imanını kâfir küfrünü ortaya koysun). Bundan sonra da mucize gösterildi. İmam Seccad aleyhisselam çadırların etrafına çizgi çizdi. Saldıran köpeklerin hepsi geberdi. İmam aleyhisselam tekrar çadırına döndü.
İmam aleyhisselam Kerbelâ’da imtihana meydan verdi. Ve eğer istiyorsak bu davaya inanalım; bütün meydanlarda her şeyimizi vermeliyiz.
“Naklolunuyor ki: Hür, Kerbelâ’da, ellerini bağladı, Kur’an’ı Kerim’i koydu ellerinin üstüne, kılıcını da koydu Kur’an’ın üzerine ve arz etti ki: Ağa! İstersen bu kitabın hürmetine beni affet, istersen kılıçla boynumu vur.” Bu olay tarihin naklettiğidir.
“Hür, Kerbelâ’da, çarıklarının içine kumu doldurdu ve astı boynuna. Boynuna ipi bağladı ve verdi hizmetçisinin eline. Arz etti: Çek Beni Ağa’mın dergâhına!
Ve hatta naklolunuyor ki, İmam Hüseyin aleyhisselam’ın Aşura’yı beklemesi, Hür’ü beklemesidir. Ve geliyor Ağanın huzuruna. Arz ediyor:
“Ağa, beni affet! Benim tövbemi kabul et!” İmam aleyhisselam demiyor: “Ben dua ederim Allah-u Mutaal senin tövbeni kabul eder.”
Buyurdu ki: “Tövbeni kabul ediyorum.”
İmam Hüseyin aleyhisselam Kerbelâ’ya geldiği zaman, Caferi Cofi diye bir adam vardı. İmam aleyhisselam yolda buna rastladı ve buyurdu ki: “Gel, bize katıl!” Arz etti ki: Ağa, günahım çoktur. İstiyorum kalıp tövbe edeyim. Keskin kılıcım ve iyi koşan atım var. Onları vereyim. Buyurdu ki: “Bize ne kılıç lazımdır ne de at. Kendin gel. Gelirsen tövben kabuldür.”
(İmam’a döndüğün zaman Allah’a dönüyorsun. Aksi halde dönmemiş olursun. Laneti olursun. Çünkü Allah’ın yüzü İmam’dır).
Arz etti: Günahkârım, şudur, budur kalmak istiyorum. Buyurdu: “Uzaklaş ki,Sesimiz kulağına gelmesin.”
Hadiste buyuruyor ki: “Boynunda kul hakkı olan, Benim Kerbelâ’ma gelemez.” İmam Hüseyin aleyhisselam.
Hadiste buyuruyor ki: “Yalancıda akıl olmaz.” Masum aleyhisselam.
Hür’de, kardeşinde, kölesinde kul hakkı yok muydu? Züheyr b. Osman’da kul hakkı yok muydu? Hadisin manası budur ki:
“Kerbelâ’ya gelen kimsede kul hakkı olamaz.”
Şahadet iki kısımdır. Bir namusu Ekber şehidi var. Bir de Din şehidi var.
Bir adam ki, İslam için, Din için şehid oldu, şehittir. İlk damlasında da bütün günahları affolunur.
Ama bunun boynunda ki, kul hakkı var: Allah-u Mutaal, bunu şehidin makamında alır ve kul hakkının kapatır. Kalanla cennete girer.
Ama bir adam ki, Namusu Ekber şehididir; yani İmamet kurbanıdır. Bunun makamına dokunulmaz. Allah-u Mutaal hakkı olanın hakkını Kendi kereminden verir. Bu adamın makamına dokunmaz. Hadiste de buyuruyor ki:
“Gelsen kul hakkı kalmaz üstünde.”
Şimdi de aynıdır. İmam aleyhisselam için şehid olunca aynıdır.
Hadiste buyuruyor: “Bir adam Kerbelâ’ya gide, Aşura günü zalim birisi tarafından öldürüle, melekler gelir o adamın yalnız günahını değil; o adamın bedenini, toprağını da yıkarlar. Peygamberlerle onun bir farkı kalmaz.” Masum aleyhisselam.
Yani bir adam Velayet için, Kerbelâ davası için, nerede, nasıl öldürülürse öldürülsün aynıdır. Bu adamın bedenini de yıkarlar. Yeter ki, davası has olsun.
Çünkü Kadir gecesi üç kısımdır. Mekanen, Zamanen, Daimen.
Bir zaman var ki, doğum günleridir, şahadet günleridir, vs. vs.
Bir de mekan vardır ki, Kerbelâ’dır, Necef’tir, Meşed’dir, Samirra’dır, vs. Gidince bağışlanıyorsun. Gadir’in yerindesin, Gadir’in günündesin, tamamdır. Bağışlanırsın.
Bir de var ki, Gadir’in marifetini oturtmuşsun. Artık ne zaman var, ne de mekân. Serbestsin artık. Daimidir.
Arifler arasında meşhur olan odur ki: “Öyle insanlar var ki, senenin üç yüz altmış beş günü Gadirdir O’nun için.”
İmam Rıza aleyhisselam buyuruyor ki: “İbadetin ruhu ihlâstır. (Has kıl). İhlâs’ın ruhu Tevhiddir. (Bir bil).” Nuraniyyetle tanımaktır.
Allah-u Mutaal ibadet istemiyor, itaat istiyor. İbadetin ruhu ihlâstır; yani kendini O’na has kıl. İhlâs’ın ruhu Tevhiddir. Has kıldın mı? Buyuruyor: “Ruhu tevhiddir.” Bir bil yani. Bir bildin mi, kapı sana açılır.
İmam kelimesi, Allah kelimesinin yansımasıdır. Başa baştır, aynı manayı içerir. Bin bir isim geliyor, Allah kelimesini açıklıyor. Allah nedir? Celle Celaluhtur, Rahmandır, Rahimdir, Gaffardır… Vs. Yani bunu anlatıyor, Bu, budur. Bin bir sıfat Allah’ı anlatıyor. Beyin Allah’ı düşününce eriyor, gizleniyor. Bu sıfatlarla onu tanımaya çalışıyor. İmam kelimesi de aynıdır. O’nu görünce eriyor, gizleniyor. O isim gelince sipere yatıyor. Binlerce sıfat gelip O ismi açıklıyor.
Eğer akıl İmam kelimesini görünce sipere yatıp gizleniyorsa, bu bir şeyler almıştır. Yok, eğer bunun karşısında bir şeyler diyorsa, bu değiştirmiştir.
İmam Hüseyin aleyhisselam Kerbelâ’da şehid düştüğü zaman; Hz. Zeynep selamullahi aleyha geldi mübarek bedenin yanına ve arz etti: “Rabbena ta gabbel minna hazal gelil!” “Ey Bizim Rabbimiz! Kabul et Bizden bu azı!”
Rabbena tabiri kullanıyor, Allahumme ta gabbel, değil. Rabbena: “Ey Bizim Rabbimiz!” ta gabbel minna: “Kabul et Bizden.” Hazal gelil: “Bu azı.”
Hiçbir zaman küçük büyüğü takdim edemez. Hz. Zeynep selamullahi aleyha masumdur; ama memumdur, İmam değil. Memum, İmam’ı sunamaz.
Rabbin beş manası vardır.
1- Yaratıcı. Allah-u Mutaal’da kullanılır. 2- Her şeyi terbiyet eden. İmam’da kullanılır. 3- Şeyh’te kullanılır. 4- Kabile reisinde kullanılır. 5- Sahipte kullanılır. Yani, Arapta halen evin sahibi için kullanılıyor. Evin sahibine Rabbul Beyt derler: Evin sahibi.
“Ebrehe lanetisi orduyu kurdu ve geldi Kâbe’yi yıkmaya. Kâbe’nin etrafında orduyu bekletti, sabah olunca saldırmak için. Önce Kâbe’deki insanların; yani Mekkelilerin mallarını aldı. Hz. Abdulmuttalib, gitti Ebrehe’nin yanına, buyurdu ki: “Ene Rebbul Ebil!” “Ben develerin Rabbiyim!” Yani sahibiyim. “Benim develerimi ver. Bu Beyt’in de Rabbi var. Sabah olunca sahip çıkar.” Naklolunur: Devesini aldı geldi. Ebrehe lanetisi sabah Kâbe’ye saldırdığı zaman, Evin Rabbi de Ebabil kuşuyla Ebrehe’yi ve ordusunu halletti.”
Yani Hz. Zeynep selamullahi aleyha arz ediyor: “Rabbena: “Ey Bizim İmamımız, sahibimiz!” ta gabbel minna hazal gelil: “Biz buraya geldik; ama Kâfirin küfrü önünde sed oluşturamadık. Biz eridik, şehid düştük. Bizim bu çabamızı, Sen kabul et.” Diyerek İmam Hüseyin aleyhisselam’a arz ediyor. Minnet koy Bize, bu az çabamızı Bizden kabul et.”
Hz. Ali Ekber aleyhisselam hakkında buyruluyor ki: “Eşbehunnas bi Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ğulgen ve ğelgen ve mantıgen.” İmam Hüseyin aleyhisselam ve İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Hz. Ali Ekber aleyhisselam, millet içinde en çok Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi’ye benzeyendi. Yaradılış yönüyle, ahlak yönüyle ve mantık yönüyle.”
Aynı hadis noktası bile değiştirilmeden İmam Mehdi aleyhisselam hakkında buyrulmuştur.
Hz. Ali Ekber aleyhisselam, İmam Mehdi aleyhisselam’ın makamında mıdır? Hâşâ!
Burada Masum aleyhisselam’ın mazlumiyetidir ki, İmam Mehdi aleyhisselam Hz. Ali Ekber aleyhisselam’ın seviyesinde tanıtılıyor.
Yine hadiste buyruluyor: “Hz. Ali aleyhisselam haktır. Hak, Hz. Ali aleyhisselam’dandır. Ve Hak, Hz. Ali aleyhisselam’ın başıma döner.” Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem.
Aynı hadisin başı Ammar hakkında var: “Ammar Haktır; Hak da Ammar’ındır.” Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem.
Mazlumiyettir ki, Hz. Ali aleyhisselam Ammar seviyesinde tutuluyor.
Yine buyuruyor ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem şehid olduğunda Hz. Ali aleyhisselam’a bin tane ilim kapısı öğretti. Her birisinden de bin kapı açılıyordu. Bir milyon ilim kapısı. Ve her ilmi biliyordu…” Selman için de buyruluyor ki: “Selman, bunları biliyordu.” Masum aleyhisselam.
“Selman bir denizdir ki, ne kadar alsan azalmaz.” Masum aleyhisselam. (Mefatih’te var bu).
“Selman’ı sevmek imandır, buğz etmek ise küfürdür.” Masum aleyhisselam.
Masum aleyhisselam ne kadar mazlumdur ki, kendini bu seviyede tanıtıyor.
Hadislerde hiçbir zaman kendini tariflerken, alttan yukarı değil; üstten aşağı doğru tarifler.”
“Allah’ım! Bizi İmam Hüseyin aleyhisselam’ın Kerbelâ’sının intikamcılarından karar kıl. İmam Mehdi aleyhisselam’ın emrinde karar kıl.
Allah’ım! Ehl-i Beyt aleyhisselam’ın kapısından ayrı bir kapı tanıtma. Onların marifetinden ayrı bir marifeti kalbimize yansıtma! Onların sevgisinden ayrı bir sevgiyi kalbimize yansıtma! Öz bereketin hürmetine Ehl-i Beyt aleyhisselam’ın sevgisini ve marifetini kalbimizde daim kıl ve şiddetle artır!
Geçmişte işlediğimiz her ne kadar günah varsa, bizimle Masum aleyhisselam arasına perde olan, onları affet, Ya Rabbi!”
Allahumme salli ala Muhammed’in ve Al-i Muhammed ve accil ferecehum vel an ada ehum.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hadiste buyuruyor ki: “Bizim Şiamız dilenmez.” Masum aleyhisselam. Yani Şia’da aşağı sıfat olmaz. Masum aleyhisselam’ın kapısından ayrı kapıdan medet ummaz, ayrı kapı tanımaz.
“Âlimin birisi İmam Rıza aleyhisselam’ı ziyaretine gittiği zaman arz ediyor ki: Ağa, bana yeni bir şey öğret. Ziyaretini tamamlamış ve haremden çıkıp su içmek için çeşmenin başına gidiyor. Çeşmenin muslukları otomatik çalışıyor. Elini uzatınca su otomatik akıyor, çekince kesiliyor. Âlim elini uzatıyor musluğun altına tutuyor. Su akmaya başlıyor. Elini çekince su kesiliyor. Adam bunu görünce oturup ağlıyor. Bunu görenler soruyorlar niye ağlıyorsun? Diyor ki: Ben elimi musluğa uzattım su içmek için su otomatik olarak aktı, elimi çektim su da kesildi. Bu yüzden ağlıyorum. Diyorlar Şeyh Ağa! Ne var bunda bu musluk kâfir Müslüman herkes için aynı şekilde akıyor. Diyor ki: Ben onun için ağlamıyorum. Ben, ziyarette Ağa’ya arz ettim ki: Ağa! Bana yeni bir şey öğret. Bu gün bana bunu öğretti. Diyorlar: Bu yeni bar şey değildir ki. Bu gün öğrenmesen daha sonra öğrenecektin bunu. Diyor: Hayır! Ben bunu öğrendim ki, Ağa bana buyuruyor: “Bizim kapımızda el açarsan veririz, açmazsan vermeyiz.” Ben. Onu öğrendim.”
“Hikmet müminin yitik malıdır. Nerde bulsa alır.” İmam Ali aleyhisselam. Bizim kapımızdan ayrı yerde hikmet yoktur ki, Mümin oraya yönelsin.
“Perdeler kalksa, yakinim artmaz.” İmam Ali aleyhisselam. Perde yoktur ki, kalksın.
“Bana bir harf öğretenin bin yıl kölesi olurum.” İmam Ali aleyhisselam. Mümkün değil bu bir harf öğreten olmaz Bana.
Bunların hepsi iddiadır. Bizim kapımızdan ayrısında hayır yoktur. Bizim şiamız bu kapıdan başkasına yönelmez. Ayrı bir yerden medet ummaz.
“Murtazlar kısım kısımdır. Hindistan murtazları ağacın dalından tek eliyle iki ay asılı kalıyor. Eline buğdayı koyup ıslatıyor, geceli gündüzlü, elini çekmeden, buğday bunun elinde yeşerip kuruyor. Aylarca kalıyor.
Adamın işi güneşe bakmaktır. Oturup güneşe bakıyor ve kör oluyor.
İki ay sadece bir bademle yaşıyor.
Bütün bu riyaziyatların karşılığında şeytani makam elde ediyorlar.
Deccal simgedir. Şeytan bu tür lanetileri destekliyor. Şia’nın gözünde bunu büyük gösteriyor ki O nuru O’ndan alsın. Yoksa o lanetiye yardım etmek için değildir. Şeytan hiçbir zaman eğilme demez. Tapma demez. Yön değiştiriyor. Sonuçta insan eğilecektir. Fıtratında bu vardır. Başka çaresi yoktur. Şeytan bunu destekliyor ki, puta eğilsin. Peygamberler de diyor ki: Allah’a eğilin. Bu insan eğilen mahlûktur; sadece yönü değişiyor.”
“İnsanın kalbinde iki tane nur vardır: Korku ve Reca (Ümit).” İmam Sadık aleyhisselam buyuruyor ki:
“Bunlar eşit olursa, mümin mümindir. Bir taraf ağır basarsa, denge bozulur.”
Allah’a güvendiğin kadar O’nun yasağından da kork, sakın; korktuğun kadar da O’nun rahmetine güven. Dengede olsun.
“Rivayet olunur ki, Hz. Davud aleyhisselam münacatında kendi Rabbine arz etti: Ey Benim Rabbim! Her padişahın bir hazinesi var. Sen ki, Allah-u Mutaalsın, her şeyi yaratmışsın, bir hazinen var. Bu hazinen nedir? Vahy oluyor ve bildiriliyor ki: “Benim hazinem, arştan çok büyüktür. Ve evselu minel kursi: Benim hazinem, Kursiden çok geniştir. Ve ekyegu minel cennet: Cennetten çok paktır (2).Ve ezyenu minel melekût: Melekûttan çok güzeldir. Erzuha el-marifet: Bu benim hazinemin yeri, zemini Marifettir. Ve Benim hazinemin göğü, seması, İmandır. Benim hazinemin güneşi, İstektir. Ve Benim hazinemin ay’ı, Muhabbettir, sevgidir. Ve Benim hazinemin yıldızları, Hatıralardır. (Başından geçen olaylar).”
Buyurdu: “Ey Davud! Benim hazinemin bulutu, Akıldır. Ve o hazinenin yağmuru, Rahmettir. O hazinenin ağacı, İtaattir. O hazinenin meyvesi (Semeresi), Hikmettir.
O hazinenin dört tane rüknü (temeli) vardır. Tevekküldür, tefekkürdür, unsdur, zikirdir.
Ey Davud! Ve bu hazinenin dört tane de kapısı vardır. O hazinenin kapılarından birisi ilimdir. İkincisi, hikmettir. Üçüncüsü, sabırdır. Dördüncüsü, Rızadır.
Ey Davud! Bil ki, bu Benim hazinem, Senin kalbindir.”
Hadiste buyuruyor ki: “Müminin kalbi Rahman’ın arşıdır.” Masum aleyhisselam.
Rahman İmam Ali aleyhisselam’dır. Arş ise saltanat yeridir. Yani Müminin kalbi İmam Ali aleyhisselam’ın saltanat yeridir. Mümin odur ki: O’nun kalbinde Velayet saltanat etsin. O kalpte ki Velayet saltanat etmiyor, o kalp değildir artık.
“Mescitte minberde molla anlatıyor ki: Rızık kararlaştırılmıştır. Sen istesen de istemesen de, o rızık, gelip seni bulacaktır.
Mesihinin birisi bu söze inanmıyor ve mollayla dalga geçiyor. Diyor ki: Yani şimdi ben çalışmasam rızık gelip beni bulacak öylemi? Adam mollayı yalancı çıkarmak için gidip çölde yaşamaya karar veriyor. Gitmeden önce de üç arkadaşına durumu anlatıyor. Diyor ki: Ben gidip çölde yaşayacağım. Falanca yere gidiyorum. Eğer bir müddet sonra dönmezsem, gelip benim cesedimi alın ve mollayı rezil edin. Ve kararlaştığı yere gidiyor. Orada ıssız bir yer bulup oraya yerleşiyor. Üç gün boyunca aç kalıyor. Üçüncü günün sonunda artık perişan bir şekilde uzanıp ölümü bekliyor.
İki çoban da koyunlarını çayıra yayıp otlatıyorlar. Koyunlar bu adamın yakınlarına geldiği zaman ürkmeye başlıyor. Çobanlar bunu kurt zannediyorlar. Hemen oraya geliyorlar ve bakıyorlar ki, bir adam uzanmış hareketsiz yatıyor. Adam ölmemiş; ama hali yoktur ve son nefesini alıp veriyor. Çobanın biri diğerine sesleniyor. Diyor ki: Arkadaş Sarı keçiyi sağ. Bu adam açlıktan ölüyor. Adam keçiyi sağıp getiriyor. Birisi adamın ağzını zorla açıyor; diğeri ise sütü gırtlağına döküyor. Mesihi kendine gelir gelmez kelime-i şehadeti okluyor ve ilk olarak şöyle diyor: Allah-u Mutaal değil insanın rızkını yetirmek; belki zorla gırtlağına döküyor.”
“Adamın birisi de tam tersini yapıyor. Diyor, madem Allah rızkı verecek, çalışmayayım gidip evde oturayım. Allah rızkımı versin. Gidip evinde oturup, çalışmadan rızkını bekliyor. Bir gün, iki gün, üç gün derken adam artık açlıktan ölecek duruma geliyor. Adam ölüm anına gelmişken bakıyor evin kedisi bir tane tavuk budu çalıp getirmiş. Adam diyor, herhalde rızkım geldi. Kedi oralı bile olmadan başlıyor tavuk budunu yemeye. Adam bunu görünce dayanmıyor artık kediyi kovuyor ve başlıyor onun artığını yemeğe. Biraz kendine gelince diyor ki: Allah rızkı çalışmasan da verir; ama bir ‘Pist!’ demek de gerekir.”
“Dünyaya bel bağlayan tez düşer yere.” İmam Ali aleyhisselam.
“…bir gün Hz. Davud as Hz. Süleyman as’a dedi ki: Gör bak yeryüzünde en çok şükreden kimdir? Allah’ın bu zamanda en şükürlü bendesi kimdir? Onu öğren. Bunlara bildirildi ki: “Falanca adrese git.” Bildirilen yere gidiyor ve Hz. Yunus as’ın babasını soruyor. Meta nerededir? Diyorlar, ormana gitmiştir. Bekliyor. Meta biraz odun kırıp şehre satmaya getirmiş. Haber veriyorlar ki, Meta geliyor. Hz. Davud as ve Hz. Süleyman as gelip Meta’yı karşıladılar. Diyor, Meta sırtındaki odunu çarşıya götürüp bıraktı ve dönüp millete dedi ki: “Kim hazırdır bu odunları benden almaya ki, ben bunların yetişmesinde zahmet çekmemiştim.” Birisi geldi odunları satın aldı. Meta o parayla gitti un satın aldı ve hamur yaptı. Bu işleri yaparken hep şükrediyor. Her işine bir şükür ediyor. Bu şükürle hamur yoğuruyor, ekmek pişiriyor. Sonra pişirdiği ekmeklerden Hz. Davud as ve Hz. Süleyman as’ın önüne bıraktı. Dedi: Bismillah! Ve bir lokma koparıp ağzına koydu. Ve dedi ki: “Şükürler olsun sana Ya Rabbi! O ağaçları ki, kendi gudretinle yetiştirdin Bana gidip onları kesecek gudreti verdin. Getirdim sattım. Temiz bir insanla muamele ettim. Bu temiz parayla gidip teniz bir insandan un aldım, temiz suyla hamur ettim. Vermiş olduğun gudretinle odun getirdim, ateş yaktım, ekmeği pişirdim. Vermiş olduğun gudretinle bu ekmeği çiğneyeceğim ve yutacağım.” Bu yaptığı her şeye ayrı bir şükür etti.
Hz. Davud as döndü Hz. Süleyman as’a dedi ki: “Biz böyle şükür eden görmedik.”
(Allah’ın peygamberleri bunu bilmediğinden yapmıyor bunu. Biri diğerindeki sıfatı ortaya çıkarıyor ki, olay bize yansısın. Biz ibret alalım bu olaylardan).
“Bir adam zenginim derse, Allah-u Mutaal onu zengin eder. Fakirim derse, fakir eder. Hastayım derse, hasta eder. Sağlıklıyım derse, sağlık eder.” İmam Ali aleyhisselam.
“Bir adam sağlığından ve halinden başka bir adama anlattığı zaman (serzenişte bulunduğu zaman), bu adam gerçekte Allah-u Mutaal’a itiraz ediyor. Farkına varmadan Allah-u Mutaal’ı şikâyet ediyor.” İmam Cafer Sadık aleyhisselam. (Şükür büyük bir nimettir).
Ariflerden birisi diyor ki: Allah, dünyanın zahiri ve batini idaresini verse, hiçbir şeyi değiştirmem.
“Gazi Tabatabai diyor ki: Bu lanetiler Hz. Fatıma selamullahi aleyha’nın kapısını kırdıkları zaman; Hz. Fatıma selamullahi aleyha feryad etti: “Ya Mehdi aleyhisselam!”
Gazi Tabatabai diyor, bu hadisi büyük âlimler nakletmişler; ama ben kaynağını görmemişim”
Yani, benim görmemem olmadığına delalet etmez.
“Hz. Musa as peygamberdi ve Ulu’l-Azm’lardandı.
Arz ediyor ki: Ya Rabbi! Bana üç gün İmamlık ver. Ben yeryüzünün taamul ihtiyarı olayım. Vahyolundu ki: “Sen peygambersin. Senden İmam olmaz! Ama çok ısrar ediyorsan eğer, üç gün ihtiyar senin elindedir.” İhtiyar Hz. Musa as’ın eline geçince, bir mezarlığın yanından geçiyor. Bu sırada kabirlerin içini görüyor. Bakıyor kabirlerin birinde bir at var, bir de köpek. Köpeğin önüne ot koymuşlar, atın önüne de kemik. Hz. Musa as hemen bunların yerini değiştiriyor. Diyor, köpeğe kemik gerekir, ata da ot. Her şet yerinde olmalıdır. Bunların yerlerini değiştirince buna vahyolunuyor ki:
“Ey Musa’ Niye onların yerlerini değiştirdin?” Arz ediyor: At ot yer, köpek de kemik. İş tersti ben de değiştirdim. Buyruluyor: “Sen sordun mu, bunu yapan niye böyle yapmış?” Arz etti: Niye böyle yapmış? Vahyolundu ki: “Seni geçtiğin yer kabristandır. Görmüş olduğun insanların ruh halidir. Beden değil. Ceza halleridir bunların. Bunlar iki insandır ki, dünyada misafiri sevmezlerdi. Misafire ters davranıyorlardı. Biz de şimdi onların işini ters yapıyoruz. Çeksinler cezalarını. Birisi köpek suretindedir, diğeri de at. Huyları böyleydi. Atın önüne kemiği koyduk, köpeğinkine de otu koyduk. Ters yaptık yesinler.” Arz etti: Tamam.
İkinci günü bir yerden geçtiğinde bakıyor yaz günüdür ve çocuklar bir nehirde yıkanıyorlar. Bir tane çocuk var gözleri kördür. Diğer çocukların sesleri bunu heveslendiriyor. Bunun arzusu budur ki, gözü açılsın o da yıkansın diğerleriyle beraber. Hz. Musa as bu durumu görünce hemen bunun gözlerini açtı. Çocuğun gözü açılır açılmaz gidip kazık yapıyor ve getirip suyun içine dikiyor…”
“Bizim adımız geldiği zaman kalbinizde bir heyecan, sevinç var mı? Bedeninizde ürperme var mı? Gidin annenize rahmet edin.” İmam Cafer Sadık aleyhisselam.
“Muaviye piçi, Hucr ve oğlunu, sekiz adamıyla beraber yakaladı. Bu laneti sekiz adamını öldürdü. Hucr ve oğlunu saraya getirdi. İmam Ali aleyhisselam’ın ileri gelen şialarından olduğu için onunla alay edip, küçük düşürmek istiyor. Meclisini topluyor ve dönüp Hucr’a diyor ki: Genişlikteyken Ağanızı övüyordunuz. Şimdi de öv bakalım. Hucr, başlıyor İmam Ali aleyhisselam’ı övmeye. Sayıyor: Arşı kürsüyü dizmiş, Allah’ın kulli dergâhında her ne varsa dizmiş ve sahip çıkmıştır. Peygamberleri göndermiş ve sahip çıkmış…
Ve küfrün önderleri olan Firavunu, Haman’ı ve diğerlerini hepsini helak etti. Sırası geleni de helak edecektir. (Yani sıra sana da gelecektir). Affetmez.
Bu söz Muaviye lanetisine ağır geldi. Laneti, Hucr’a dedi ki, tercih et, önce sen mi yoksa oğlun mu? Hanginizin kellesini alayım? Hucr dedi: Oğlumun kellesini al.
Cellâdına diyor, duydun dediğini görevini yap! Cellât oğlunun başının bedeninden ayırıp şehid ediyor. Muaviye lanetisi Hucr’a alaylı alaylı güldü. Döndü dedi ki: Görüyor musun, kılıcın ışıltısı geldiği zaman oğlunuzu kendinize kurban ediyorsunuz. Kendiniz de gizlide iman iddiasında bulunuyorsunuz.
Hucr lanetiye dedi ki: “Sen yanılıyorsun. Oğlum gençtir. Ben, fedakârlık ettim, şehadet önceliğini oğluma verdim, şehadeti oğluma takdim ettim. Çünkü ben öldükten sonra senin gibi bir hilekâr lanetinin kılıcının ışıltısı oğlumun gözünü kamaştırabilirdi. Ben, ona öncelik tanıdım ki, sonsuz olan cennette benden ayrı düşmesin. Senin gibi bir puştun kılıcının ışıltısı benim gibi birisinin gözünü kamaştırmaz. Biz ikimiz başa baş gelelim.”
Bunu duyunca laneti anladı ki baltayı taşa vurdu. Hucr’a dedi ki: Senin Ağan sana nasıl bir şekilde öleceğini müjdeledi?
Hucr, buyurdu ki: “Ey laneti! Ey Hinde’nin oğlu! Benim Ağam bana haber vermiştir ki: “Beni bağlayacaksın hurma ağacına. Ellerimi ve ayaklarımı keseceksin. Sonunda dilimi kesip beni şehid edeceksin.”
Bu laneti döndü köpeklerine dedi ki: Bağlayın bunu hurma ağacına. Ellerini ve ayaklarını kesin; ama dilini kesmeyeceğim ki, (Hâşâ!) o hadis yalan olsun.
Hurcu bağladılar hurma ağacına, ellerini ve ayaklarını kestiler. Hucr başladı İmam Ali aleyhisselam’ı anlatmaya. O’nun faziletlerini anlatmaya başladı. (Hucr Terimmah’ın kardeşidir. Bu ailenin dili kılıçtan keskindir).
Bunu gören Muaviye piçi hemen döndü cellâdına dedi ki: Çabuk bunun dilini kes! Bu Bizi rezil edecektir.
Hucr dili kesilmeden Muaviye’ye buyuruyor ki: “Gördün mü?”
Ve Muaviye piçi Hucr’un dinli kesip şehid ediyor.”
(Şia her zorluğu yaşar; ama dilenemez. İmam aleyhisselam’ın kapsından ayrı bir kapı tanımaz).
“İmam Cafer Sadık aleyhisselam zamanında Şia’nın birisi günlerce aç kaldı. Suyla yaşıyordu. Geldi İmam aleyhisselam’ın yanına, arz etti: Ağa, ben açlıktan ölüyorum. İmam aleyhisselam buyurdu: “Senden daha zengini yoktur, git!” Adam dönüp evine gitti. Bu gene suyla beslendi. Yemeğe yemeği yoktur. Ertesi günü yine geldi halsiz bir şekilde Ağanın huzuruna ve arz etti: “Ağa, ben açlıktan ölüyorum.” Buyurdu: “Senden daha zengini yoktur, git!” Adam gene evine gitti. Üçüncü günü artık bastona tutunarak Ağa’nın huzuruna geldi ve arz etti: Ağa, suyla ayakta duruyorum. Buyurdu: “Senden daha zengin kimse yoktur, git!” Adam gene dönüp evine gitti. Dördüncü halsizlikten artık gelemedi. Bir yere yığılıp kaldı. İki genç buna acıdılar. Dediler, nereye gideceksin? Dedi: Ağamın kapısına gideceğim. Bunu koydular bir tane sedyeye ve o vaziyette getirdiler İmam aleyhisselamın huzuruna. Adam arz etti: Ağa, açlıktan ölüyorum, artık. İmam aleyhisselam buyurdu: “Senden zengini yoktur, git!” Şia, iki gence dedi döndürün beni evime! Gençler adamı evine götürüyorlarken, kapıda gençlere dedi ki: Hele beni bir döndürün Ağamın huzuruna. Bu işin sırrını, hikmetini sorayım. Bu ne zenginliktir ki, benim haberim yoktur. Döndürdüler İmam aleyhisselam’ın huzuruna. Arz etti: Yebne Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem! Siz her ne buyursanız haktır. Ben algılayamıyorum, açlık bana galebe etmiştir, vücudum zayıftır. Bu ne zenginliktir ki, ben açlıktan ölüyorum?
İmam aleyhisselam buyurdu ki: “Hazır mısın, dünyaları da verseler Bizi sevgimizi vermeye?” Arz etti: Yok! Buyurdu: “Senden daha zengini yoktur.” Arz etti: Anladım, Ağa!”
“Bunlar size eziyet ederler; ama zarar veremezler.” Masum aleyhisselam.
“Biz, sizin kâfir olacağınızdan korkmasaydık; kâfirin tuvaletini dahi altında ederdik.” Masum aleyhisselam.
Adamın birisi geliyor İmam Ali aleyhisselam’a arz ediyor: Ağa, bana bir yardım et. İmam Ali aleyhisselam hizmetçiye buyurdu: “Git, hazineden ver, buna.” Hizmetçi gitti ve geri gelip arz etti: Altın mı vereyim, gümüş mü?
Buyurdu: “Bana sorma. İsteyene sor. Sarı mı istiyor, beyaz mı?”
“Ya Ali aleyhisselam! Altın senin ziynetindir. Ama ahirette, dünyada değil.” Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Kur’an’da, bizim bildiğimiz, üç yüz altmış tane Velayet ayeti var. Kur’an, tepeden tırnağa Velayettir.
İmam Caferi Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Kur’an’ı Kerim üç bölümdür, dört boyuttur.” Buyuruyor: “Kur’an’ın üçte biri Bizi anlatıyor, Velayeti ve İmameti anlatıyor. Üçte biri Ahkâmdır. Bizim emirlerimizi anlatıyor. Üçte biri de Bizim düşmanlarımızı anlatıyor. Onların lanetiliklerini, aşağılıklarını, azaplarını anlatıyor. İmam aleyhisselam buyuruyor ki: “Bunu anlamak da dört boyuttur.” Buyuruyor: “Tercüme millet içindir. Kur’an’ın tefsiri âlimler içindir. İnce noktaları (Letaif) veliler içindir.” Buyuruyor: “Bunun iç yüzü, tabanı ve gerçek yüzü de peygamberler içindir.” (Tercüme millete; tefsir âlimlere; ince noktaları evliyalara; hakikati de Enbiya’yadır).
Hadiste buyuruyor ki: “Dinde derin kavrayış sahibi olun; yoksa sizi sapıklık kapılarından içeri sokarlar…” İmam Caferi Sadıq aleyhisselam: Usul-u Kâfi, c.1, 49. Hadis.
Günümüzde din üzerinden ince siyasetler oynanıyor. Dini, insanları yozlaştırmak için kullanıyorlar. Din bunların oyuncağı olmuştur.
Tevbe suresi, 36. Ayette ne buyruluyor? Buyuruyor ki: “Allah’ın katında ayların sayısı On İkidir. On İkisinden dördü haramdır. Yer, gök yaratıldığı günden bu böyledir. Bütün kitaplarda da bu böyledir. Ve dosdoğru din de O’dur. Zulmetmeyin kendi nefslerinize, bunlara karşı. Savaşın müşriklerle topyekûn; nasıl ki, onlar sizinle savaşıyorlar. Bilin ki, Allah-u Mutaal, işitendir ve bilendir.”
Bize naklonulan üç yüz altmış tane Velayet ayeti var. Bunlardan birisi Tevbe, 36’dır.
İmam Cafer Sadıq aleyhisselam’a arz ettiler ki: Ağa! Bu ayetin anlamı nedir? Buyurdu ki: “”Eğer bunların dediği gibi olsa ki, bu ayları anlatıyor; o zaman İslam’ın da gelmesi abes olur.” Buyuruyor: “Tamam, On iki ay var ve on iki aydan dördü haramdır. Yer, gök yaratıldığından bu böyledir. Bütün kitaplarda bu böyledir. Bunlar tamamdır. Ama dosdoğru din de o’dur. Bu böyle değildir, ama.”
(İslam’dan önce mü’min miydi halk? Yok. Cahiliye dönemiydi ve lanetiydi bunlar. Bu sünnide böyledir).
Buyuruyor: “On iki ay, On İki İmam’dır aleyhimusselam). On İkisinden dördü haramdır. Haram burada üstün olanı anlatıyor.” (Bu tabir farklılığı azameti anlatıyor).
Buyuruyor ki: “On İkisinin dördünün adı, Ali’dir. İmam Ali aleyhisselam, İmam Zeynelabidin aleyhisselam, İmam Rıza aleyhisselam ve İmam Naqi aleyhisselam’dır.”
(On dört Masum aleyhimusselam’ın dördü Muhammed isimlidir. On iki İmam’da üç Muhammed, dört Ali var. Yedi isimle zuhur etmiştir. Yedi, İmam Ali aleyhisselam ve İmam Mehdi aleyhisselam’a işarettir. Hastır bu kelime).
Arapda 28 harf var; ama 29’u yazılır. Lamelif la yazılır okunmaz.
İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Bir adam, Lamelif La’yı yazıp okuyamaz. İnkâr eden kâfirdir. Lam ve elif’in birleşimi değildir, tek başına bir harftir. Çünkü ebced ilminde Lam 30’u, elif 1’i gösterir. Birleşse 31 olması lazım; ama 7’dir bunun karşılığı. (Lamelif la, Lam ve elif’in birleşimi değildir. İsmi eliflam’dır. Okunduğu gibi hesap edilse, 61 olması gerekir. İki la var bir tane de elif. Ama öyle değil). Buyuruyor: “Lamelif 7’dir. Altı birleşmiş haldedir. Her şey, yoktu O’nun karşısında. Bu İmam Mehdi aleyhisselam ve İmam Ali aleyhisselam’a işarettir.”
Güneş tabiri Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e Ay tabiri İmam Ali aleyhisselam’a ve İmamlar’a (aleyhimusselam) işarettir. Güneşin Ay’a üstünlüğü yoktur. Ay’ın güneş’ten öne geçtiği yoktur. Burada bizim anlamamız için getirilen tabirlerdir. Çünkü İmam Hüseyin aleyhisselam’a Güneş Tabiri de kullanılmıştır. Ayrı bir ayette buyuruyor ki: “Yemin olsun göğün yarılıp, yıldızların dökülüp, güneşin karadığı zamana!” Burada Güneş en sonda geliyor. Niye?
Buyuruyor: “Yemin olsun, göğün yarılıp, yıldızların dökülüp, güneşin karadığı zamana.” Burada Güneş İmam Hüseyin aleyhisselam’dır, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alih değil. Gök, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi’dir. Yani bu lanetiler, Kerbelâ’ya geldikleri zaman, Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve alihi’nin hürmetini kırdılar. Çünkü biliyordular ki, buraya gelen İmam aleyhisselam, O’nun sallallahu aleyhi ve alihi evladıdır. Aynı makamdır. O, nübüvvet adı altında tanındı; Bu da imamet. Müslüman’ım dedikleri halde, O Peygamberin dinine inandıkları halde, bu lanetiler, bu işi yaptılar.
Yani, yemin olsun O Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem)! Tabir semadır, yüksekliktir. Rahman Suresi’nde buyuruyor: “Biz göğü uzattık, teraziyi karar kıldık.” İmam Sadıq aleyhisselam’a arz ediyorlar: Bu ayetin anlamı nedir? Buyuruyor ki: “Yani Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’i miraca götürdük; Hz. Ali aleyhisselam’ı ölçü koyduk.”
(Her ne kadar göğe inansan da yetersizdir. Terazisinde tartılman lazım. İş, teraziden geçer).
Sema’dan kasıt Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’dir. Yıldızlardan kasıt, Kerbelâ şehitleridir. Güneşten kasıt, İmam Hüseyin aleyhisselam’dır.
Bunu niye delil getirdik? Şems Suresinde buyuruyor: “Yemin olsun, Güneş’e ve ışığına; Ay’a ve ışığına ve Tan yerinin ağarmasına!”
Zannetme ki sıralamada Güneş efseldir. Böyle bir şey aklından geçmesin. Eğer o şekilde yola çıkarsan Kâbe’de batarsın. Çünkü Allah-u Mutaal, Velayeti Nübüvvet’in sırtına çıkarmıştı, önüne geçirmişti. Hz. Ali aleyhisselam’ı Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in önüne geçirmedi; İmameti Nübüvvet’in önüne geçirdi. Niye? Buyuruyor ki: “Nübüvvet’e inananları hiçbir zaman Nübüvvet kurtarmaz, üstlenmez, göğüslenmez. Hadiste İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “O ki, Hz. Ali aleyhisselam Kâbe’nin putlarını kırdığı zaman Allah Resulü sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in omzuna bastı ve çıktı. Çünkü Velayet ve Nübüvvet ağırlığı vardı Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’de ve Hz. Ali aleyhisselam’da ise, sadece, İmamet vardı. Hz. Ali aleyhisselam Allah Resulü’nü taşımazdı. (Taşıyamazdı değil, taşımazdı!).”
İmam Sadıq aleyhisselam’a arz olunuyor: Ağa, bu nasıl oluyor?
Buyuruyor: “Herkes ki, Hz. Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e inansa; Hz. Ali aleyhisselam’a inanmasa; Allah Resulü sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem, hiçbir zaman, o adamı kurtarmaz, şefaat etmez, sahip çıkmaz. Ama o adam ki, Velayet’e inanıyor; Allah Resulü sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ona, her zaman, sahip çıkar.”
Yani Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ki, İmam Ali aleyihsselam’ın omzuna basmadı; yani: Ben üstlenmiyorum, sadece Nübüvvet Ehlini. Herkes ki, Velayet Ehlidir; Ben üstleniyorum, kesin Nübüvvet Ehlidir, o adam. Kurtarıcısıyım, şefaatçisiyim onun. Hz. Ali aleyhisselam, sadece Nübüvvet Ehlini taşımaz; Velayet Ehli olacak. Ama Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem, Velayet Ehlini taşıyor. Orada birbirlerini taşıyıp taşımamaları söz konusu değil. Bunlara mensup olanları taşıyıp taşımamaktır mevzu.
O yüzden İmam Sadıq aleyhisselam Tevbe Suresi, 36. ayet hakkında buyuruyor: “On İki Ay, Biz, On İki İmamız. Bu On İki’nin dördünde Ali ismi var. Yer gök yaratıldığı zamandan bu böyledir. Bütün kitaplarda da bu böyledir. (Hiçbir peygamber tersini iddia etmemiştir, edemez de. Bütün peygamberlerin amacı da Bunları tebliğ etmekti. Ve Bunlarda ısrar edenleri Allah-u Mutaal İmam etti. Çünkü İmamet ezelidir. Kesbi veya Ledunni değildir. Sonradan verilmiş bir makam değil. Ama Hz. İbrahim’de, Hz. İshak’da, Hz. Yakup’da, Hz. Yusuf’da imamet tabiri varsa; bu, Ehl-i Beyt aleyhimusselam’ın yolunu tebliğ etmekte öncüdür. Kök İmam değildir. Arşın, Kürsinin, kalem’in, Lovhun sahibi değildir. Cebrail’e, Mikail’e, Azrail’e, İsrafil’e izin vermiyor, bu işi yap, diye. Millete yol göstermenin imamıdır. Bu kelime anlamıdır).
Dosdoğru Din O’dur. (Ne? Yani Velayet).
(Secde Suresi, 23. ayette buyuruyor ki: “Biz, onları İmam ettik. Çünkü onlar milleti Bize hidayet ediyorlardı ve Bizim emirlerimizde ısrarcıydılar.” İmam Sadıq aleyhisselam’a bu ayeti sordukları zaman buyurdu ki: “Biz, Ehl-i Beyt aleyhimusselam, Hz. İshak’ı, Hz. Yakup’u, Hz. Yusuf’u imam ettik. Çünkü milleti Bize davet ediyorlardı ve ısrarlıydılar Biz’de.”).
(Varlık, Mahlûktan çok öteyedir. İmam Sadıq aleyhisselam buyurdu ki: “Kulli varlık (Peygamberler, kitaplar, Hz. Abbas aleyhisselam, Hz. Ali Ekber aleyhisselam vs. kulli varlık). Hz. Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in mübarek isminin bir zerre nurunun hürmetine yaratılmıştır.”
Niye bu isimlere karşı hürmetsizlik ediyoruz? Niye bunlara karşı ezilmiyoruz? Sebebi ney bunun?
Çünkü daimul hal değiliz. Dikkat etmiyoruz. Yoksa bu ihtiramsızlığı göstermeyiz. Kınayıcıların kınaması bizi yıldırmasın. Bu kınayanlar ekmekleri için çöpçü, tuvaletçi, çoban vs. olabiliyorlar. Yani karınları için hiçbir şeyden çekinmiyorlar. Ama biz, bir “aleyhisselam” derken acze düşüyoruz. O yüzden; hiçbir zaman, birilerinin kınaması biz üzmesin, rahatsız etmesin, yıldırmasın).
“…Ve zalikel dinil geyyum…: Dosdoğru Din, On İki İmam’a iman etmektir. Zulmetmeyin kendi nefslerinize Olara karşı. (Yani sen, O’nun ismine karşı bir zafiyet gösteriyorsan, O zarar görmez. Aklından geçmesin ki, O’na karşı terbiyesizlik yapacağım. Tarihte sürülerce insan, kâfir oldu. Allah-u Mutaal zarar etti mi? Hâşâ! Zara eder mi? Hâşâ! İhanet ettiler. Kime? Kendilerine. Terbiyesizlik yapan, kendisine. Ne yapsan kendine. İhtiram etsen de kendine. Herkes gelsin, dönsün güneşe ve ağzıyla üflesin. Güneşi söndürebilir mi? Hayır. Sadece bu adamların ahmak olduğu açığa çıkar. Herkes balçıkla güneşi sıvamaya çalışsın. Sıvayabilirler mi? Hayır. Sadece ahmaklıkları açığa çıkar.
Buyuruyor: “Örnek bile acizdir.” Güneş tabiri Ehl-i Beyt aleyhimusselam’da kullanılmıştır. İmamet’te kullanılmıştır. Velayette kullanılmıştır. Saltanat’ta, Hidayet’te kullanılmıştır. Buyuruyor: “Hiçbir zaman önünü alamazsın; ama sen, kendi gözüne biraz sabun koyabilirsin. Kör değilsin; ama kör olmak istiyorsun. Ol! Gene O’nun saltanatından çıkamazsın. Çünkü senin için iki tane yer ayırt edilmiştir: Birisi Onların sevgisine gitsen, Cennet denen bu sevginin açılımı var. Diğeri de; eğer ihanet etsen, Cehennem denilen, azap yeri var. Onların gazabıdır. Mecbursun ya gazap ya da sevgi. Mümkünü yoktur. İstesen de ikisinin dışına çıkamazsın. Kendi saltanatın kendi elinde değildir. Gözünü aç ve emir ver görmesin; ses gelince kulağına emir ver deki, işitmesin. Böyle bir hüküm yoktur. Kendin kendine hâkim değilsin).
Buyuruyor: “Zulmetmeyin kendi nefslerinize onlara karşı. Savaşın topyekûn…” Yani O On İki ki İmamlarımızdır ve dördü de haramdır ve bunlar açık ve nettir; buyuruyor: “İmamlarımıza karşı ihanetkâr olmayın.” Müşrik kimdir? İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “İnsanlık tarihinde iki Allah’a inanan yoktur. Ya inkâr edip Kâfir olmuştur; ya da kabul edip Mü’min olmuştur.” (Her iki Allah değil; putperestlere sorsanız ki: Bu putlar mı sizi yarattı? Diyecekler ki, hayır!). Buyuruyor: “Müşrik, Allah-u Mutaal’ın tanıtmış olduğu İmam’ın yerine birini geçiren lanetidir.” (Yani o geçen puştun kendisi şirkin özüdür. Ebu Bekir lanetisi, Ömer lanetisi şirkin özüdür. O lanetiler ki, bu piçleri geçirdiler oraya; onlar müşriktir. Din’de şirkten daha büyük bir günah yoktur. İnanç boyutundaki şirk, putperestliktir. Amel boyutundaki şirkin anlamı ise, riyadır. Ameldeki ikileme riyadır. Hem Allah-u Mutaal’ın rızası hem de halka hoş görünmek için namaz kılarsa, bu riyadır. Ve bu şirktir. Desinlere namaz kılıyor. Bu ikiledi ve batıldır. Çok ilginçtir ki, bu ikileme Velayette yoktur. Buyuruyor: “Seni İmam Hüseyin aleyhisselam için gel ağla veya birini ağlat veyahut da ağlama taklidi yap; yani ikile. Buyuruyor: “İkilik yoktur.” Sen teklikte yok olmuşsun, bir defa. Buyuruyor: “Riya caizdir ve cennet de ona vaciptir.”
Sen ki, saltanatın altında durmuşsun; saltanatın sahibi ki tekti; artık ikilemenin yeri yoktur ki).
Buyuruyor: “Savaşın topyekûn birlikte müşriklerle…” Kimdir müşrik? Tarihin putunu oraya oturtan adamdır. İmam aleyhisselam’ın yerine birilerini tanıtan lanetidir.
“…Nasıl ki, onlar sizinle savaşıyorlar.” (Tevbe, 36).
“Vatanı sevmek senin imanındandır.” Masum aleyhisselam. Vatana karşı ihtiramsızlık edemezsin. Vatanın içine pislik yapamazsın, yapsan lanetisin. Eğer bu denilen şey, bu vatan ise; niye günde kaç defa içine ediyorsun? Vatan: Mekke’dir, Medine’dir, Kufe’dir, Kerbelâ’dır. Hadiste buyrulan bunlardır.
Yani inancından dolayı bir mekân tanıtılıyor bu adama. Kerbelâ’ya gittin mi, tüküremezsin bile. Tuvalete de gidemezsin. Dışarı çıkarırlar. Mekke, Medine, Kufe aynıdır.
Yaşanılan yerler vatana benziyor, şıphi vatandır. Vatan hükmündedir, vatan değildir. İmam aleyhimusselam’ların kendilerine has kıldıkları yer vatandır. Yani sen, Mü’min isen, On İki İmam aleyhimusselam’a iman getirdiysen bütün boyutlarda: Orası senin yerindir.
“Savaşın müşriklerle…” (Tevbe, 36). Niye bu lanetiler bu gibi yerlere saldırdıkları zaman kimse yardım toplayamıyordu? Tepki göstermiyordu?
(Araplarda meşhurdur, Filistinliler, Arabın çingenesidir. Çingene piç demektir. Piçin piçidir. Bütün pisliklerin yığınıdır).
Irak senin inancından dolayı, vatanındır. Samirra’ya bomba koydular, kimse bu kadar tepki göstermedi, bu kadar yardım toplamadı, niye?
Kurt avını toplu yapar ve yattığı zaman da halka şeklinde yatar. Derler ki, kurt gözü açık yatıyor. Birbirinde korkuyor. Yanındakine güvenmiyor, onun için.
Eğer Filistin halkı mazlumsa, ölenler şehitse, git Sünni ol; çünkü onu okeyliyorsun. İran senin inancının, fıkhının kökü değildir. Olsa bile bir şey yazmaz. Eğer batıla karşı, lanetilere karşı, zalime karşı savaşacaksan; git, Irak’ta savaş.
Bundan dolayıdır ki, Usul-u Kâfi’de 49. Hadiste şöyle buyruluyor: “Eğer dinde derin düşünceli olmasanız; sizi avlarlar. Din adı altında kendi sapıklık kapılarından içeriye sokarlar.” İmam Sadıq aleyhisselam.
Din adı altında yaparlar bunu. Şeytan namaz kılma demez. Batılın namazını sana iyi gösterir, seninkini de kötü gösterir. Onları sana hoş gösterir. Peki, bunlar kime mensuptur? Tarihin putuna. Ebu Bekir lanetisine, Ömer lanetisine mensupturlar. Şia ne iddia ediyor? Kendini nispet veriyor ki, Ehl-i Beyt aleyhimusselam’a.
İmam aleyhisselam buyuruyor ki: “Bir Şia’nın hürmetinden dolayıdır ki, yer ehlini içine çekmiyor. Gök bunların başına yıkılmıyor. Yağmur bunların hürmetine gelip bereketini saçıyor.” Cayır cayır Şia ölüyor, kimsenin sesi çıkmıyor.
Sünniler Filistin’i savunuyor, hem de her ne pahasına olursa olsun. Neden? Çünkü inanç bağı var.
İmam Cafer Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Bizim acımadığımıza siz acımayın.” Buyuruyor: “Bizi öldüreni öldüreceğiz. Esir götüreni esir edeceğiz. Çocuğumuzu öldürenin çocuğunu öldüreceğiz. Evimize şüven salanın evine şüven salacağız.”
Ayette buyuruyor ki: “Zulmetmeyin kendi nefslerinize, Onlara karşı.” (Tevbe, 36).
Ehl-i Beyt aleyhimusselam’ın düşmanlarına destek veren, kendi nefsine zulmetmiştir. Takiyye edersen sonrakinin dini olur. Yalan söylersin sonrakinin dini olur. Buyuruyor:
“Hz. Ali aleyhisselam’ın dostuna dost ol, seveni sev: Babanın ve evladının katili olsa bile. O’nun düşmanına düşman ol: baban ve evladın olsa bile.” Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem.
Her boyutta savaş onlarla.
Sen. Neden kara giyiyorsun? Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in Gadir-i Hum’da çiğnenen emri için. Kerbelâ, Gadir-i Hum’un dalgasıdır. O piçlerin küfrünün taşmasıdır, sahile vurmuştur artık. İmam Hüseyin aleyhisselam’ın şahadeti Gadir-i Hum’da çiğnenen emirdir; sen, bunu görüyorsun.
Peygamberi anmak, namaz kılmak, hacca gitmek seni aldatmasın. Aklında olsun bu ki: Şeytan yirmi dört bin sene ibadet etti. Bir defa boyun eğmedi şeytan oldu. Niye oldu? Aynısı burada olsa olmaz mı? Olur.
Çünkü emir geldi ki, Âdem’e secde et. Âdem kıble gösterildi. Çünkü Ehl-i Beyt aleyhimusselam’ın nuru Âdem’in alnında yansıdı. Yani Ehl-i Beyt aleyhimusselam’a dön, O’na eğil. Bu piç, O’na karşı dönmedi, laneti oldu.
Bu gün de bir adam, bu yüzden namaz kılmıyorsa; yani İmam Ali aleyhisselam Kâbe’de zuhur etmiş diye eğilmiyorsa, bu adam piç oğlu piçtir.
Ama adam acizdir kılmıyor. Ama orayı reddetmiyor. Etse, lanetidir. Çünkü şeytan laneti O’nun yansıdığı yere dönmedi, kâfir oldu.
O yüzden, her şeyimiz Velayettir. A’dan Z’ye her şeyimiz Velayettir. Aksi halde hangi boyutta olursa olsun, kayma varsa, zulm ediyorsun kendi nefsine, onlara karşı.
Velayeti konuşmuyorsan zulümdür. Velayeti yaşamıyorsan zulümdür. Velayeti düşünmüyorsan zulümdür. Bir kişi yas tutmuyorsa, Velayet ehli değildir, zalimdir. Sen ona destek olursan, sen de zulüm ediyorsun, zalimsin.
“Safvan isimli Şia’lardan birisi geldi İmam Sadıq aleyhisselam’a arz etti ki: Ağa! Benim develerimi Harun laneti aldı. Onlarla hacca gitti. Benim kendim gitmedim, develerimi kiraya verdim. Ben de zalime yardım edenlerden sayılır mıyım? İmam aleyhisselam buyurdu ki: “Sen, inanıyor musun ve kalbinde buna yer veriyor musun ki, bu laneti sağlam dönsün senin paranı da versin?” Arz etti: Evet. Buyurdu: “Sen, zalimin özüsün; yardım eden değil. Sen, dinini paraya satıyorsun.”
Şeytan dürtmesin, o zaman niye onlarla yaşayıp, alış-veriş ediyorsun, diye. Çünkü kulli emir var, onlarla yaşıyorum. Onları desteklemek, doyurmak için değil.
Buyuruyor: “Sen, sen olsan; Biz seni yolda koymayız.” “Siz, bildiklerinize amel etseniz, Biz, bilmediklerinizi öğretiriz. Biz, sizi sizden çok seviyoruz. Hatta yattığınız zaman, açılan üstünüzü bile örtüyoruz.” İmam Sadıq aleyhisselam.
Ayrı bir Hadis-i Şerifte buyuruyor ki: “Zannetmeyin ki, sadece siz istiyorsunuz bizi göresiniz; Biz, sizden daha çok istiyoruz size görünmeyi. Sizin yaptıklarınız hep engel oluyor.” İmam Sadıq aleyhisselam.
Bir adam karar alırsa eğer; 4*4’lük olabilir. Kerbelâ’daki şehitlerin senden fazlalığı yoktur. Habib olabilirsin, Zuheyr olabilirsin.
İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Her gün aşuradır; her yer Kerbelâ.”
Her gün kendini yezit lanetinin karşısında görebilirsin, savaşabilirsin.
Cihat ikiye ayrılıyor: düşmanla savaş, küçük cihattır. Nefisle cihad ise büyük cihattır. Edeb olarak her gün bir defa Ziyaret-i Aşura okuyabilirsin, Ziyareti Cemieyi Kebire okuyabilirsin, Gece Namazı kılabilirsin. İstersek yardım da olunur.
Hadiste buyruluyor ki: “Hz. Ali aleyhisselam’ın dergâhında cenneti arzu etmek, küfürdür.” Masum aleyhisselam.
Yani muamele etme, yazıktır.
Buyuruyor: “İbadet edenler üç kısımdır. Bir kısım insanlar vardır ticaret ediyorlar; yani cennet için ibadet ediyorlar. (Küfür müdür? Evet. Çünkü hakkın üstünü örtüyorsun). Bir kısmı köleler gibidirler; cehennem korkusuyla yapıyorlar. (Bunlar da hakkın üstünü örtüyorlar). Gerçekten ibadete layık görüp, eğilenler; işte bunlar haktırlar.”
Buyuruyor ki: “İlmin sonu cehalettir.” Neye cehalettir? Yaqin ediyorsun ki, hakken anlayamam.
İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Beyninizi bir serçe yese doymaz. Bununla Bizi tanımaya çalışmayın.”
Ziyareti Cemieyi Kebire’nin tam ortasında buyuruyor ki: “Hiç kimse Bizi anlayamaz: Mürsel peygamber, Mukarreb melek, vs. Hiç kimse tasavvur edemez.” Buyuruyor ki: “Mana o değildir. O adam ki, Bize salâvat çeviriyor, boyun eğiyor ya: Salâvat karşılığında Bizim o adama verdiğimiz makamı: ne melekler tasavvur edebilir, ne peygamberler, ne şehitler, ne âlimler, ne cahiller…” Niye? Buyuruyor: “Salâvat çevirince adamın tozu toprağı gidiyor, (ailesi berrak oluyor)? Bizim makamımız o adamın kalbinde yükseliyor. (O adam, Bizi tanımaya başlıyor).” Buyuruyor: “O adam ki, yükseliyor; Biz ki ona veriyoruz; O’nu kimse tasavvur edemez.” Masum asleyhisselam.” Son.
Sound- 001
İmam Ali aleyhisselam buyuruyor ki: “Ban bir harf öğretenin kulu kölesi olurum.” Yani öğretmezsin. İddiadır bu. Yine buyuruyor:
“Perdeler kalksa, yaqinim artmaz, benim.” Perde arkasında Yaqin olmaz ki; yani perde yoktur ki, kalksın.
Mazlum sıfatıyla savaşıyorsa; bu, hak adamdır. Mü’min dışında mazlum olmaz. Mü’mindir, Mü’min’in dini sorulmaz.
Hadiste buyruluyor ki: “herkes Bize yapılan zulmü bilmese; Bize zulmedenlerle ortaktır ve Bize zulüm ediyor.” Velayet Ehli olmayan zalimdir. Mazlum Velayet Ehlidir.
Nasibi Müslüman hükmünde bile değildir. Filistinli lanetiler, Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in şahadetinde düğün yaparlar, bayram ederler. Bu piçlerin he şeyleri piçtir. İsimleri de aynıdır. Bunların isimleri geldi mi; Masum aleyhisselam’a düşmanlığın sembolüdür. Eğer bir kişi, bu ismi, buna razı olarak, koymuşsa, piç oğlu piçtir.
İmam aleyhisselam’ın karşısına çıkan kim olursa olsun, piç oğlu piçtir. Sıffın’dakiler La ilahe illallah diyorlardı, Kur’an’a sığınmışlardı; ama yine de kılıçtan geçirildiler.
Hadiste buyruluyor ki: “Dilinle kalbin bir olmasın.” Yine buyuruyor: “Zuhurun başından sonuna kadar; Ben, size kolaylık olsun diye bunları yapıyorum (Bunları temizliyorum).”
Onlar Mü’min olduğu, hak olduğu için değil; Ağam emir verdiği için pak biliyorum bunları. Küfrün kökü bile olsa; emir varsa paktır, diye; bu paktır.
İmam Ali aleyhisselam buyuruyor ki: “Kâfirle savaşa girdiğin zaman, o kâfiri esir aldığın zaman; artık o temizdir.”
Bu kâfir niye temiz oldu? Buyuruyor: “Sana rahatlık olsun diye; esir aldıysan, senin malındır. Senin saltanatındadır. Her işinde kullanırsın. Kadınsa ilişkiye girersin.”
Bunun değeri yoktur, bu, senin malındır. Senin için temiz kılınmıştır.
Bu adamlar La ilahe illallah dediği için, iman ehli oldukları için değil; Ağam buyuruyor, temizdir, temizdir. Emre itaat ediyorum.
Buyuruyor: “Çünkü gaybet döneminde kaçamıyorsun bunlardan. Bunlarla ilişki kurman lazım, alış-veriş yapman lazım; buyuruyor: “Ben, temizliği indiriyorum.” Kime? Sana. O temiz olmuyor, Sen rahatsız olmayasın diye, sen ona dokundukça temizsin.
Hayvanı kestin ve kanı aktı. Akan kan necistir. Akan aktı, akmayan içinde kaldı. Buyuruyor: “İçinde kalan kan temzidir.” Kan temiz değildir; buyuruyor: “Ben, temiz ettim, sen, rahatına bak.”
İmam Caferi Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Kelime-i Şehadeti söyleyen, temizdir.” O temiz değildir; buyuruyor: “Ben, temiz ediyorum, onu. Sana ölçü veriyorum. O, bunu derse, Ben, temizliği indiriyorum.” O senin barınman içindir.
Sabah ezanının vakti ne zamandır? Fecrin doğuşuyla, havanın ağarma vaktidir. Bu vakit girince ezan okunuyor. Okunan ezan geceyi ağartmıyor, vakti tamam etmiyor; ezanı okuyan vakti biliyor ve vakit girince Allah-u Ekber diyor. Yani okunan ezan vaktin girdiğini bildiriyor. Bu ölçü oluyor. Şahadet de aynıdır. Yani ölçüdür. Bunu söyleyen, senin için temiz oluyor.
Hadiste naklolunuyor ki: “Nemrut lanetisi, İbrahim aleyhisselam’ı ateşe atmak için, ateşi yaktı. Kır kaplumbağası (Tosbağa) da ağzında bir çöple ateşe doğru yaklaşmaktaydı. Maksadı çöpü ateşe atmaktı. Hz. İbrahim aleyhisselam buna sordu: “Ey Allah’ın hayvanı1 Bu çöpü ne yapacaksın?” Kaplumbağa arz ediyor: Ateşe atmak istiyorum. İbrahim aleyhisselam diyor ki: “Zaten ateş yanmıştır. Senin çöpün olsa ne olur olmasa ne olur?” Bu laneti döndü dedi ki: İstiyorum sana düşmanlığımı belli edeyim. Biliyorum bu sana bir şey yapmaz.”
Hadiste buyuruyor ki: “Hatta muhalifler sizden, gözlerine sokmak içini bir çöp isteseler dahi; vermeyin.”
Sen kendin sok; ama ona verme.
Zekât, kesinlikle sünniye verilmez; hatta Sünni sünniye verse, bu bile haramdır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tarihte hep bu oyun oynana gelmiştir. Allaha iman et, meleklere iman et, ahirete iman et, peygamberlere iman et vs. bunlar hep aldatmacadır. Allahu Teâlâ ki Resulünü gönderdi ve sen de onu kabul edip iman ettin; Artık O ne getirirse ona iman edersin. Daha da ayrı bir şey aramazsın. Bundan gayrısı aldatmacadır.
Allahu Mutaal’a iman ettin mi; Allahu Mutaal’ın bin bir tane sıfatı var. Bu bin bir sıfattan kullarla Allah arasında geçit olan Adalet sıfatıdır. Peki, Adalet nedir? Ve Allahu Mutaal adalet sıfatını taşımasa ve Müslümanlar da bu adalete iman etmese ne olur?
Adalet, her şeyi yerli yerinde kılmaktır. Kişi kendi dünyasında, yaşantısında, sözlerinde, fiillerinde vs. her şeyinde adalet istiyor. Her şey yerli yerinde olsun istiyor. Peki, dinde adalet olmasa, her şey yerli yerinde olmasa ne olur? O zaman her şey gelişi güzel olur.
(Allahu Mutaal adil midir? Evet, ezelen ve ebeden. İlahi dergâhta her şey yerli yerinde midir? Evet, ezelen ve ebeden. Ezelden ebede her nereye gitsen, bu dergâhta yersiz, hikmetsiz bir şey bulamazsın. Eğer yersiz bir şey olursa; (Hâşâ!) Allahu Mutaal cahil olur, zalim olur ve aciz olur. Hadiste İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Âlim olan, qadir olan ve adil olan Allah, kullarını başıboş bırakmaz. Hüccetini her zaman yeryüzünde daim eder. Âlimdir her şeyin evveliyle ahirini ilmiyle bilir. Qadirdir ilminde olana güç yetirebilir. Adildir, her şeyi yerli yerinde yaratır ve yerli yerinde karar kılar. Âlim olan, qadir olan ve adil olan Allah, aciz olan kulunun ihtiyacını giderecek, onu kendine yönlendirecek bir hücceti daim eder; kullarını başıboş bırakmaz.”).
Adamlar uyanıktır. Seni bir çıkmaza sokuyor. Allaha iman, peygambere iman, meleğe iman, hayır ve şerre iman vs. hep insanları yanlış yöne kaydırıyorlar. Olamaza kaydırıyorlar. Kur’an’da susmuş, konuşmuyor. Gerçekte iman çekildi bir kenara.
Allahu Mutaal varsa ve adilse, kendisiyle kulları arasında burun buruna gelen, geçiş olan bir kişiyi mutlaka tayin eder. Perde arkasını perdenin önüne getirecek bir kişi, mutlaka, olması lazımdır. Bu kişi canlı olacaktır. Eğer bu susar ve konuşmazsa, hâşâ, Allahu Mutaal adil değildir. Yarattığına sahip çıkmamıştır. Yarattığını terbiyet etmemiştir. Eğer yarattığını terbiyet etmediyse, o zaman cennet ve cehennemin anlamı kalmadı.
Adam cennet ve cehenneme iman ediyor; ama bunun yanında hayır ve şerre de ediyor. Hayır, tamam Allah’tandır. Ama şer niye? Şer nedir? Kötü olan her şey. Yani sen hırsızlık yaptın zina ettin, adam öldürdün, kumar oynadın vs. bütün kötülükleri yaptın. Şer Allah’tansa, hâşâ, bunların faili Allah’tır. Yaptıran Allah olur, hâşâ. O zaman emrin ve yasağın anlamı kalmıyor ki.
Tamam, iyi olan her şeyi Allahu Mutaal yaratmıştır ve emretmiştir. İslam’ı Allahu Mutaal gönderdi. Acaba puta tapmayı da emretti mi? Hayır. Eğer puta tapmayı emretmediyse, şer Allah’tan değildir. Bunu iddia eden beyinsizdir ya da bilmiyor.
İnsanların dinini inancını kullanmak kolaydır. Bu iddiayı eden adam, kıyamete, nizam-teraziye, mahkemeye iman etmemiştir.
Madem hayır da şer de Allah’tansa, mahkeme niye? Bunun anlamı nedir?
Hâşâ, bu çok abes bir şeydir. Bu iftiradır. Kendisi yaptıracak, sonra da hesaba çekecek.
Böyle bir Allah kavramı, böyle bir inanç olmaz. Allahu Mutaal yargılamadan önce önlemini alması lazımdır. Allahu Mutaal peygamberlerini göndermiş, İmamlarını tanıtmış, kitaplarını, emir ve yasaklarını; yani dinini göndermiş, tebliğ edip tanıtmıştır. Ondan sonra da hesaba çekmesi doğal hakkıdır. Eğer böyle olmasa, mahkeme abes olur.
Peki, millet neden düşünüp muhasebe etmiyor? Düşünür gibi görünene inanıyor, onun safına katılıyor. Kolayına kaçıyor. Çoğunluk hak olsaydı her zaman, hâşâ, Hz. İbrahim aleyhisselam tek başınaydı ve ona kimse inanmadı. O zaman puanların putperestlere verilmesi lazımdı. Putperestleri desteklemek gerekirdi. Yeryüzünde şu an en çok Budistler, sonra mesihiler ve sonra Müslümanlar yaşıyor. O zaman herkesin Budist olması gerekirdi.
Odur ki, Hz. Resulullah sallallahu aleyhi ve alih Ebu Zer’e buyuruyor ki: “Ya Ebu Zer! Millet ayrı bir vadide, Hz. Ali aleyhisselam ayrı bir vadide dursa; sen, Hz. Ali aleyhisselam’ın yanında dur. Onların tarafına gitme.” Bu adamlar suyu kaynağından içmiyorlar. Hep gelişi güzel, hep gelişi güzel…
Her şeyin bir ölçüsü var mı? Var. Suyun litre, ağırlığın kilo gram, uzunluğun metre vs.
O zaman Dinin ölçüsü nedir? Dinin de bir ölçüsü olması lazım. Bu ölçü namaz mıdır? Hayır. Namaz kılmak ölçü olsaydı, kılmayanların kâfir olması gerekiyordu. Ama değil. Kılmayan günahkârdır, kâfir değildir.
Bir kişi namaz kılıp münafık olabilir. Gizlide günahkâr olabilir. Diğeri de namaz kılmayıp dürüst insan olabilir. Bu, Dine ölçü olmaz.
Oruç, zekât, hac, yani Furu Din, ölçü olamaz. Ölçü Allahu Mutaal ile kullar arasında geçit olmalıdır. Allah’tan aşağı, mahlûktan üstte olmalıdır. Tartmalıdır, tartmamalıdır.
Allah’ın Peygamberi sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in mucizelerinden birisi Kur’an’dır. Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem kırk yıl zahmet çekti, millete emin olduğunu İsbat etti, kabul ettirdi. Öyle insanların arasında yaşadı ki, putperest, kızlarını gömen, mantıksız insanlardı. Şu anda aynı zihniyet halen devam ediyor. Adam kız çocuğu gömmüyor; ama namusunu haysiyetini, iffetini gömmüştür. Bir şey kalmamıştır, aynı cehalet devam ediyor.
İmam Cafer Sadıq aleyhisselam buyuruyor: “Mümin firar etse, dağın başında özel yaşama atansa; Allahu Mutaal özel bir şeytan yaratıp onu imtihan edecektir.” Bu işin kurtuluşu olmaz, imtihanın kurtuluşu yoktur.
Âlimin birisi çıktı minbere anlatmaya başladı. Diyor ki: İnsan bir hayır işlemeye karar verince, elini cebine attığı zaman, yetmiş tane yavru şeytan elinden tutar, engel olur, Allah yolunda hayır işlesin. Adamın birisi de cesurdu. Kendi kendine diyor ki: Öyle şey mi olur? Olabilir mi ki, ben elime götüreceğim; ama yetmiş tane yavru şeytan buna engel olsun. Bunun imkânı yoktur. Adam hemen kalktı, mescitten çıkıp evine gitti. Evinde buğday ambarının kapısını açtı. Hanımı çıktı dedi: Ne yapıyorsun? Dedi: Kıtlık var, millet de açtır. Onlara yardım yapalım. Kadın diyor: Sen bu tohumu yere serptiğin zaman kim sana bereketli olsun dedi ki? Yardım etti ki? Güneşin önünde buğday topladığın zaman sana yardım eden oldu mu? Kadın o kadar engel çıkardı ki, adam hemen kapıyı kilitledi. Geldi camiye, dedi: Hocam, şeytanın anası bizim evdedir.
Herkes hürriyetiyle otursa, çok şeyler olacak; ama bırakmıyorlar hürriyetiyle otursun.
Kur’an oku, hadis oku, sen, bu beşin dışına çıkamazsın. Tevhid ve sıfatları.
Allahu Mutaal’ın tekliğine inanmak. Bin bir tane sıfatı var buların hepsine iman edeceksin. Bunlardan birisi adalettir. Allahu Mutaal Rabdir, adildir, halikdir vs. Yüz yirmi dört bin peygamberi gönderdi ki, kula kulluk etmesin, puta tapmasın, bataklıktan kurtulsun. Bunları adil olduğu için yaptı.
Rab idi terbiyet etti. Halık idi yarattı. Adil idi sahip çıktı. Âlim idi ihtiyacını biliyor. Gadirdir ki, ihtiyacını giderecek seviyededir. Böyle bir Allah, kıvamını koruyor. Nedir kıvam? Adalet.
Peki, adalet nedir? Yerli yerinde. Peki, yerli yeri nedir? Peygamberler gönderiyor. Peygamberler ne yapıyor? İnsanları bataklıktan sürükleyip çıkarıyor. Peygamberlerin sonuncusu kimdir? Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem. Peki, bu sistemin devamı var mıdır? Yani ilahi adalet sisteminin devamı nerede? Allah’ın adaleti mi kesildi? İlmi mi tükendi? Gudretinde bir acizlik mi oldu? Niye bu bitti? Yoksa bitmedi de bitti mi gösteriliyor? Bitmez. Allahu Mutaal’ın dergâhında tükenmenin anlamı yoktur. Birileri tükendi gösteriyor. Bu şuna benziyor ki: Güneşin önüne bulut gelince güneşe bir şey olmaz. Sadece senin başının üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Bulut güneşin önünü sıvamıyor. Seni güneş ışıklarından alıkoyuyor, seni engelliyor. Allahu Mutaal’ın sıfatlarında noksanlık yoktur; tarihteki kesintiler, sadece bizim önümüzde engel oluyor.
Peki, piyasada inanıldığı gibi olsa ne olur? Hâşâ, Allahu Mutaal’ın adaletinde işgal olur. Kullarını terk etmesi, bıkması olur. Hâşâ, bunun anlamı yoktur. Allahu Mutaal’da bıkkınlığın yeri yoktur. Yani kullar ne kadar kâfir olsa da Allahu Mutaal sisteminden vazgeçmez. Bu Güneş herkese doğacak. Kâfire de mümine de. İsterse herkes isyan etsin. Hiçbir zaman O’nun âlimliğinde, Gudretinde, halıklığında, rabliğinde sarsıntı olmaz. O gün gelinceye kadar bekleyecektir. O güne gelinceye kadar herkes serbesttir.
Allahlık gerekçesi yaratmaktı ve yarattı. Sıfatları gerekçesi ihtiyaçları gidermesiydi. Kiminle? Peygamberlerle. Bunun devamı var mı? Var. Nedir? İmamettir. Nasıl? Maide suresi 67. ayettedir.
Buyuruyor ki: “Ey Resul! Sana, indirileni tebliğ et. Etmez isen, peygamberliğin boş olur. (Hedefsiz olur. Peygamber farsça bir kelimedir. Risalet Arapçadır. Elçilik de Türkçesidir. Peygamber denince; yani Allah’tan taraf gelen elçi. Ama masum olan elçi. Yani gizli ve aşikâr her şeyiyle birlikte elçidir. Allahu Mutaal’ın mülkünde her şey; dağ, taş, yer, gök baktığı zaman, her boyutunda bunda kusur aramayacak.
Hadiste buyuruyor ki: “Kıyamet günü on tane varlık insana şahitlik yapacak. Birisi yerdir (toprak), camidir, Kur’an’ı Kerim’dir, İmam’dır, peygamber’dir, âlimdir. İnsanın kendi azasıdır. Bunları hepsi şahitlik edecek).”
Allahu Mutaal’ın ölçüsü O’nu temsil eder. İsmi üstünde Allah’ın elçisi; yani Allah’ın sıfatı bu adamda yansımıştır. Toprak feryat edecek ben bu adamda iyilikten başka bir şey görmedim. İnsan, cin, melek vs. her şey. Bu insan kusursuzdur. Her şeye hüccettir. Bunun yerine tayin olunan aynı sıfatı taşımalı mıdır? Evet. Çünkü ilahi’nin emridir. Olmazsa ne olur? Olmazsa, hâşâ, Allahu Mutaal’ın adaleti kısır kalır. Hâşâ, Maazallah, sahip çıkmamış, terk etmiş olur. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve alih kimdi? Hangi sıfatları taşıyordu?
“Gerçekten de Allahu Mutaal, Siz Ehli Beyt’i temiz kıldı! Temiz kıldı! Temiz kıldı!” (Ahzab, 33).
“Yutahhira” da teşrit var. “Tethira” mef’ulu mutlaktır. Filinin işini yapar. Ayette üç defa “temiz kıldım” var. Bir defa deseydi de inanan inanacaktı, inanmayan inanmayacaktı. Bir kez yeterdi, iki kez de yeterliydi. Neden üç kez? Hadiste buyuruyor ki: “İlk basamağı, Allahu Mutaal Ehli Beyt’ini Zaten temiz kıldı. Yaratılışı ezelden, yaratılışın başından. İkincisi, bütün sıfatları temizdir, kendine hastır. Peygamberimizin ismi nedir? Muhammed sallallahu aleyhi ve alih. Manası nedir? Beğenilmiş. Bu ismi kim koydu? Allahu Mutaal koydu. Niye? Kendi isimlerinden birisi Mahmuddur, Hamittir. Kendi isminden isimlendirdi. Hamit isminden Muhammed’i seçti. Hz. Ali aleyhisselam ki, Allah’ın arslanıdır, ismi nedir? Ali aleyhisselam’dır. Manası nedir? Üstün. Nereden oldu? Allahu Mutaal’ın ismi Ala’dır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem buyuruyor ki: “Biz Ehli Beyt’in ismini Allahu Mutaal’ın kendisi seçti. Benim ismimi Hamit isminden seçti. Hz. Ali aleyhisselam’ın ismini Ala isminden seçti. Hz. Fatıma selamullahi aleyha’nın ismini Fatır isminden seçti. İmam Hasan aleyhisselam’ın ismini Muhsin’den seçti. İmam Hüseyin aleyhisselam’ın ismini İhsan’dan seçti.” Hamit, A’la, Fatır, Muhsin, İhsan, Allahu Mutaal’ın isimlerindendir. Buyuruyor: “Bu isimlerden Bizim isimlerimizi seçti. Çünkü Bizi Masum olarak karar kıldı. İsmimizde kendimize layıktır, aittir.”
Peygamberimizin ismi nedir? Beğenilmiş. Hiçbir varlık, bunda kusur bulamaz. Eğer bulsa lanetidir. Yalan konuşuyor, kısırdır. Beyni bozuktur, gözü bozuktur. Peygambere değil, beyninde olana iman getiriyor, o adam. İmam Ali aleyhisselam’ın ismi nedir? Üstün. Seçen kim? Allah. Gerçekten üstündür. Kimin kabul edip etmediği önemli değil. O yüzden Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem buyuruyor: “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısı. Ben hikmetin şehriyim, O da kapısıdır. Bu Allah’ın arslanıdır.” Fatır nedir? Fetheden. Fatıma nedir? Hak ile batılı ayıran. Kim koydu? Allahu Mutaal. Buna inanmak hak, inanmamak batıldır. İsmin kendisi ayırt edendir. Hasan nedir? Güzel. Gerçekten güzeldir. Müslüman’ın birisi gelip dese, Allah Resulü’nün evladında, hâşâ, çirkinlik var; kendisi çirkin olur. İman etmemiştir. Hüseyin nedir? Güzel. Bir pürçüm ararsa, o adam pürçümlüdür. Hasta olan adam en güzel suyu da içse, acı olur. Çünkü hastadır o adam.
Dinde noksanlık var mı? Yok. Din tamamlanmış mıdır? Evet. Ayette sabittir. Halifelik Dinden midir? Evet. O zaman Allah Resulü bunu açıklamıştır, insanlara tebliğ etmiştir. Aksi halde Din tamam olmaz.
O zaman Ebubekir lanetisinin seçimi batıldır, bidattir. Hiçbir Sünni demiyor ki, hiçbir kitap yazmıyor ki, Bekir lanetisini Allah ve Resulü seçti. Halifelik olmamalıydıysa, seçim küfürdür. Yok, eğer gerekliydiyse, o zaman bu iş Allah ve Resulü’nün işidir.
Ayette buyuruyor ki:
“Dininizi kâmil ettim. Nimetimi tamamladım. İslam’ı Din olarak size seçtim.” (Maide, 3).
Ben Allah olarak nimetimle dininizi kemale erdirdim, seçtim, razı oldum. Sen de teslim ol. Sizin dininizi kâmil ettim, kendi nimetimle. İslam’ı size seçtim, razı oldum. İslam teslimiyettir. Sen de razı ol ve teslim ol.
Mezhepler Allah Resulünden 104 yıl sonra çıkmıştır. Şia’ya çamur atmak için, mezhep nispeti veriliyor. İmam Cafer Sadıq aleyhisselam zamanında Harun reşid lanetisi ki, bu adam Abbasi’ydi. Bu adam, hükümetinin ayağı sarsılmasın diye mezhepleri çıkardı. Kendi kurduğu mezhebe katılmayıp, İmam Sadıq aleyhisselam’a biat edenlere de Caferi dendi. Ve kendi yaptıkları bu işe de mezhep dediler. (Cahil Şialar da bu işe razı oldular.).
Bekir’i Halk seçti. Allah’ın ve Reulü’nün halifesi değildir. Halkın halifesidir. Allahu Teâlâ Ahzab, 33’de ne yaptı? Masumiyet ailesini tanıttı, ruhsat verdi. Kendi Resulü ve Ehli Beyti (aleyhimusselam). Ne için ruhsat verip, tanıttı? Maide, 67’de: “Eğer tanıtmazsan peygamberliğin boş olur.” Dava manasız olur, başıboşluk olur. Feryadı içindir. Yani Halifelik için. Allah, bu emri verdikten sonra Peygamberimiz buyurdu ki: “Hz. Ali aleyhisselam Ben’den sonra Allah’ın hüccetidir. Allah’ın imamıdır. Ben, ilmin şehriysem, Bu da kapısıdır; hikmetiysem, Bu da kapısıdır.”
Mezhepleri dizenler, Halifeliği de dizdiler. Dört ettiler. Osmanlı zamanında, Anadolu’da, yüz küsur mezhep vardı. Yusufular diye bir mezhep daha vardı. Sonra toparladılar; en iyisi gene dörtte dursun. Bunun en kellesi Hanefi olsun, dendi. Öncelik Hanefi’de olsun. Neden? Hilafet uydurmadır. Allahu Mutaal Resulü’nün yerine Vasi tayin etti; Masum olan aileden. Geçmiş bozuk olan, putperestlik yapmış, her türlü fitnenin mesken tuttuğu, kızlarını diri diri gömen birisi Vasi olamaz. Din, kusursuzluk istiyor. Kusursuzu tanıtıyor. Sen misafirin gelince, onun önüne kesik ekmek getirmiyorsun. Taze, bütün ekmek getiriyorsun. Niye? Çünkü senin misafirindir. Kusursuz hizmet etmek istiyorsun. Allahu Mutaal seni mülkünde misafir ediyor ve hesaba çekiyor. Sana kusurlu olanı mı örnek gösteriyor. Hizmetinde, hesabında kusur mu var? Böyle Allahlık olur mu? Olmaz.
“Dininizi kâmil ettim. Nimetimi tamamladım. İslam’ı din olarak seçtim.” (Maide, 3). Allah, Velisini tanıtmak için ayeti indirdi. Nimet nedir? Nimet, Allah Resulü’nün yerine birisini tayin etmesi gösteriliyor. Çünkü kendisine nispet veriliyor. “Nimetimi tamamladım.”
Ayrı bir ayette buyruluyor ki: “Allah, sizi nimetinden dolayı hesaba çekecek, azab edecek. Bu nimetten sorumlusunuz.” Bu soru sorulduğu zaman İmam aleyhisselam raviye buyurdu: “Bu ayetten ne anlıyorsun?” Arz etti: Dünya nimetleridir. Yeme, içme, çoluk, çocuk, eş ve verilen diğer nimetler. Sağlık, sıhhat.
Buyurdu: “Bu şekilde düşünüyorsan, Allah lanet etsin. Bu şekilde düşünene Allah lanet etsin, Resulü lanet etsin. Bu adam, Allaha Resulüne ve Kur’an’a iftira ediyor.” Adam arz etti: Ağa! Ben o şekilde düşünüyordum. Buyurdu ki: “Siz birisini misafir edip, yedirip içirdikten sonra misafirinizi uğurlarken, misafirinizden hizmetinizin karşılığı olarak para aldığınız oldu mu hiç? Arz etti ki: Öyle bir şey olmaz ki. Buyurdu ki: “Siz bir kul olaraktan ne kadar hayâ sıfatına sahipsiniz ki, misafirinizden para almıyorsunuz. Allahu Mutaal ki, sizi getirdi buraya. Sizi yedirip içirdi. Yani yedirip içirdiğinden dolay mı sizden hesap soracak? Bunların karşılığını mı isteyecek?” Buyurdu: “Bu şekilde düşünene Allah lanet etsin. Allah’a iftira ediyor. Böyle olmaz.” Arz etti: Peki, nasıl olur? Buyurdu: “O nimet, Allahu Mutaal’ın peygamberinin yerine atanan vasidir. Velayet nimetidir. Yemek, içmek değil. (Bunu herkes yapar).”
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem buyuruyor ki: “Dünya sivrisineğin kanadı kadar güzellik taşısaydı, Allahu Mutaal, kâfire bir yudum su bile içirmezdi.” Bu demek oluyor ki, dünya nimetlerini nimetten saymıyor.
Fatiha suresinde buyuruyor ki: “Bizi doğru yola ilet, nimet verdiklerinin yoluna ilet.” Eğer böyleyse, en çok nimet kâfirlerindir. Bu yol da kâfirlerin yoludur. Allah bizi kâfirlere iletiyor.
Gadir-i hum, Mekke-Medine arası bir yerdir. Burada Maide Suresi, 3. Ayet tebliğ edildi. Bunun üç gün sürdüğünü diyen de var; yedi gün diyen de var. Müslümanlar bekletildi. Ve tebliğ edildi. 67. Ayette buyrulan 3. Ayette tebliğ edildi. Resulullah sallallahu aleyhi ve alih, kendisinden sonra Hz. Ali aleyhisselam’ı vasi tayin etti. Eğer Ahzab Suresi, 33. Ayet sabitse, Vasi bunlardır.
Allahu Mutaal, Masumun yerine masumu getirir. Bu Allah’ın sünnetidir.
Hz. Âdem’in yerine Hibetullah’ı, Hz. Nuh’un yerine Sam’ı getirdi. Hz. İbrahim’in yerine İsmail’i, Hz. Musa’nın yerine Hz. Harun ve Hz. Yuş’i’yi getirdi. Hz. İsa’nın yerine Şemun’u getirdi. Bunların hepsi masumdur. Davud’un yerine Süleyman’ı getirdi. O da masumdu, gayrı masum değil. Nasıl oluyor, tarihin putperesti, Masumiyetin zirvesinin, zirve Peygamberin vasisi oluyor?
Bir kişiye desen kerhaneden bir hayat kadınıyla evlen, evlenmez. Niye? Temiz bir rahim, temiz bir eş ister. Aksi halde, bu adamın namus anlayışı, kişiliği şüphe götürür. O kadının güzelliğine âşık olabilir; ama iffetine değil. Bu güzelliği iffetli birisinde istiyordu.
Bu kadın, en zirve olarak, tövbe eder ve bunun önüne kimse geçemez. Ancak bununla aile kurulmaz.
Şeytanın tövbesi Âdem aleyhisselam’ın kabrine tövbe etmektir. Tövbenin de şartları vardır.
Gökteki yıldızlar ikiye ayrılırlar: Sabit olanları var; hareket edenleri var. Şimdi yön tayini yaptığın zaman hareketli yıldızla kıbleyi arasan yön tayini yapamazsın. Sabit olanla yaparsın.
Gökteki yıldızlar iki kısımdır: Kör olanları var ve kendisinden nurlu olanları vardır. Nuru kendisinden olanlara, Kovkef denir. Kör olanlara da necm, denir.
Eğer sahabenin gökteki yıldıza benzediği doğru ise ki, değil; Sahabenin de körü vardı ve imanlısı vardı. İtaat edeni vardı, kâfiri vardı. Sabit etsen bile mana değişiyor.
Sonra masum olmayan örnek olamaz ki. İman eden baş-göz üste; ama terk edeni Allah terk etmiştir. Senin tutmaktaki amacın nedir?
Hz. Nuh’un oğlu mu üstündü; yoksa sahabeler mi? Hz. Nuh’un oğlu daha üstündü. Peygamber evladıydı. Dört oğlu vardı. Üç tanesi mümin oldu. Kenan kâfir oldu. Hz. Nuh as arz etti: “Ya Rabbi! Sen bana vaat ettin ki, Ehlini koruyacağım. Bu benim ehlimdir.” Vahyoldu ki: “Hayır. Senin ehlin değil, bırak.”
Allah Resulünün oğluna Allah buyuruyor, Senden değil. Sahabe nasıl sendendir?
Sahabe: Muhasebe eden demektir. Ammar sahabeden değil miydi? İmam sahibi birisiydi. Savaşların birisinde Ammar’ın boynuna gusül geliyor. Su da yok ki, gusül alsın. Dinde emir odur ki, su yoksa teyemmüm al. Bu ayette buyurduğu için, Ammar da, suyla gusül alır gibi, her tarafına yaymak istiyor. Bu Ammar sahabe olduğu halde, arap olduğu halde bunu yapıyor. Ammar toprağı topladığı zaman İmam Ali aleyhisselam buyuruyor: “Ey Ammar! Ne yapıyorsun?” Arz etti ki: “Ya Ali aleyhisselam! Sen sordun, ben de arz edeyim. Üzerime gusül gelmiştir. Su da yoktur, gusül alayım. Toprağı topladım ki, teyemmüm edeyim.” Buyurdu ki: “Nereden öğrendin bu kanunu?” Arz etti: “Ayette yazıyor.” İmam aleyhisselam buyuruyor: “Allahu Mutaal, ayetlerini Bizim evden olan Peygambere indirdi; size değil. Anlaşılan ve anlaşılmayan olmak üzere, iki grup halinde indirdi. (Müteşabih ve Muhkem. Muhkem, anlaşılan. Müteşabih, anlaşılması zor olan. Yani git, anlamını Ehli Beytten (aleyhimusselam) öğren).” Buyurdu: “O şekilde teyemmüm edilmez.” Ve İmam aleyhisselam teyemmümün nasıl alınacağını Ammar’a öğretiyor.”
Bu Ammar önde gelen sahabelerden birisiydi. İman ehliydi, mükemmel bir araptır; buna rağmen ayeti Allah Resulü’nün huzurunda yanlış anlıyorsa; bu milletin hali nasıl olur? İmam Ali aleyhisselam buyuruyor: “Allahu Mutaal, kitabını ve ayetlerini Bizden olan bir Peygamberin göğsüne indirdi. Ve manasını da Bizim eve indirdi.” Yani bu Peygamber ki, şehit oldu, aynı sıfatları taşıyan birisi var. O şehit olur, aynı sıfatları taşıyan birisi var…”
Ayette buyuruyor: “Sorun zikir ehline.” Nerededir bu zikir ehli?
Resulullah sallallahu aleyhi ve alih buyuruyor ki: “Zamanının İmamını tanımayan, cahiliye döneminde ölmüş gibi olur.”
Cahiliye döneminde insanlar kâfir ölüyordular. Hz. İsa as ile Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve alih arasında 500 yıl geçiyor. Millet cahiliye dönemine sürüldü. Hz. İsa as’a inanmadılar ve cahil öldüler.
Bakara Suresi, 124. Ayette İbrahim as, halka, İmam kılınıyor. Masum olan birisi İmam ediliyor. Masum olmayan değil. Tarihte hep, İmamet inancı yağmalanmıştır.
Kusursuz olan, zamana, mekâna muhtaç olmayan birisinin varlığı kâfirlerce de kabul edilmiştir. Mehdeviyyet İmamet’in sıfatlarından birisidir. Allah Resulü’nün 12. Vasisinin sıfatlarından birisi, Hidayet Edici’dir. Önce Masumdur, sonra Hidayet Edici. Mehdeviyyet inancında, eğer bir tane kusur varsa, o değildir.
Kusur, dünyadadır, cennette değil. Peygamber ve Masum olanlarınki, Cennettendir, dünyadan değil.”
Miraç, yükseliştir. Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi’nin mübarek bedeniyle arşa kadar gidip her tarafa bereket saçmasıdır.
Hadiste buyruluyor ki: “Her kim, Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve O’nun Ehli Beyt’ine (salavatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain) salâvat çevirse; salâvat çevirdikçe onların makamı yükselir.” İmam aleyhisselam’a arz ediyorlar, gerçekten de biz salâvat çevirdiğimiz zaman Sizin makamınız mı yükseliyor? Diye. İmam aleyhisselam buyuruyor: “Hâşâ! Bizim inancımız sizin kalbinizde yükselir.” Yani siz bu salâvatın hürmetine arınıyorsunuz, netleşiyorsunuz, Bizi tanıyorsunuz. Salâvat kalbin kirini, pasını söküp kalbi ışıldatır.
Hadiste buyuruyor ki: “Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem 120 kez hacca gitti. İstisnasız 120’sinde de Gadir Hum olayı için götürüldü.”
Hadiste buyruluyor ki: “Vallah, Allahu Mutaal, din için, kıble için ve İslam için götürmedi. Vasi için götürdü. Ve 120,sinde de buyurdu ki: “Korkma, milletin kininden, hasedinden, düşmanlığından, fesadından. Sen, gerçekleri söyle. Allah Seninle birliktedir.” Bu şu ayette buyrulmuştur: “Ey Peygamber! Sana indirileni tebliğ et (Vasini tanıt). Eğer tebliğ etmezsen risaletin boşa gider (Vasi tayin edilmezse, her şey boş olur).” (Maide, 67).
Zaten vahiy Peygamberin ayağına geliyordu. Niye bu götürüldü?
Buyruluyor: “Öyle bir olay vardı ki, bu götürüldü.”
Korkma hiçbir şeyden, hiçbir kimseden. Vasini tayin et. İman getiren getirir, getirmeyen getirmez.
Dinde hiçbir zaman kopma, gerileme, hatır, iltimas olmaz. Neyse odur. Her şey vahiyle ayağına geliyordu; ama bir olay vardı ki, bu oraya götürüldü. Bu Maide, 67. ayetin açıklamasıdır.
“Sana indirileni tebliğ et…” Ne zaman? Son haccında. Eksik olan neydi ki? 23 yıl tebliğ edip, din anlatmadı mı? Eksik kalan neydi?
Hac dönüşüydü. Bu olaydan yetmiş gün sonra şehid edildi. Eksik neydi? Vasisinin tayini. Kur’an’ı ayağına indirdi; ama Vasisini tebliğ için yukarı çıkardı. Ve korkma milletin düşmanlığından, dedi. Çünkü dinin bekası Vasinin tayinine bağlıydı.
Miraç yükseliştir; yani Velayet sayfasının millete anlatılış şeklidir.
Hadiste Resulullah sallallahu aleyhi ve alih buyuruyor ki: “Herkes Bana yalnız selam gönderirse, Bana küfretmiş olur. Ve Benimle geçmiş Peygamberler arasına fark koymamış olur. Geçmiş Peygamberlerin, sadece kendisine selam verilir; ama Bana Selam gönderdiğiniz zaman Ehli Beyt’ime de gönderin. Aksi halde küfür olur.” Buyuruyor: “Herkes Bana ve Ehli Beyt’ime salât ve Selma gönderirse, o adama yetmiş iki şehidin sevabı verilir. Bir ömür günahları nehyeder, kalbi nurani olur ve ışık saçar.”
Başka bir hadiste buyruluyor ki: “Resulullah sallallahu aleyhi ve alih miraca gittiği zaman, bir tane melek vardı ki, bunun işi yazmaktı. Buyuruyor: “Baktım o melek yazıyor ve onun bin tane kolu vardı. Her bir kolda bin tane eli vardı. Her bir elde bin tane parmak vardı. (1000*1000= 1000000*1000=1.000.000.000). Bu meleğin işi durmadan yazmaktı.” Buyuruyor: “Bu meleğe sordum ki, “Ne yazıyorsun?” Arz etti ki: “Ya Resulallah sallallahu aleyhi ve alih! Gökten yere inen her şeyi yazarım ben (Hiçbir şey gözümden kaçmaz).” Buyuruyor: “Bu şekilde ki yazıyorsun, şaşırdığın zamanlar da oluyor mu?” Arz etti ki: “Herkes bir tane salâvat getirse, Sana ve Ehli Beyt’ine, ben onun sevabını zor yazıp yetiştiriyorum. İkincide de zorla, üçüncüde de zor yazıp yetiştiriyorum. Dördüncüde artık yazmam, Allahu Mutaal’a bırakırım. Benim gücümü aşar bu.”
Hadiste buyruluyor ki: “Bir adam La ilahe illallah’a inansa; bu adam, düşmanı tanıdıktan sonra dosta yönelir.” La ilahe: Hiçbir ilah yoktur. Bütün putları inkâr ediyorsun. İnkârdan sonra diyorsun ki: İllallah. Yani yalnız Allah var.
Hastalık kurudu mu; artık sağlıklısın. La ilahe’den sonra İllallah’ın değeri vardır. Ve sonra Muhammed’en Resulullah: Böyle bir Allah’ın bir de Resulü vardır. Sonra da Aliyyen Veliyullah: Bu Peygamberin bir de vasisi, hücceti vardır. Başıboş bırakmadı ümmetini, Vasisini tanıttı.
Afganistan’da bir tane türbe var. Adı, Mezarı Şerif’tir.
Afganistan’da zamanın padişahı bir hastalığa yakalanıyor. Bu padişah sünnidir. Bu hastalığına hiçbir yerde şifa bulamıyor. Hiçbir müftü ve doktor bunun çaresini bilemiyor. Bir gece bir rüya görüyor. Rüyasında Hz. Ali aleyhisselam bu padişaha buyuruyor ki: “Senin o hastalığının çaresi; yok ve yok yağıdır.” Padişah rüyadan uyanıyor. Hemen sarayın müftüsünü çağırtıyor. Buna rüyasını anlatıyor. Müftü buna diyor ki, böyle bir rüya olmaz. Yok ve yok yağı ne demek oluyor. Bu rüyaya bir mana veremiyorlar. Bu olay bu şekilde Afganistan genelinde yayılıyor. Bu olay böyle söylene gele en son bir şia âliminin kulağına geliyor. Bu âlimin adı Şeyh Ali’dir. Babasının adı da Ebu Talip’tir. Bu âlim iddia ediyor ki, ben bu rüyanın manasını biliyorum. Müftü geliyor bu âlimin yanına buna diyor ki: Peki, nedir bunun manası söyle. Âlim diyor: Yok, beni saraya götürün. Ben bunu padişaha söyleyeceğim. Bunu padişaha götürüyorlar. Müftü ve yanındakiler padişaha diyorlar ki: Padişahım! Bu Rafızî (Dinsiz) gördüğünüz sizin rüyanızın manasını bildiğini iddia ediyor. Padişah dönüyor âlime, diyor: Peki, nedir bu rüyanın manası? Bu âlim, padişaha diyor ki: Gerçekten de sen böyle bir rüya gördün mü? Padişah diyor: Evet, gördüm. Âlim: Gerçekten samimiysen, ben manasını biliyorum. Padişah diyor: Ben bu rüyayı aynen bu şekilde gördüm ve bu doğrudur. Hz. Ali aleyhisselam geldi ve buyurdu ki: “Senin vücudundaki yaraya, yok ve yok yağı gerekiyor. Onu sür geçecektir.” Ben de sorum, soruşturdum, böyle bir yağın olmadığı söylendi. Şia âlimi döndü buna dedi ki: “Sen, o yaraya Zeytinyağı sür iyileşeceksin. Padişah diyor: Nereden anladın bunu? Âlim diyor: Nur Suresi, 35. ayetten anladım.(Nur Suresi 14 Masum aleyhimusselam’ı anlatıyor. 14 parçadır. Orada zeytinyağını İmam Hasan aleyhisselam ve İmam Hüseyin aleyhisselam’a benzetiyor ve ne doğuda var ne de batıda, tabirleri var). Padişah şaşırıyor. Âlim bunu padişaha açıklıyor ve bu padişahın hoşuna gidiyor. Tamam kullanacağım, diyor. Ve hemen zeytinyağı getirtiyor ve kullanıyor. Zeytinyağı bunun yarasını iyileştiriyor. Padişah Şia âlimin çağırıyor. Diyor ki: Bak, sen Rafızî de olsan bu kapı sana açıktır. Sana serbesttir bu kapı.
Bir zaman bu böyle devam ediyor. Padişahla âlimin samimiyeti artıyor; fakat müftülerle olan husumet de artıyor. Müftüler padişaha diyorlar: Padişahım! Sarayın bereketi kaçacak. Diyor, niye? Diyorlar: Bu adam, rafızîdir. Size bir ilaç verdi diye onu saraya sokuyorsun. Sen mümin bir padişahsın, sünnisin. Bu kâfirden medet umulur mu? Padişah diyor: Bu adam ne yaptı ki kâfir oldu. O da Allah’a inanıyor, namaz kılıyor, kıbleye dönüyor. Küfre sebep nesi var bunun? Diyorlar: Padişahım siz bunları bilmezsiniz. Bunlar, halifelere lanet okuyorlar. Padişah şaşırıyor. Gerçekten de lanet mi okuyorlar, diyor. Müftüler, evet, diyorlar. Yani şimdi biz bu adamı saraya aldığımız zaman bunu mu yapacak, diyor. Evet, diyorlar. Padişah diyor: O zaman çağırın gelsin, onu. Çağırıyorlar ve Şia âlimi geliyor. Gelince bakıyor ki, padişah yalnız değil. Ortam değişmiş. Yanında bir sürü Sünni müftüsü var. Padişah buna gene izzeti ihtiram gösteriyor, yer verip buyur ediyor. Tabi müftülerden buna hor davrananlar da var.
Padişah buna diyor ki: Bak, sen iyi bir âlimsin. Dört mezhepten de değilsin; ama duyduğum kadarıyla halifelere dil uzatıyormuşsun. Doğru mudur bu? Âlim diyor: Hayır doğru değildir. Böyle cevap verince yanındaki müftüler hemen olaya müdahale ediyorlar. Diyor ki: Padişahım, bunlar Şii’dir. Padişah diyor: Sen Şii misin? Evet, ben Şiiyim, diyor. Başta da dedim bunu sana. Diyor: Peki, halifelere lanet okuyor musun? Hayır, lanet etmiyorum, diyor. Müftü hemen atılıp diyor ki: Lanet ediyorsunuz. Bu âlim, dönüp padişaha diyor ki: İzin var mı ben tarihi anlatayım? Padişah, Tabi anlatabilirsin, serbestsin, diyor.
Âlim: Doğrudur, biz Yezide lanet okuyoruz. Çünkü İmam Hüseyin aleyhisselam’ı şehid etti. Biz buna açığız ve ölmeye de hazırız. Dava nettir, hak olduğunda en ufak bir şüphe yoktur. Allah Resulü’nün evladı şehit düşmüştür. Bunda herhangi bir şüphen var mı, padişahım? Padişah diyor: Hayır, bu olay doğrudur. Allah Yezide lanet etsin. Âlim diyor: işte biz bir de onu halife edene lanet okuyoruz. Padişah dedi: Biz de lanet okuyoruz. Bunu deyince, müftü hemen itiraz etti: Nasıl olur bu? Allah Resulü’nün kâtibidir. Lanet okunmaz, diye çıkışınca; padişah döndü buna dedi ki: Otur yerine! Sen bir tane rüyayı bile tabir edemedin. Bu adam geldi ayetten halletti bu işi. Bu adam akıllıdır. Bırak konuşsun, öldürmesi kolaydır. Zaten elimizdedir. Hele bir soralım niye lanet okuyor? İşimize gelmezse, gene keseriz kafasını; ama ya doğru diyorsa? Âlime dönüyor, sen devam et, diyor. Âlim diyor: Padişahım, Kerbelâ olayı nettir, anlatmaya da hacet yoktur. Allah Resulü’nün ciğer paresini şehid ettiler. Özünden olanı şehid ettiler ve yezidin lanetiliğinde de şüphe yoktur. Padişah diyor: Bu tamamdır. Şia âlimi diyor: Padişahım, biz bir adım daha atıp Yezidi kendi yerine halife atayana da lanet okuyoruz. (Yani Muaviye lanetisine). Padişah, tamam devam et, diyor. Âlim diyor: Biz, bir de Muaviye’yi yerine halife atayana lanet okuyoruz (Yani Osman lanetisine). Bir de Osmanı yerine halife atayana lanet okuyoruz (Yani Ömer lanetisine). Diyor, bir adım daha atıyoruz, bir de Ömeri yerine halife atayana lanet okuyoruz (Yani Ebu Bekir lanetisine). İş gelip buraya dayanınca ortam iyice geriliyor. Müftüler iyice itiraz ediyorlar. Ortam karışıyor. Padişah gene ortamı yatıştırıyor ve Şia âlimine diyor ki: Niye ama niye lanet okuyorsunuz? Bunun sebebi nedir? Âlim diyor: Padişahım! Ben, tarihi okudum. Tarihte Hatemi Tayi denilen bir adama rastladım. Hatemi Tayi mesihiydi. İslam gelmeden hemen önce yaşamıştır. Bunun çocukları sonradan Müslüman olmuşlardır. Bu adam cömertliğiyle meşhurdur. Cömertlik simgesidir. Âli, padişaha diyor: Ben, tarihte okudum ve Müslümanlarla Mesihilerin savaşında Hatemi Tayi’nin kızının Müslümanlara esir düştüğünü gördüm. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem sırf Hatemi Tayi’nin kızı olduğu için onu azad etti. Sırf babasının cömertliğinden ötürü bu kızı azad etti. O kızın arkadaşlarını da onunla birlikte azad etti. O kıza 200 tane sığır, 200 tane de deve hediye etti. Ve Hz. Ali aleyhisselam’a da buyurdu ki: “Kendin götür bunları evlerine teslim et.” Âlim diyor ki: Padişahım! Ben, bu olayı okudum ve döndüm bunların hepsine lanet okudum (Bekri, Ömer, Osman, Muaviye, Yezid lanetilerine). Çünkü Allah Resulü’nün bir tek Kızı vardı. Bu Kızına kendi elleriyle, Hayber Bağını, (Fedek Bağı) hediye etmişti. Bu lanetiler onu, çekip O’nun elinden aldılar. Allah Resulü bir mesihinin kızını azad ediyor, 200 deve, 200 sığır verdi ve onun arkadaşlarını azad etti; ama bunlar Allah Resulü’nün hediye ettiği Fedek Bağını çekip O’nun Kızının elinden aldılar. Allah Resulü’nün bir mesihi’ye gösterdiği hürmeti; bunlar O’na göstermediler. Bu yüzden ben, hepsine lanet okuyorum. Bunu duyunca Padişah dönüp dedi: Allah hepsine lanet etsin. Müftüler de dediler: Allah hepsine lanet etsin. Ve hepsi dönüp Şii oldular.
O âlim orada üç sene yaşadı. Üç sene sonra vefat etti. Bunların kendileri yıkadı, kefenledi, namazını kıldı, defnetti ve buna bir tane de türbe yaptılar. O âlimin adı Şeyh Ali idi. Babasının adı da Ebu Talip idi. Şimdi Afganistan’da olan Ali ibni Ebu Talib ziyareti; İmam Ali aleyhisselam’ın ziyareti değildir. Bu âlimin ziyaretidir. Ve buraya Mezarı Şerif denmektedir.”
Şeytan yeryüzünde 12.000 sene ibadet etti. 6.000 yıl kendi kavmiyle; 6.000 yıl da yanlı ibadet etti. 12.000 yıl da meleklerin katında onlarla birlikte ibadet etti.
İmtihanda senin önün kesilmiyor; ta ki tayin oluna o vakte kadar. Sabrı yaratan Allah’tır. Buyuruyor:
“Ey Resul! Sen, olduğun gibi davran, mümin imanını; kâfir de küfrünü ortaya koysun. Sen biliyorsun; ama bilmiyormuş gibi davran. Aynı şey Vaside de var. Normal davrandılar, imtihana meydan verdiler. Ayetteki korkma tabiri, iman getirenedir. Korkma, konuş; yoksa imanın boşa çıkar.”
“Muhacirler Mekke’den Medine’ye geldiği zaman, o zaman ki fakirler mescidin içinde kalıyordu, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e vahyolundu ki: “Emir ver hepsine çıksınlar mescitten. Mescidi yol olarak kullanmasınlar. Hatta evlerinin kapısı bile mescide açılmasın. Hz. Ali aleyhisselam hariç.” Niye hariç? Çünkü Masum aleyhisselam’ın durduğu yer mescittir. O’nun evi mescidin içindedir. Mescit mescidin iççindedir.
Ravi İmam Cafer Sadık aleyhisselam’ın yanına geliyor, kendisi gusüllü olduğu halde, İmam Sadık aleyhisselam buyuruyor: “Sen bilmiyor musun Bizim evimiz camidir? Derhal git gusül suyu dök! Sen, haram bir iş yapıyorsun. Sen günahkârsın.” Arz ediyor ki: Ağa, men o hadisi gördüm ki, Sizin evinizin cami olduğu buyruluyor. Kasıtlı olarak geldim. Senin mübarek ağzından duyayım ki, burası cami hükmündedir.”
Abbas sözde Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in amcasıydı ve dünya hesabıyla da on yaş büyüktü. Mescide açılan kapıların, İmam Ali aleyhisselam dışında, kapanması olayında arz etti ki: Ya Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem! Benim evimin oluğu Senin camine taraf olsun ki, bu da bana şeref olsun. Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi Abbas’ın evinin oluğunu söktürmedi. Buyurdu: “Oluk camiye taraf olsun!” Bu olay da sahabe arasında Abbas’a şeref olarak algılandı.
Ömer laneti başa geldiği zaman, naklolunuyor ki: Abbas’ın kenizi damın üstünde elbiseyi yıkadı ve suyu yere döktü. Dökülen su oluktan akıp yere döküldüğü sırada, naklolunuyor, Ömer laneti alttan geçiyordu. Ve oluktan akan su bu lanetinin üstüne döküldü. Bu laneti zaten bahane arıyor ki, her şeyi silsin, unuttursun sahabeye. Hemen yanındaki köpeklerine dedi ki: Çıkın oluğu indirin oradan! Köpekleri hemen çıkıp indirdiler. Peygamberimiz arasında bu meşhur idi ki, bu oluğu peygamberimiz koydurmuştur ve bu da Abbas için bir şerefti. Oluğu indirttikten sonra bu laneti diyor ki: Her kim bunu yerine koysa, onun kellesini vuracağım.
Abbas bu olay üzerine korkuya kapılıyor ve geliyor İmam Ali aleyhisselam’ın evine ve ağlıyor. Arz ediyor ki: Ey Kardeşimin oğlu! Benim bu dünyada iki tane gözüm vardı: Birsi Allah Resulüydü (sallallahu aleyhi ve alihi), diğeri de Sensin (aleyhisselam). Allah Resulü sallallahu aleyhi ve alihi de evimin oluğunu bana fazilet için bırakmıştı. Şimdi bu laneti gelip benim oluğumu indirmiştir. Sen ola ola nasıl bu ihanet bana yapılır? Hz. Ali aleyhisselam buyurdu: “Gamber, Zülfikâr’ı getir!” Gamber, İmam Ali aleyhisselam’ın şiasıdır ve O’na hizmet etmeye âşık birisidir. Gamber Zülfikâr’ı getirince; İmam aleyhisselam Abbas’ın evinin yanına gelip duruyor. Buyuruyor ki: “Gamber, çık o oluğu yerine koy!” Gamber çıkıp oluğu yerine koyuyor. Oluğu yerine koyduktan sonra camiye geliyor. Minber ile Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in arasında duruyor ve konuşma yapıyor. Buyuruyor ki: “O oluğu yerine koydum. Yemin olsun Allah-u Mutaal’ın birliğine! Eğer o oluğu indirseniz, boynunuzu vuracağım. Kulli arap karşıma çıksa, hepinizin kellesini vuracağım!”
(Masum aleyhisselam’ın kapısına bir oluk için gidince, Masum aleyhisselam Kulli arabın kellesini vurmaya hazırdır. Ama Masum aleyhisselam’ın kapısı yakılınca bir tane laneti yoktur piyasada!!!).
Allah-u Mutaal buyurdu Peygamberimize, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi de buyurdu İmam Ali aleyhisselam’a: “Ya Ali aleyhisselam! Onların imtihanı için, Zülfükâr’ı çekme, savaşma, kılıçtan geçirme.”
“Allah’ın eli sizin elinizden üsttedir.” (Ayet). Yani İmam aleyhisselam’ın eli.
Ayette Allah’ın eli bağlıdır diyenlere kınama var, lanet var vs. Yani İmam aleyhisselam’ın eli bağlıdır diyenlerin eli kırılsın buyuruyor.
“İmam Ali aleyhisselam Hayber’in kapısını sökmüştür. Bu kapıyı yetmiş pehlivan tabanının üzerinde açıp kapatıyordu bu kapıyı. İşte bu kapıyı yerinden sökmüş ve altı fersah; yani 36 kilo metre öteye fırlatmıştır. Böyle birisinin eli iple bağlanabilir mi? Ve bu olayı kâfirler de görmüştü.
Bu lanetiler buymuştu ki, emir var ve İmam aleyhisselam bir şey demeyecek; bu yüzden bu pisliği yaptılar.
Allah-u Mutaal, şeytanı götürdü arşa ve şeytan on iki bin sene arşta kaldı. Allah-u Mutaal bilmiyor muydu şeytan kâfir olacak? Niye arşa götürdü, meleklere hoca etti?
İmam aleyhisselam eğer o lanetileri kılıçtan geçirmediyse; imtihana meydan veriyor. Yoksa el bağlama olayı yoktur.
Kerbelâ’da herkes kahrolmalıydı.
Yezid piçi, İmam Hüseyin aleyhisselam’a karşı kalkıyor ve meclisinde konuşma yapıyor. Ve yemin ediyor ki: Ben, Eşhedu enne aliyyen veliyullah’ı yeryüzünden sileceğim. Ve İmam Hüseyin aleyhisselam da yemin ediyor ve geliyor Kerbelâ’ya. Buyuruyor: “Yemin olsun, Allah-u Mutaal’ın İzzet ve Celaline! O isim, Benim kanım bahasına olsa da silinmez.”
Yeminli bir kâfir, yeminli bir İmam; Kerbelâ! Yani siz şialar gelmeliydiniz, Biz değil! O ismi böyle savunmalıydınız.
Hadiste buyuruyor ki: “İmam Mehdi aleyhisselam geldiği zaman, milletin onda dokuzunu kılıçtan geçirecek. Âlimler çıkıp diyecek: (Hâşâ!) Bu İmam Mehdi aleyhisselam değil! Bazı müçtehitler çıkıp diyecek: Senin gelme zamanın değildir. Biz Ceddinin dinini koruyoruz. Sen dön git. Sen bu işin peşine düşme. Bayrakta yazacak ki: “İmam Hüseyin aleyhisselam’ın kanı için geldim.” İtiraz edenlere şöyle cevap verilecek: “İmam aleyhisselam, mübarek abasının altından çarığın bir tekini çıkaracak ve gösterecek ki: “Yemin olsun, Allah-u Mutaal’ın birliğine! O dökülen kanların hepsi, bir tek çarık etmez.” Buyuruyor:
“O çarık da Cenab-ı Kasım’ın çarığının tekidir. (Cenabı Kasım’ın çarığının bir teki etmez).
Yani İmam aleyhisselam gelip lanetileri öldürüyor. Bunlar Kerbelâ’nın intikamı değildir.
İmam aleyhisselam geldiği zaman kılıçtan geçirecek, çünkü lanetidir bunlar. İntikam başa baştır. Birisini öldürdün mü o da gelip seni öldürür olur intikam; yani başa baş.
Yani, milletin hepsi İmam mı ediyor? Hayır, Hâşâ!
İntikam alınmayacak, yerine koyulacak, yani kıvam verilecek.
Kerbelâ bize Gadir-i Hum’u anlatıyor. Gadir-i Hum’un dalgası Kerbelâ’dır. Kerbelâ yığıntı yeridir. Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi’nin çiğnenen emrinin, şahadetinin, Hz. Fatime selamullahi aleyha’nın yakılan kapısının, Hz. Hasan aleyhisselam’ın içtiği zehirin, İmam Ali aleyhisselam’ın şehit edilişinin, Hz. Muhsin aleyhisselam’ın şehit edilişinin yığıldığı yerdir KERBELÂ!
Hadiste buyuruyor ki: “İmam Hüseyin aleyhisselam Medine’den çıkıp Kerbelâ’ya gidinceye kadar Cebrail bir çocuk gibi İmam aleyhisselam’ın peşi sıra gidiyordu.” Aşura günü İmam aleyhisselam buyurdu ki: “Gel buraya!” Cebrail geliyor. Buyurdu ki: “Ben kimim?” Arz etti: Ağa, sen İmamsın. Yerin ve göğün sahibisin. Buyurdu: “Onlar kimdir?” Arz etti: Ağa, onlar (verunedir) terse dönüşlerdir. Akılları aşağıda, şehvetleri yukarıda olan terse dönmüşlerdir. Buyurdu: “Cebrail, git tebliğ et. Anlat onlara Beni.” İbni Ziyad lanetisi ordusunun içerisinde oturmuştu. Kendisi için kurulan tahta oturmuştu, bu piç! Dört yüz tane koruması vardı. İki yüz tanesi sağda; iki yüz tanesi de solda. Bu laneti baktı ki, aniden, sakallı, nurani bir adam bunun yanına gelmiş. Diyor, bu laneti hemen oturduğu yerden ayağa katlı. Dedi, sen kimsin? Buyurdu: Ben, Cebrail’im. Bu laneti Cebrail adını işitince titredi, esti ve oturduğu yerden yıkıldı, düştü. Yanındaki puştlar, piçler, lanetiler dediler ki: Cebrail görünmez ki. Bunlar sihirdir. Seni kandırıyorlar. Cebrail aleyhisselam döndü bunlara dedi ki: Bakın, Cebraillik alametini gösteriyorum. Bir tükürükte yıkacağım sizi. Yüzünü sağ tarafa çevirdi ve tükürdü. İki yüz askeri birden yıktı. Dedi, bu Cebraillik alametidir. Ki bu laneti sağdaki askerlere yakalayın emri vermişti. Laneti döndü soldaki iki yüz askere dedi ki, yakalayın! Cebrail döndü onlara da tükürdü ve onları da yere yıktı. Buyurdu ki: Görüyor musun, bu Cebraillik alametidir. Ve siz batılsınız, dönün. O, İmam’dır ki, yerin göğün sahibidir. O olmasa nefes alamazsınız. Yer yutar sizi. Yine dönmediler. İmam Hüseyin aleyhisselam okuduğu hutbede bunlara buyurdu ki: “Sizin karınlarınız haramla doludur. Haram yığınısınız, Beni kabul etmezsiniz.”
Aşura günü İmam aleyhisselam defalarca konuşma yaptı, defalarca hutbe okudu orduya karşı. Kerbelâ’da bu yerler şu an bellidir. İmam aleyhisselam, hep sahip çıkıyor, hep sineye çekiyor.
Neticede budur ki: “İmam aleyhisselam şahadet için gitmedi oraya. Vilayet için gitti ve bunu anlattı ki, gerek herkes topyekûn gide oraya. Hangi makamda olursa olsun, fark etmez.”
İmam Hüseyin aleyhisselam şehid olmadan önce geliyor İmam Seccad’ın aleyhisselam’ın yanına; İmam Seccad aleyhisselam zahiren hasta görünümlüydü. İmam Baqır aleyhisselam da zahiren beş yaşındaydı ve Kerbelâ’daydı. İmam Hüseyin aleyhisselam, İmam Seccad aleyhisselam’ın çadırına geldi ve İmam Seccad aleyhisselam’ın şehid olmama sebebini beyan etti. Buyurdu ki:
“Ey Oğul! Sen, Benim Ehl-i Beyt’imin en efselisin ve Allah-u Mutaal’ın da hüccetisin Ente evselu Ehl-i Beyti ve ente Huccetullah).(Yani, bu işi duyanlar bilenler anlasınlar ki, Sen Bensin. Hz. Abbas aleyhisselam ki şehid oldu, Hz. Ali Ekber aleyhisselam ki şehid oldu vs. onlar hüccet değil. Hepsi şehid oldu Sen duruyorsun çünkü hüccet Sensin. Herkes bilsin bu işin aslını). İmam Hüseyin aleyhisselam’ın şahadet sahnesinde İmam Seccad aleyhisselam elini vurdu yere ve deprem oldu. O şahadette İmam Seccad aleyhisselam Zülfikâr’ı aldı eline ve dışarı çıktı. Mendilini attı havaya ve dilim dilim doğradı. Ve ispat etti ki, Ben istersem Zülfikâr’la sizi doğrarım. (Normal davranılıyor imtihana yer veriliyor. Mümin imanını kâfir küfrünü ortaya koysun). Bundan sonra da mucize gösterildi. İmam Seccad aleyhisselam çadırların etrafına çizgi çizdi. Saldıran köpeklerin hepsi geberdi. İmam aleyhisselam tekrar çadırına döndü.
İmam aleyhisselam Kerbelâ’da imtihana meydan verdi. Ve eğer istiyorsak bu davaya inanalım; bütün meydanlarda her şeyimizi vermeliyiz.
“Naklolunuyor ki: Hür, Kerbelâ’da, ellerini bağladı, Kur’an’ı Kerim’i koydu ellerinin üstüne, kılıcını da koydu Kur’an’ın üzerine ve arz etti ki: Ağa! İstersen bu kitabın hürmetine beni affet, istersen kılıçla boynumu vur.” Bu olay tarihin naklettiğidir.
“Hür, Kerbelâ’da, çarıklarının içine kumu doldurdu ve astı boynuna. Boynuna ipi bağladı ve verdi hizmetçisinin eline. Arz etti: Çek Beni Ağa’mın dergâhına!
Ve hatta naklolunuyor ki, İmam Hüseyin aleyhisselam’ın Aşura’yı beklemesi, Hür’ü beklemesidir. Ve geliyor Ağanın huzuruna. Arz ediyor:
“Ağa, beni affet! Benim tövbemi kabul et!” İmam aleyhisselam demiyor: “Ben dua ederim Allah-u Mutaal senin tövbeni kabul eder.”
Buyurdu ki: “Tövbeni kabul ediyorum.”
İmam Hüseyin aleyhisselam Kerbelâ’ya geldiği zaman, Caferi Cofi diye bir adam vardı. İmam aleyhisselam yolda buna rastladı ve buyurdu ki: “Gel, bize katıl!” Arz etti ki: Ağa, günahım çoktur. İstiyorum kalıp tövbe edeyim. Keskin kılıcım ve iyi koşan atım var. Onları vereyim. Buyurdu ki: “Bize ne kılıç lazımdır ne de at. Kendin gel. Gelirsen tövben kabuldür.”
(İmam’a döndüğün zaman Allah’a dönüyorsun. Aksi halde dönmemiş olursun. Laneti olursun. Çünkü Allah’ın yüzü İmam’dır).
Arz etti: Günahkârım, şudur, budur kalmak istiyorum. Buyurdu: “Uzaklaş ki,Sesimiz kulağına gelmesin.”
Hadiste buyuruyor ki: “Boynunda kul hakkı olan, Benim Kerbelâ’ma gelemez.” İmam Hüseyin aleyhisselam.
Hadiste buyuruyor ki: “Yalancıda akıl olmaz.” Masum aleyhisselam.
Hür’de, kardeşinde, kölesinde kul hakkı yok muydu? Züheyr b. Osman’da kul hakkı yok muydu? Hadisin manası budur ki:
“Kerbelâ’ya gelen kimsede kul hakkı olamaz.”
Şahadet iki kısımdır. Bir namusu Ekber şehidi var. Bir de Din şehidi var.
Bir adam ki, İslam için, Din için şehid oldu, şehittir. İlk damlasında da bütün günahları affolunur.
Ama bunun boynunda ki, kul hakkı var: Allah-u Mutaal, bunu şehidin makamında alır ve kul hakkının kapatır. Kalanla cennete girer.
Ama bir adam ki, Namusu Ekber şehididir; yani İmamet kurbanıdır. Bunun makamına dokunulmaz. Allah-u Mutaal hakkı olanın hakkını Kendi kereminden verir. Bu adamın makamına dokunmaz. Hadiste de buyuruyor ki:
“Gelsen kul hakkı kalmaz üstünde.”
Şimdi de aynıdır. İmam aleyhisselam için şehid olunca aynıdır.
Hadiste buyuruyor: “Bir adam Kerbelâ’ya gide, Aşura günü zalim birisi tarafından öldürüle, melekler gelir o adamın yalnız günahını değil; o adamın bedenini, toprağını da yıkarlar. Peygamberlerle onun bir farkı kalmaz.” Masum aleyhisselam.
Yani bir adam Velayet için, Kerbelâ davası için, nerede, nasıl öldürülürse öldürülsün aynıdır. Bu adamın bedenini de yıkarlar. Yeter ki, davası has olsun.
Çünkü Kadir gecesi üç kısımdır. Mekanen, Zamanen, Daimen.
Bir zaman var ki, doğum günleridir, şahadet günleridir, vs. vs.
Bir de mekan vardır ki, Kerbelâ’dır, Necef’tir, Meşed’dir, Samirra’dır, vs. Gidince bağışlanıyorsun. Gadir’in yerindesin, Gadir’in günündesin, tamamdır. Bağışlanırsın.
Bir de var ki, Gadir’in marifetini oturtmuşsun. Artık ne zaman var, ne de mekân. Serbestsin artık. Daimidir.
Arifler arasında meşhur olan odur ki: “Öyle insanlar var ki, senenin üç yüz altmış beş günü Gadirdir O’nun için.”
İmam Rıza aleyhisselam buyuruyor ki: “İbadetin ruhu ihlâstır. (Has kıl). İhlâs’ın ruhu Tevhiddir. (Bir bil).” Nuraniyyetle tanımaktır.
Allah-u Mutaal ibadet istemiyor, itaat istiyor. İbadetin ruhu ihlâstır; yani kendini O’na has kıl. İhlâs’ın ruhu Tevhiddir. Has kıldın mı? Buyuruyor: “Ruhu tevhiddir.” Bir bil yani. Bir bildin mi, kapı sana açılır.
İmam kelimesi, Allah kelimesinin yansımasıdır. Başa baştır, aynı manayı içerir. Bin bir isim geliyor, Allah kelimesini açıklıyor. Allah nedir? Celle Celaluhtur, Rahmandır, Rahimdir, Gaffardır… Vs. Yani bunu anlatıyor, Bu, budur. Bin bir sıfat Allah’ı anlatıyor. Beyin Allah’ı düşününce eriyor, gizleniyor. Bu sıfatlarla onu tanımaya çalışıyor. İmam kelimesi de aynıdır. O’nu görünce eriyor, gizleniyor. O isim gelince sipere yatıyor. Binlerce sıfat gelip O ismi açıklıyor.
Eğer akıl İmam kelimesini görünce sipere yatıp gizleniyorsa, bu bir şeyler almıştır. Yok, eğer bunun karşısında bir şeyler diyorsa, bu değiştirmiştir.
İmam Hüseyin aleyhisselam Kerbelâ’da şehid düştüğü zaman; Hz. Zeynep selamullahi aleyha geldi mübarek bedenin yanına ve arz etti: “Rabbena ta gabbel minna hazal gelil!” “Ey Bizim Rabbimiz! Kabul et Bizden bu azı!”
Rabbena tabiri kullanıyor, Allahumme ta gabbel, değil. Rabbena: “Ey Bizim Rabbimiz!” ta gabbel minna: “Kabul et Bizden.” Hazal gelil: “Bu azı.”
Hiçbir zaman küçük büyüğü takdim edemez. Hz. Zeynep selamullahi aleyha masumdur; ama memumdur, İmam değil. Memum, İmam’ı sunamaz.
Rabbin beş manası vardır.
1- Yaratıcı. Allah-u Mutaal’da kullanılır. 2- Her şeyi terbiyet eden. İmam’da kullanılır. 3- Şeyh’te kullanılır. 4- Kabile reisinde kullanılır. 5- Sahipte kullanılır. Yani, Arapta halen evin sahibi için kullanılıyor. Evin sahibine Rabbul Beyt derler: Evin sahibi.
“Ebrehe lanetisi orduyu kurdu ve geldi Kâbe’yi yıkmaya. Kâbe’nin etrafında orduyu bekletti, sabah olunca saldırmak için. Önce Kâbe’deki insanların; yani Mekkelilerin mallarını aldı. Hz. Abdulmuttalib, gitti Ebrehe’nin yanına, buyurdu ki: “Ene Rebbul Ebil!” “Ben develerin Rabbiyim!” Yani sahibiyim. “Benim develerimi ver. Bu Beyt’in de Rabbi var. Sabah olunca sahip çıkar.” Naklolunur: Devesini aldı geldi. Ebrehe lanetisi sabah Kâbe’ye saldırdığı zaman, Evin Rabbi de Ebabil kuşuyla Ebrehe’yi ve ordusunu halletti.”
Yani Hz. Zeynep selamullahi aleyha arz ediyor: “Rabbena: “Ey Bizim İmamımız, sahibimiz!” ta gabbel minna hazal gelil: “Biz buraya geldik; ama Kâfirin küfrü önünde sed oluşturamadık. Biz eridik, şehid düştük. Bizim bu çabamızı, Sen kabul et.” Diyerek İmam Hüseyin aleyhisselam’a arz ediyor. Minnet koy Bize, bu az çabamızı Bizden kabul et.”
Hz. Ali Ekber aleyhisselam hakkında buyruluyor ki: “Eşbehunnas bi Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ğulgen ve ğelgen ve mantıgen.” İmam Hüseyin aleyhisselam ve İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Hz. Ali Ekber aleyhisselam, millet içinde en çok Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi’ye benzeyendi. Yaradılış yönüyle, ahlak yönüyle ve mantık yönüyle.”
Aynı hadis noktası bile değiştirilmeden İmam Mehdi aleyhisselam hakkında buyrulmuştur.
Hz. Ali Ekber aleyhisselam, İmam Mehdi aleyhisselam’ın makamında mıdır? Hâşâ!
Burada Masum aleyhisselam’ın mazlumiyetidir ki, İmam Mehdi aleyhisselam Hz. Ali Ekber aleyhisselam’ın seviyesinde tanıtılıyor.
Yine hadiste buyruluyor: “Hz. Ali aleyhisselam haktır. Hak, Hz. Ali aleyhisselam’dandır. Ve Hak, Hz. Ali aleyhisselam’ın başıma döner.” Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem.
Aynı hadisin başı Ammar hakkında var: “Ammar Haktır; Hak da Ammar’ındır.” Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem.
Mazlumiyettir ki, Hz. Ali aleyhisselam Ammar seviyesinde tutuluyor.
Yine buyuruyor ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem şehid olduğunda Hz. Ali aleyhisselam’a bin tane ilim kapısı öğretti. Her birisinden de bin kapı açılıyordu. Bir milyon ilim kapısı. Ve her ilmi biliyordu…” Selman için de buyruluyor ki: “Selman, bunları biliyordu.” Masum aleyhisselam.
“Selman bir denizdir ki, ne kadar alsan azalmaz.” Masum aleyhisselam. (Mefatih’te var bu).
“Selman’ı sevmek imandır, buğz etmek ise küfürdür.” Masum aleyhisselam.
Masum aleyhisselam ne kadar mazlumdur ki, kendini bu seviyede tanıtıyor.
Hadislerde hiçbir zaman kendini tariflerken, alttan yukarı değil; üstten aşağı doğru tarifler.”
“Allah’ım! Bizi İmam Hüseyin aleyhisselam’ın Kerbelâ’sının intikamcılarından karar kıl. İmam Mehdi aleyhisselam’ın emrinde karar kıl.
Allah’ım! Ehl-i Beyt aleyhisselam’ın kapısından ayrı bir kapı tanıtma. Onların marifetinden ayrı bir marifeti kalbimize yansıtma! Onların sevgisinden ayrı bir sevgiyi kalbimize yansıtma! Öz bereketin hürmetine Ehl-i Beyt aleyhisselam’ın sevgisini ve marifetini kalbimizde daim kıl ve şiddetle artır!
Geçmişte işlediğimiz her ne kadar günah varsa, bizimle Masum aleyhisselam arasına perde olan, onları affet, Ya Rabbi!”
Allahumme salli ala Muhammed’in ve Al-i Muhammed ve accil ferecehum vel an ada ehum.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hadiste buyuruyor ki: “Bizim Şiamız dilenmez.” Masum aleyhisselam. Yani Şia’da aşağı sıfat olmaz. Masum aleyhisselam’ın kapısından ayrı kapıdan medet ummaz, ayrı kapı tanımaz.
“Âlimin birisi İmam Rıza aleyhisselam’ı ziyaretine gittiği zaman arz ediyor ki: Ağa, bana yeni bir şey öğret. Ziyaretini tamamlamış ve haremden çıkıp su içmek için çeşmenin başına gidiyor. Çeşmenin muslukları otomatik çalışıyor. Elini uzatınca su otomatik akıyor, çekince kesiliyor. Âlim elini uzatıyor musluğun altına tutuyor. Su akmaya başlıyor. Elini çekince su kesiliyor. Adam bunu görünce oturup ağlıyor. Bunu görenler soruyorlar niye ağlıyorsun? Diyor ki: Ben elimi musluğa uzattım su içmek için su otomatik olarak aktı, elimi çektim su da kesildi. Bu yüzden ağlıyorum. Diyorlar Şeyh Ağa! Ne var bunda bu musluk kâfir Müslüman herkes için aynı şekilde akıyor. Diyor ki: Ben onun için ağlamıyorum. Ben, ziyarette Ağa’ya arz ettim ki: Ağa! Bana yeni bir şey öğret. Bu gün bana bunu öğretti. Diyorlar: Bu yeni bar şey değildir ki. Bu gün öğrenmesen daha sonra öğrenecektin bunu. Diyor: Hayır! Ben bunu öğrendim ki, Ağa bana buyuruyor: “Bizim kapımızda el açarsan veririz, açmazsan vermeyiz.” Ben. Onu öğrendim.”
“Hikmet müminin yitik malıdır. Nerde bulsa alır.” İmam Ali aleyhisselam. Bizim kapımızdan ayrı yerde hikmet yoktur ki, Mümin oraya yönelsin.
“Perdeler kalksa, yakinim artmaz.” İmam Ali aleyhisselam. Perde yoktur ki, kalksın.
“Bana bir harf öğretenin bin yıl kölesi olurum.” İmam Ali aleyhisselam. Mümkün değil bu bir harf öğreten olmaz Bana.
Bunların hepsi iddiadır. Bizim kapımızdan ayrısında hayır yoktur. Bizim şiamız bu kapıdan başkasına yönelmez. Ayrı bir yerden medet ummaz.
“Murtazlar kısım kısımdır. Hindistan murtazları ağacın dalından tek eliyle iki ay asılı kalıyor. Eline buğdayı koyup ıslatıyor, geceli gündüzlü, elini çekmeden, buğday bunun elinde yeşerip kuruyor. Aylarca kalıyor.
Adamın işi güneşe bakmaktır. Oturup güneşe bakıyor ve kör oluyor.
İki ay sadece bir bademle yaşıyor.
Bütün bu riyaziyatların karşılığında şeytani makam elde ediyorlar.
Deccal simgedir. Şeytan bu tür lanetileri destekliyor. Şia’nın gözünde bunu büyük gösteriyor ki O nuru O’ndan alsın. Yoksa o lanetiye yardım etmek için değildir. Şeytan hiçbir zaman eğilme demez. Tapma demez. Yön değiştiriyor. Sonuçta insan eğilecektir. Fıtratında bu vardır. Başka çaresi yoktur. Şeytan bunu destekliyor ki, puta eğilsin. Peygamberler de diyor ki: Allah’a eğilin. Bu insan eğilen mahlûktur; sadece yönü değişiyor.”
“İnsanın kalbinde iki tane nur vardır: Korku ve Reca (Ümit).” İmam Sadık aleyhisselam buyuruyor ki:
“Bunlar eşit olursa, mümin mümindir. Bir taraf ağır basarsa, denge bozulur.”
Allah’a güvendiğin kadar O’nun yasağından da kork, sakın; korktuğun kadar da O’nun rahmetine güven. Dengede olsun.
“Rivayet olunur ki, Hz. Davud aleyhisselam münacatında kendi Rabbine arz etti: Ey Benim Rabbim! Her padişahın bir hazinesi var. Sen ki, Allah-u Mutaalsın, her şeyi yaratmışsın, bir hazinen var. Bu hazinen nedir? Vahy oluyor ve bildiriliyor ki: “Benim hazinem, arştan çok büyüktür. Ve evselu minel kursi: Benim hazinem, Kursiden çok geniştir. Ve ekyegu minel cennet: Cennetten çok paktır (2).Ve ezyenu minel melekût: Melekûttan çok güzeldir. Erzuha el-marifet: Bu benim hazinemin yeri, zemini Marifettir. Ve Benim hazinemin göğü, seması, İmandır. Benim hazinemin güneşi, İstektir. Ve Benim hazinemin ay’ı, Muhabbettir, sevgidir. Ve Benim hazinemin yıldızları, Hatıralardır. (Başından geçen olaylar).”
Buyurdu: “Ey Davud! Benim hazinemin bulutu, Akıldır. Ve o hazinenin yağmuru, Rahmettir. O hazinenin ağacı, İtaattir. O hazinenin meyvesi (Semeresi), Hikmettir.
O hazinenin dört tane rüknü (temeli) vardır. Tevekküldür, tefekkürdür, unsdur, zikirdir.
Ey Davud! Ve bu hazinenin dört tane de kapısı vardır. O hazinenin kapılarından birisi ilimdir. İkincisi, hikmettir. Üçüncüsü, sabırdır. Dördüncüsü, Rızadır.
Ey Davud! Bil ki, bu Benim hazinem, Senin kalbindir.”
Hadiste buyuruyor ki: “Müminin kalbi Rahman’ın arşıdır.” Masum aleyhisselam.
Rahman İmam Ali aleyhisselam’dır. Arş ise saltanat yeridir. Yani Müminin kalbi İmam Ali aleyhisselam’ın saltanat yeridir. Mümin odur ki: O’nun kalbinde Velayet saltanat etsin. O kalpte ki Velayet saltanat etmiyor, o kalp değildir artık.
“Mescitte minberde molla anlatıyor ki: Rızık kararlaştırılmıştır. Sen istesen de istemesen de, o rızık, gelip seni bulacaktır.
Mesihinin birisi bu söze inanmıyor ve mollayla dalga geçiyor. Diyor ki: Yani şimdi ben çalışmasam rızık gelip beni bulacak öylemi? Adam mollayı yalancı çıkarmak için gidip çölde yaşamaya karar veriyor. Gitmeden önce de üç arkadaşına durumu anlatıyor. Diyor ki: Ben gidip çölde yaşayacağım. Falanca yere gidiyorum. Eğer bir müddet sonra dönmezsem, gelip benim cesedimi alın ve mollayı rezil edin. Ve kararlaştığı yere gidiyor. Orada ıssız bir yer bulup oraya yerleşiyor. Üç gün boyunca aç kalıyor. Üçüncü günün sonunda artık perişan bir şekilde uzanıp ölümü bekliyor.
İki çoban da koyunlarını çayıra yayıp otlatıyorlar. Koyunlar bu adamın yakınlarına geldiği zaman ürkmeye başlıyor. Çobanlar bunu kurt zannediyorlar. Hemen oraya geliyorlar ve bakıyorlar ki, bir adam uzanmış hareketsiz yatıyor. Adam ölmemiş; ama hali yoktur ve son nefesini alıp veriyor. Çobanın biri diğerine sesleniyor. Diyor ki: Arkadaş Sarı keçiyi sağ. Bu adam açlıktan ölüyor. Adam keçiyi sağıp getiriyor. Birisi adamın ağzını zorla açıyor; diğeri ise sütü gırtlağına döküyor. Mesihi kendine gelir gelmez kelime-i şehadeti okluyor ve ilk olarak şöyle diyor: Allah-u Mutaal değil insanın rızkını yetirmek; belki zorla gırtlağına döküyor.”
“Adamın birisi de tam tersini yapıyor. Diyor, madem Allah rızkı verecek, çalışmayayım gidip evde oturayım. Allah rızkımı versin. Gidip evinde oturup, çalışmadan rızkını bekliyor. Bir gün, iki gün, üç gün derken adam artık açlıktan ölecek duruma geliyor. Adam ölüm anına gelmişken bakıyor evin kedisi bir tane tavuk budu çalıp getirmiş. Adam diyor, herhalde rızkım geldi. Kedi oralı bile olmadan başlıyor tavuk budunu yemeye. Adam bunu görünce dayanmıyor artık kediyi kovuyor ve başlıyor onun artığını yemeğe. Biraz kendine gelince diyor ki: Allah rızkı çalışmasan da verir; ama bir ‘Pist!’ demek de gerekir.”
“Dünyaya bel bağlayan tez düşer yere.” İmam Ali aleyhisselam.
“…bir gün Hz. Davud as Hz. Süleyman as’a dedi ki: Gör bak yeryüzünde en çok şükreden kimdir? Allah’ın bu zamanda en şükürlü bendesi kimdir? Onu öğren. Bunlara bildirildi ki: “Falanca adrese git.” Bildirilen yere gidiyor ve Hz. Yunus as’ın babasını soruyor. Meta nerededir? Diyorlar, ormana gitmiştir. Bekliyor. Meta biraz odun kırıp şehre satmaya getirmiş. Haber veriyorlar ki, Meta geliyor. Hz. Davud as ve Hz. Süleyman as gelip Meta’yı karşıladılar. Diyor, Meta sırtındaki odunu çarşıya götürüp bıraktı ve dönüp millete dedi ki: “Kim hazırdır bu odunları benden almaya ki, ben bunların yetişmesinde zahmet çekmemiştim.” Birisi geldi odunları satın aldı. Meta o parayla gitti un satın aldı ve hamur yaptı. Bu işleri yaparken hep şükrediyor. Her işine bir şükür ediyor. Bu şükürle hamur yoğuruyor, ekmek pişiriyor. Sonra pişirdiği ekmeklerden Hz. Davud as ve Hz. Süleyman as’ın önüne bıraktı. Dedi: Bismillah! Ve bir lokma koparıp ağzına koydu. Ve dedi ki: “Şükürler olsun sana Ya Rabbi! O ağaçları ki, kendi gudretinle yetiştirdin Bana gidip onları kesecek gudreti verdin. Getirdim sattım. Temiz bir insanla muamele ettim. Bu temiz parayla gidip teniz bir insandan un aldım, temiz suyla hamur ettim. Vermiş olduğun gudretinle odun getirdim, ateş yaktım, ekmeği pişirdim. Vermiş olduğun gudretinle bu ekmeği çiğneyeceğim ve yutacağım.” Bu yaptığı her şeye ayrı bir şükür etti.
Hz. Davud as döndü Hz. Süleyman as’a dedi ki: “Biz böyle şükür eden görmedik.”
(Allah’ın peygamberleri bunu bilmediğinden yapmıyor bunu. Biri diğerindeki sıfatı ortaya çıkarıyor ki, olay bize yansısın. Biz ibret alalım bu olaylardan).
“Bir adam zenginim derse, Allah-u Mutaal onu zengin eder. Fakirim derse, fakir eder. Hastayım derse, hasta eder. Sağlıklıyım derse, sağlık eder.” İmam Ali aleyhisselam.
“Bir adam sağlığından ve halinden başka bir adama anlattığı zaman (serzenişte bulunduğu zaman), bu adam gerçekte Allah-u Mutaal’a itiraz ediyor. Farkına varmadan Allah-u Mutaal’ı şikâyet ediyor.” İmam Cafer Sadık aleyhisselam. (Şükür büyük bir nimettir).
Ariflerden birisi diyor ki: Allah, dünyanın zahiri ve batini idaresini verse, hiçbir şeyi değiştirmem.
“Gazi Tabatabai diyor ki: Bu lanetiler Hz. Fatıma selamullahi aleyha’nın kapısını kırdıkları zaman; Hz. Fatıma selamullahi aleyha feryad etti: “Ya Mehdi aleyhisselam!”
Gazi Tabatabai diyor, bu hadisi büyük âlimler nakletmişler; ama ben kaynağını görmemişim”
Yani, benim görmemem olmadığına delalet etmez.
“Hz. Musa as peygamberdi ve Ulu’l-Azm’lardandı.
Arz ediyor ki: Ya Rabbi! Bana üç gün İmamlık ver. Ben yeryüzünün taamul ihtiyarı olayım. Vahyolundu ki: “Sen peygambersin. Senden İmam olmaz! Ama çok ısrar ediyorsan eğer, üç gün ihtiyar senin elindedir.” İhtiyar Hz. Musa as’ın eline geçince, bir mezarlığın yanından geçiyor. Bu sırada kabirlerin içini görüyor. Bakıyor kabirlerin birinde bir at var, bir de köpek. Köpeğin önüne ot koymuşlar, atın önüne de kemik. Hz. Musa as hemen bunların yerini değiştiriyor. Diyor, köpeğe kemik gerekir, ata da ot. Her şet yerinde olmalıdır. Bunların yerlerini değiştirince buna vahyolunuyor ki:
“Ey Musa’ Niye onların yerlerini değiştirdin?” Arz ediyor: At ot yer, köpek de kemik. İş tersti ben de değiştirdim. Buyruluyor: “Sen sordun mu, bunu yapan niye böyle yapmış?” Arz etti: Niye böyle yapmış? Vahyolundu ki: “Seni geçtiğin yer kabristandır. Görmüş olduğun insanların ruh halidir. Beden değil. Ceza halleridir bunların. Bunlar iki insandır ki, dünyada misafiri sevmezlerdi. Misafire ters davranıyorlardı. Biz de şimdi onların işini ters yapıyoruz. Çeksinler cezalarını. Birisi köpek suretindedir, diğeri de at. Huyları böyleydi. Atın önüne kemiği koyduk, köpeğinkine de otu koyduk. Ters yaptık yesinler.” Arz etti: Tamam.
İkinci günü bir yerden geçtiğinde bakıyor yaz günüdür ve çocuklar bir nehirde yıkanıyorlar. Bir tane çocuk var gözleri kördür. Diğer çocukların sesleri bunu heveslendiriyor. Bunun arzusu budur ki, gözü açılsın o da yıkansın diğerleriyle beraber. Hz. Musa as bu durumu görünce hemen bunun gözlerini açtı. Çocuğun gözü açılır açılmaz gidip kazık yapıyor ve getirip suyun içine dikiyor…”
“Bizim adımız geldiği zaman kalbinizde bir heyecan, sevinç var mı? Bedeninizde ürperme var mı? Gidin annenize rahmet edin.” İmam Cafer Sadık aleyhisselam.
“Muaviye piçi, Hucr ve oğlunu, sekiz adamıyla beraber yakaladı. Bu laneti sekiz adamını öldürdü. Hucr ve oğlunu saraya getirdi. İmam Ali aleyhisselam’ın ileri gelen şialarından olduğu için onunla alay edip, küçük düşürmek istiyor. Meclisini topluyor ve dönüp Hucr’a diyor ki: Genişlikteyken Ağanızı övüyordunuz. Şimdi de öv bakalım. Hucr, başlıyor İmam Ali aleyhisselam’ı övmeye. Sayıyor: Arşı kürsüyü dizmiş, Allah’ın kulli dergâhında her ne varsa dizmiş ve sahip çıkmıştır. Peygamberleri göndermiş ve sahip çıkmış…
Ve küfrün önderleri olan Firavunu, Haman’ı ve diğerlerini hepsini helak etti. Sırası geleni de helak edecektir. (Yani sıra sana da gelecektir). Affetmez.
Bu söz Muaviye lanetisine ağır geldi. Laneti, Hucr’a dedi ki, tercih et, önce sen mi yoksa oğlun mu? Hanginizin kellesini alayım? Hucr dedi: Oğlumun kellesini al.
Cellâdına diyor, duydun dediğini görevini yap! Cellât oğlunun başının bedeninden ayırıp şehid ediyor. Muaviye lanetisi Hucr’a alaylı alaylı güldü. Döndü dedi ki: Görüyor musun, kılıcın ışıltısı geldiği zaman oğlunuzu kendinize kurban ediyorsunuz. Kendiniz de gizlide iman iddiasında bulunuyorsunuz.
Hucr lanetiye dedi ki: “Sen yanılıyorsun. Oğlum gençtir. Ben, fedakârlık ettim, şehadet önceliğini oğluma verdim, şehadeti oğluma takdim ettim. Çünkü ben öldükten sonra senin gibi bir hilekâr lanetinin kılıcının ışıltısı oğlumun gözünü kamaştırabilirdi. Ben, ona öncelik tanıdım ki, sonsuz olan cennette benden ayrı düşmesin. Senin gibi bir puştun kılıcının ışıltısı benim gibi birisinin gözünü kamaştırmaz. Biz ikimiz başa baş gelelim.”
Bunu duyunca laneti anladı ki baltayı taşa vurdu. Hucr’a dedi ki: Senin Ağan sana nasıl bir şekilde öleceğini müjdeledi?
Hucr, buyurdu ki: “Ey laneti! Ey Hinde’nin oğlu! Benim Ağam bana haber vermiştir ki: “Beni bağlayacaksın hurma ağacına. Ellerimi ve ayaklarımı keseceksin. Sonunda dilimi kesip beni şehid edeceksin.”
Bu laneti döndü köpeklerine dedi ki: Bağlayın bunu hurma ağacına. Ellerini ve ayaklarını kesin; ama dilini kesmeyeceğim ki, (Hâşâ!) o hadis yalan olsun.
Hurcu bağladılar hurma ağacına, ellerini ve ayaklarını kestiler. Hucr başladı İmam Ali aleyhisselam’ı anlatmaya. O’nun faziletlerini anlatmaya başladı. (Hucr Terimmah’ın kardeşidir. Bu ailenin dili kılıçtan keskindir).
Bunu gören Muaviye piçi hemen döndü cellâdına dedi ki: Çabuk bunun dilini kes! Bu Bizi rezil edecektir.
Hucr dili kesilmeden Muaviye’ye buyuruyor ki: “Gördün mü?”
Ve Muaviye piçi Hucr’un dinli kesip şehid ediyor.”
(Şia her zorluğu yaşar; ama dilenemez. İmam aleyhisselam’ın kapsından ayrı bir kapı tanımaz).
“İmam Cafer Sadık aleyhisselam zamanında Şia’nın birisi günlerce aç kaldı. Suyla yaşıyordu. Geldi İmam aleyhisselam’ın yanına, arz etti: Ağa, ben açlıktan ölüyorum. İmam aleyhisselam buyurdu: “Senden daha zengini yoktur, git!” Adam dönüp evine gitti. Bu gene suyla beslendi. Yemeğe yemeği yoktur. Ertesi günü yine geldi halsiz bir şekilde Ağanın huzuruna ve arz etti: “Ağa, ben açlıktan ölüyorum.” Buyurdu: “Senden daha zengini yoktur, git!” Adam gene evine gitti. Üçüncü günü artık bastona tutunarak Ağa’nın huzuruna geldi ve arz etti: Ağa, suyla ayakta duruyorum. Buyurdu: “Senden daha zengin kimse yoktur, git!” Adam gene dönüp evine gitti. Dördüncü halsizlikten artık gelemedi. Bir yere yığılıp kaldı. İki genç buna acıdılar. Dediler, nereye gideceksin? Dedi: Ağamın kapısına gideceğim. Bunu koydular bir tane sedyeye ve o vaziyette getirdiler İmam aleyhisselamın huzuruna. Adam arz etti: Ağa, açlıktan ölüyorum, artık. İmam aleyhisselam buyurdu: “Senden zengini yoktur, git!” Şia, iki gence dedi döndürün beni evime! Gençler adamı evine götürüyorlarken, kapıda gençlere dedi ki: Hele beni bir döndürün Ağamın huzuruna. Bu işin sırrını, hikmetini sorayım. Bu ne zenginliktir ki, benim haberim yoktur. Döndürdüler İmam aleyhisselam’ın huzuruna. Arz etti: Yebne Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem! Siz her ne buyursanız haktır. Ben algılayamıyorum, açlık bana galebe etmiştir, vücudum zayıftır. Bu ne zenginliktir ki, ben açlıktan ölüyorum?
İmam aleyhisselam buyurdu ki: “Hazır mısın, dünyaları da verseler Bizi sevgimizi vermeye?” Arz etti: Yok! Buyurdu: “Senden daha zengini yoktur.” Arz etti: Anladım, Ağa!”
“Bunlar size eziyet ederler; ama zarar veremezler.” Masum aleyhisselam.
“Biz, sizin kâfir olacağınızdan korkmasaydık; kâfirin tuvaletini dahi altında ederdik.” Masum aleyhisselam.
Adamın birisi geliyor İmam Ali aleyhisselam’a arz ediyor: Ağa, bana bir yardım et. İmam Ali aleyhisselam hizmetçiye buyurdu: “Git, hazineden ver, buna.” Hizmetçi gitti ve geri gelip arz etti: Altın mı vereyim, gümüş mü?
Buyurdu: “Bana sorma. İsteyene sor. Sarı mı istiyor, beyaz mı?”
“Ya Ali aleyhisselam! Altın senin ziynetindir. Ama ahirette, dünyada değil.” Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Kur’an’da, bizim bildiğimiz, üç yüz altmış tane Velayet ayeti var. Kur’an, tepeden tırnağa Velayettir.
İmam Caferi Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Kur’an’ı Kerim üç bölümdür, dört boyuttur.” Buyuruyor: “Kur’an’ın üçte biri Bizi anlatıyor, Velayeti ve İmameti anlatıyor. Üçte biri Ahkâmdır. Bizim emirlerimizi anlatıyor. Üçte biri de Bizim düşmanlarımızı anlatıyor. Onların lanetiliklerini, aşağılıklarını, azaplarını anlatıyor. İmam aleyhisselam buyuruyor ki: “Bunu anlamak da dört boyuttur.” Buyuruyor: “Tercüme millet içindir. Kur’an’ın tefsiri âlimler içindir. İnce noktaları (Letaif) veliler içindir.” Buyuruyor: “Bunun iç yüzü, tabanı ve gerçek yüzü de peygamberler içindir.” (Tercüme millete; tefsir âlimlere; ince noktaları evliyalara; hakikati de Enbiya’yadır).
Hadiste buyuruyor ki: “Dinde derin kavrayış sahibi olun; yoksa sizi sapıklık kapılarından içeri sokarlar…” İmam Caferi Sadıq aleyhisselam: Usul-u Kâfi, c.1, 49. Hadis.
Günümüzde din üzerinden ince siyasetler oynanıyor. Dini, insanları yozlaştırmak için kullanıyorlar. Din bunların oyuncağı olmuştur.
Tevbe suresi, 36. Ayette ne buyruluyor? Buyuruyor ki: “Allah’ın katında ayların sayısı On İkidir. On İkisinden dördü haramdır. Yer, gök yaratıldığı günden bu böyledir. Bütün kitaplarda da bu böyledir. Ve dosdoğru din de O’dur. Zulmetmeyin kendi nefslerinize, bunlara karşı. Savaşın müşriklerle topyekûn; nasıl ki, onlar sizinle savaşıyorlar. Bilin ki, Allah-u Mutaal, işitendir ve bilendir.”
Bize naklonulan üç yüz altmış tane Velayet ayeti var. Bunlardan birisi Tevbe, 36’dır.
İmam Cafer Sadıq aleyhisselam’a arz ettiler ki: Ağa! Bu ayetin anlamı nedir? Buyurdu ki: “”Eğer bunların dediği gibi olsa ki, bu ayları anlatıyor; o zaman İslam’ın da gelmesi abes olur.” Buyuruyor: “Tamam, On iki ay var ve on iki aydan dördü haramdır. Yer, gök yaratıldığından bu böyledir. Bütün kitaplarda bu böyledir. Bunlar tamamdır. Ama dosdoğru din de o’dur. Bu böyle değildir, ama.”
(İslam’dan önce mü’min miydi halk? Yok. Cahiliye dönemiydi ve lanetiydi bunlar. Bu sünnide böyledir).
Buyuruyor: “On iki ay, On İki İmam’dır aleyhimusselam). On İkisinden dördü haramdır. Haram burada üstün olanı anlatıyor.” (Bu tabir farklılığı azameti anlatıyor).
Buyuruyor ki: “On İkisinin dördünün adı, Ali’dir. İmam Ali aleyhisselam, İmam Zeynelabidin aleyhisselam, İmam Rıza aleyhisselam ve İmam Naqi aleyhisselam’dır.”
(On dört Masum aleyhimusselam’ın dördü Muhammed isimlidir. On iki İmam’da üç Muhammed, dört Ali var. Yedi isimle zuhur etmiştir. Yedi, İmam Ali aleyhisselam ve İmam Mehdi aleyhisselam’a işarettir. Hastır bu kelime).
Arapda 28 harf var; ama 29’u yazılır. Lamelif la yazılır okunmaz.
İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Bir adam, Lamelif La’yı yazıp okuyamaz. İnkâr eden kâfirdir. Lam ve elif’in birleşimi değildir, tek başına bir harftir. Çünkü ebced ilminde Lam 30’u, elif 1’i gösterir. Birleşse 31 olması lazım; ama 7’dir bunun karşılığı. (Lamelif la, Lam ve elif’in birleşimi değildir. İsmi eliflam’dır. Okunduğu gibi hesap edilse, 61 olması gerekir. İki la var bir tane de elif. Ama öyle değil). Buyuruyor: “Lamelif 7’dir. Altı birleşmiş haldedir. Her şey, yoktu O’nun karşısında. Bu İmam Mehdi aleyhisselam ve İmam Ali aleyhisselam’a işarettir.”
Güneş tabiri Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e Ay tabiri İmam Ali aleyhisselam’a ve İmamlar’a (aleyhimusselam) işarettir. Güneşin Ay’a üstünlüğü yoktur. Ay’ın güneş’ten öne geçtiği yoktur. Burada bizim anlamamız için getirilen tabirlerdir. Çünkü İmam Hüseyin aleyhisselam’a Güneş Tabiri de kullanılmıştır. Ayrı bir ayette buyuruyor ki: “Yemin olsun göğün yarılıp, yıldızların dökülüp, güneşin karadığı zamana!” Burada Güneş en sonda geliyor. Niye?
Buyuruyor: “Yemin olsun, göğün yarılıp, yıldızların dökülüp, güneşin karadığı zamana.” Burada Güneş İmam Hüseyin aleyhisselam’dır, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alih değil. Gök, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi’dir. Yani bu lanetiler, Kerbelâ’ya geldikleri zaman, Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve alihi’nin hürmetini kırdılar. Çünkü biliyordular ki, buraya gelen İmam aleyhisselam, O’nun sallallahu aleyhi ve alihi evladıdır. Aynı makamdır. O, nübüvvet adı altında tanındı; Bu da imamet. Müslüman’ım dedikleri halde, O Peygamberin dinine inandıkları halde, bu lanetiler, bu işi yaptılar.
Yani, yemin olsun O Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem)! Tabir semadır, yüksekliktir. Rahman Suresi’nde buyuruyor: “Biz göğü uzattık, teraziyi karar kıldık.” İmam Sadıq aleyhisselam’a arz ediyorlar: Bu ayetin anlamı nedir? Buyuruyor ki: “Yani Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’i miraca götürdük; Hz. Ali aleyhisselam’ı ölçü koyduk.”
(Her ne kadar göğe inansan da yetersizdir. Terazisinde tartılman lazım. İş, teraziden geçer).
Sema’dan kasıt Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’dir. Yıldızlardan kasıt, Kerbelâ şehitleridir. Güneşten kasıt, İmam Hüseyin aleyhisselam’dır.
Bunu niye delil getirdik? Şems Suresinde buyuruyor: “Yemin olsun, Güneş’e ve ışığına; Ay’a ve ışığına ve Tan yerinin ağarmasına!”
Zannetme ki sıralamada Güneş efseldir. Böyle bir şey aklından geçmesin. Eğer o şekilde yola çıkarsan Kâbe’de batarsın. Çünkü Allah-u Mutaal, Velayeti Nübüvvet’in sırtına çıkarmıştı, önüne geçirmişti. Hz. Ali aleyhisselam’ı Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in önüne geçirmedi; İmameti Nübüvvet’in önüne geçirdi. Niye? Buyuruyor ki: “Nübüvvet’e inananları hiçbir zaman Nübüvvet kurtarmaz, üstlenmez, göğüslenmez. Hadiste İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “O ki, Hz. Ali aleyhisselam Kâbe’nin putlarını kırdığı zaman Allah Resulü sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in omzuna bastı ve çıktı. Çünkü Velayet ve Nübüvvet ağırlığı vardı Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’de ve Hz. Ali aleyhisselam’da ise, sadece, İmamet vardı. Hz. Ali aleyhisselam Allah Resulü’nü taşımazdı. (Taşıyamazdı değil, taşımazdı!).”
İmam Sadıq aleyhisselam’a arz olunuyor: Ağa, bu nasıl oluyor?
Buyuruyor: “Herkes ki, Hz. Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e inansa; Hz. Ali aleyhisselam’a inanmasa; Allah Resulü sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem, hiçbir zaman, o adamı kurtarmaz, şefaat etmez, sahip çıkmaz. Ama o adam ki, Velayet’e inanıyor; Allah Resulü sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ona, her zaman, sahip çıkar.”
Yani Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ki, İmam Ali aleyihsselam’ın omzuna basmadı; yani: Ben üstlenmiyorum, sadece Nübüvvet Ehlini. Herkes ki, Velayet Ehlidir; Ben üstleniyorum, kesin Nübüvvet Ehlidir, o adam. Kurtarıcısıyım, şefaatçisiyim onun. Hz. Ali aleyhisselam, sadece Nübüvvet Ehlini taşımaz; Velayet Ehli olacak. Ama Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem, Velayet Ehlini taşıyor. Orada birbirlerini taşıyıp taşımamaları söz konusu değil. Bunlara mensup olanları taşıyıp taşımamaktır mevzu.
O yüzden İmam Sadıq aleyhisselam Tevbe Suresi, 36. ayet hakkında buyuruyor: “On İki Ay, Biz, On İki İmamız. Bu On İki’nin dördünde Ali ismi var. Yer gök yaratıldığı zamandan bu böyledir. Bütün kitaplarda da bu böyledir. (Hiçbir peygamber tersini iddia etmemiştir, edemez de. Bütün peygamberlerin amacı da Bunları tebliğ etmekti. Ve Bunlarda ısrar edenleri Allah-u Mutaal İmam etti. Çünkü İmamet ezelidir. Kesbi veya Ledunni değildir. Sonradan verilmiş bir makam değil. Ama Hz. İbrahim’de, Hz. İshak’da, Hz. Yakup’da, Hz. Yusuf’da imamet tabiri varsa; bu, Ehl-i Beyt aleyhimusselam’ın yolunu tebliğ etmekte öncüdür. Kök İmam değildir. Arşın, Kürsinin, kalem’in, Lovhun sahibi değildir. Cebrail’e, Mikail’e, Azrail’e, İsrafil’e izin vermiyor, bu işi yap, diye. Millete yol göstermenin imamıdır. Bu kelime anlamıdır).
Dosdoğru Din O’dur. (Ne? Yani Velayet).
(Secde Suresi, 23. ayette buyuruyor ki: “Biz, onları İmam ettik. Çünkü onlar milleti Bize hidayet ediyorlardı ve Bizim emirlerimizde ısrarcıydılar.” İmam Sadıq aleyhisselam’a bu ayeti sordukları zaman buyurdu ki: “Biz, Ehl-i Beyt aleyhimusselam, Hz. İshak’ı, Hz. Yakup’u, Hz. Yusuf’u imam ettik. Çünkü milleti Bize davet ediyorlardı ve ısrarlıydılar Biz’de.”).
(Varlık, Mahlûktan çok öteyedir. İmam Sadıq aleyhisselam buyurdu ki: “Kulli varlık (Peygamberler, kitaplar, Hz. Abbas aleyhisselam, Hz. Ali Ekber aleyhisselam vs. kulli varlık). Hz. Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in mübarek isminin bir zerre nurunun hürmetine yaratılmıştır.”
Niye bu isimlere karşı hürmetsizlik ediyoruz? Niye bunlara karşı ezilmiyoruz? Sebebi ney bunun?
Çünkü daimul hal değiliz. Dikkat etmiyoruz. Yoksa bu ihtiramsızlığı göstermeyiz. Kınayıcıların kınaması bizi yıldırmasın. Bu kınayanlar ekmekleri için çöpçü, tuvaletçi, çoban vs. olabiliyorlar. Yani karınları için hiçbir şeyden çekinmiyorlar. Ama biz, bir “aleyhisselam” derken acze düşüyoruz. O yüzden; hiçbir zaman, birilerinin kınaması biz üzmesin, rahatsız etmesin, yıldırmasın).
“…Ve zalikel dinil geyyum…: Dosdoğru Din, On İki İmam’a iman etmektir. Zulmetmeyin kendi nefslerinize Olara karşı. (Yani sen, O’nun ismine karşı bir zafiyet gösteriyorsan, O zarar görmez. Aklından geçmesin ki, O’na karşı terbiyesizlik yapacağım. Tarihte sürülerce insan, kâfir oldu. Allah-u Mutaal zarar etti mi? Hâşâ! Zara eder mi? Hâşâ! İhanet ettiler. Kime? Kendilerine. Terbiyesizlik yapan, kendisine. Ne yapsan kendine. İhtiram etsen de kendine. Herkes gelsin, dönsün güneşe ve ağzıyla üflesin. Güneşi söndürebilir mi? Hayır. Sadece bu adamların ahmak olduğu açığa çıkar. Herkes balçıkla güneşi sıvamaya çalışsın. Sıvayabilirler mi? Hayır. Sadece ahmaklıkları açığa çıkar.
Buyuruyor: “Örnek bile acizdir.” Güneş tabiri Ehl-i Beyt aleyhimusselam’da kullanılmıştır. İmamet’te kullanılmıştır. Velayette kullanılmıştır. Saltanat’ta, Hidayet’te kullanılmıştır. Buyuruyor: “Hiçbir zaman önünü alamazsın; ama sen, kendi gözüne biraz sabun koyabilirsin. Kör değilsin; ama kör olmak istiyorsun. Ol! Gene O’nun saltanatından çıkamazsın. Çünkü senin için iki tane yer ayırt edilmiştir: Birisi Onların sevgisine gitsen, Cennet denen bu sevginin açılımı var. Diğeri de; eğer ihanet etsen, Cehennem denilen, azap yeri var. Onların gazabıdır. Mecbursun ya gazap ya da sevgi. Mümkünü yoktur. İstesen de ikisinin dışına çıkamazsın. Kendi saltanatın kendi elinde değildir. Gözünü aç ve emir ver görmesin; ses gelince kulağına emir ver deki, işitmesin. Böyle bir hüküm yoktur. Kendin kendine hâkim değilsin).
Buyuruyor: “Zulmetmeyin kendi nefslerinize onlara karşı. Savaşın topyekûn…” Yani O On İki ki İmamlarımızdır ve dördü de haramdır ve bunlar açık ve nettir; buyuruyor: “İmamlarımıza karşı ihanetkâr olmayın.” Müşrik kimdir? İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “İnsanlık tarihinde iki Allah’a inanan yoktur. Ya inkâr edip Kâfir olmuştur; ya da kabul edip Mü’min olmuştur.” (Her iki Allah değil; putperestlere sorsanız ki: Bu putlar mı sizi yarattı? Diyecekler ki, hayır!). Buyuruyor: “Müşrik, Allah-u Mutaal’ın tanıtmış olduğu İmam’ın yerine birini geçiren lanetidir.” (Yani o geçen puştun kendisi şirkin özüdür. Ebu Bekir lanetisi, Ömer lanetisi şirkin özüdür. O lanetiler ki, bu piçleri geçirdiler oraya; onlar müşriktir. Din’de şirkten daha büyük bir günah yoktur. İnanç boyutundaki şirk, putperestliktir. Amel boyutundaki şirkin anlamı ise, riyadır. Ameldeki ikileme riyadır. Hem Allah-u Mutaal’ın rızası hem de halka hoş görünmek için namaz kılarsa, bu riyadır. Ve bu şirktir. Desinlere namaz kılıyor. Bu ikiledi ve batıldır. Çok ilginçtir ki, bu ikileme Velayette yoktur. Buyuruyor: “Seni İmam Hüseyin aleyhisselam için gel ağla veya birini ağlat veyahut da ağlama taklidi yap; yani ikile. Buyuruyor: “İkilik yoktur.” Sen teklikte yok olmuşsun, bir defa. Buyuruyor: “Riya caizdir ve cennet de ona vaciptir.”
Sen ki, saltanatın altında durmuşsun; saltanatın sahibi ki tekti; artık ikilemenin yeri yoktur ki).
Buyuruyor: “Savaşın topyekûn birlikte müşriklerle…” Kimdir müşrik? Tarihin putunu oraya oturtan adamdır. İmam aleyhisselam’ın yerine birilerini tanıtan lanetidir.
“…Nasıl ki, onlar sizinle savaşıyorlar.” (Tevbe, 36).
“Vatanı sevmek senin imanındandır.” Masum aleyhisselam. Vatana karşı ihtiramsızlık edemezsin. Vatanın içine pislik yapamazsın, yapsan lanetisin. Eğer bu denilen şey, bu vatan ise; niye günde kaç defa içine ediyorsun? Vatan: Mekke’dir, Medine’dir, Kufe’dir, Kerbelâ’dır. Hadiste buyrulan bunlardır.
Yani inancından dolayı bir mekân tanıtılıyor bu adama. Kerbelâ’ya gittin mi, tüküremezsin bile. Tuvalete de gidemezsin. Dışarı çıkarırlar. Mekke, Medine, Kufe aynıdır.
Yaşanılan yerler vatana benziyor, şıphi vatandır. Vatan hükmündedir, vatan değildir. İmam aleyhimusselam’ların kendilerine has kıldıkları yer vatandır. Yani sen, Mü’min isen, On İki İmam aleyhimusselam’a iman getirdiysen bütün boyutlarda: Orası senin yerindir.
“Savaşın müşriklerle…” (Tevbe, 36). Niye bu lanetiler bu gibi yerlere saldırdıkları zaman kimse yardım toplayamıyordu? Tepki göstermiyordu?
(Araplarda meşhurdur, Filistinliler, Arabın çingenesidir. Çingene piç demektir. Piçin piçidir. Bütün pisliklerin yığınıdır).
Irak senin inancından dolayı, vatanındır. Samirra’ya bomba koydular, kimse bu kadar tepki göstermedi, bu kadar yardım toplamadı, niye?
Kurt avını toplu yapar ve yattığı zaman da halka şeklinde yatar. Derler ki, kurt gözü açık yatıyor. Birbirinde korkuyor. Yanındakine güvenmiyor, onun için.
Eğer Filistin halkı mazlumsa, ölenler şehitse, git Sünni ol; çünkü onu okeyliyorsun. İran senin inancının, fıkhının kökü değildir. Olsa bile bir şey yazmaz. Eğer batıla karşı, lanetilere karşı, zalime karşı savaşacaksan; git, Irak’ta savaş.
Bundan dolayıdır ki, Usul-u Kâfi’de 49. Hadiste şöyle buyruluyor: “Eğer dinde derin düşünceli olmasanız; sizi avlarlar. Din adı altında kendi sapıklık kapılarından içeriye sokarlar.” İmam Sadıq aleyhisselam.
Din adı altında yaparlar bunu. Şeytan namaz kılma demez. Batılın namazını sana iyi gösterir, seninkini de kötü gösterir. Onları sana hoş gösterir. Peki, bunlar kime mensuptur? Tarihin putuna. Ebu Bekir lanetisine, Ömer lanetisine mensupturlar. Şia ne iddia ediyor? Kendini nispet veriyor ki, Ehl-i Beyt aleyhimusselam’a.
İmam aleyhisselam buyuruyor ki: “Bir Şia’nın hürmetinden dolayıdır ki, yer ehlini içine çekmiyor. Gök bunların başına yıkılmıyor. Yağmur bunların hürmetine gelip bereketini saçıyor.” Cayır cayır Şia ölüyor, kimsenin sesi çıkmıyor.
Sünniler Filistin’i savunuyor, hem de her ne pahasına olursa olsun. Neden? Çünkü inanç bağı var.
İmam Cafer Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Bizim acımadığımıza siz acımayın.” Buyuruyor: “Bizi öldüreni öldüreceğiz. Esir götüreni esir edeceğiz. Çocuğumuzu öldürenin çocuğunu öldüreceğiz. Evimize şüven salanın evine şüven salacağız.”
Ayette buyuruyor ki: “Zulmetmeyin kendi nefslerinize, Onlara karşı.” (Tevbe, 36).
Ehl-i Beyt aleyhimusselam’ın düşmanlarına destek veren, kendi nefsine zulmetmiştir. Takiyye edersen sonrakinin dini olur. Yalan söylersin sonrakinin dini olur. Buyuruyor:
“Hz. Ali aleyhisselam’ın dostuna dost ol, seveni sev: Babanın ve evladının katili olsa bile. O’nun düşmanına düşman ol: baban ve evladın olsa bile.” Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem.
Her boyutta savaş onlarla.
Sen. Neden kara giyiyorsun? Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in Gadir-i Hum’da çiğnenen emri için. Kerbelâ, Gadir-i Hum’un dalgasıdır. O piçlerin küfrünün taşmasıdır, sahile vurmuştur artık. İmam Hüseyin aleyhisselam’ın şahadeti Gadir-i Hum’da çiğnenen emirdir; sen, bunu görüyorsun.
Peygamberi anmak, namaz kılmak, hacca gitmek seni aldatmasın. Aklında olsun bu ki: Şeytan yirmi dört bin sene ibadet etti. Bir defa boyun eğmedi şeytan oldu. Niye oldu? Aynısı burada olsa olmaz mı? Olur.
Çünkü emir geldi ki, Âdem’e secde et. Âdem kıble gösterildi. Çünkü Ehl-i Beyt aleyhimusselam’ın nuru Âdem’in alnında yansıdı. Yani Ehl-i Beyt aleyhimusselam’a dön, O’na eğil. Bu piç, O’na karşı dönmedi, laneti oldu.
Bu gün de bir adam, bu yüzden namaz kılmıyorsa; yani İmam Ali aleyhisselam Kâbe’de zuhur etmiş diye eğilmiyorsa, bu adam piç oğlu piçtir.
Ama adam acizdir kılmıyor. Ama orayı reddetmiyor. Etse, lanetidir. Çünkü şeytan laneti O’nun yansıdığı yere dönmedi, kâfir oldu.
O yüzden, her şeyimiz Velayettir. A’dan Z’ye her şeyimiz Velayettir. Aksi halde hangi boyutta olursa olsun, kayma varsa, zulm ediyorsun kendi nefsine, onlara karşı.
Velayeti konuşmuyorsan zulümdür. Velayeti yaşamıyorsan zulümdür. Velayeti düşünmüyorsan zulümdür. Bir kişi yas tutmuyorsa, Velayet ehli değildir, zalimdir. Sen ona destek olursan, sen de zulüm ediyorsun, zalimsin.
“Safvan isimli Şia’lardan birisi geldi İmam Sadıq aleyhisselam’a arz etti ki: Ağa! Benim develerimi Harun laneti aldı. Onlarla hacca gitti. Benim kendim gitmedim, develerimi kiraya verdim. Ben de zalime yardım edenlerden sayılır mıyım? İmam aleyhisselam buyurdu ki: “Sen, inanıyor musun ve kalbinde buna yer veriyor musun ki, bu laneti sağlam dönsün senin paranı da versin?” Arz etti: Evet. Buyurdu: “Sen, zalimin özüsün; yardım eden değil. Sen, dinini paraya satıyorsun.”
Şeytan dürtmesin, o zaman niye onlarla yaşayıp, alış-veriş ediyorsun, diye. Çünkü kulli emir var, onlarla yaşıyorum. Onları desteklemek, doyurmak için değil.
Buyuruyor: “Sen, sen olsan; Biz seni yolda koymayız.” “Siz, bildiklerinize amel etseniz, Biz, bilmediklerinizi öğretiriz. Biz, sizi sizden çok seviyoruz. Hatta yattığınız zaman, açılan üstünüzü bile örtüyoruz.” İmam Sadıq aleyhisselam.
Ayrı bir Hadis-i Şerifte buyuruyor ki: “Zannetmeyin ki, sadece siz istiyorsunuz bizi göresiniz; Biz, sizden daha çok istiyoruz size görünmeyi. Sizin yaptıklarınız hep engel oluyor.” İmam Sadıq aleyhisselam.
Bir adam karar alırsa eğer; 4*4’lük olabilir. Kerbelâ’daki şehitlerin senden fazlalığı yoktur. Habib olabilirsin, Zuheyr olabilirsin.
İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Her gün aşuradır; her yer Kerbelâ.”
Her gün kendini yezit lanetinin karşısında görebilirsin, savaşabilirsin.
Cihat ikiye ayrılıyor: düşmanla savaş, küçük cihattır. Nefisle cihad ise büyük cihattır. Edeb olarak her gün bir defa Ziyaret-i Aşura okuyabilirsin, Ziyareti Cemieyi Kebire okuyabilirsin, Gece Namazı kılabilirsin. İstersek yardım da olunur.
Hadiste buyruluyor ki: “Hz. Ali aleyhisselam’ın dergâhında cenneti arzu etmek, küfürdür.” Masum aleyhisselam.
Yani muamele etme, yazıktır.
Buyuruyor: “İbadet edenler üç kısımdır. Bir kısım insanlar vardır ticaret ediyorlar; yani cennet için ibadet ediyorlar. (Küfür müdür? Evet. Çünkü hakkın üstünü örtüyorsun). Bir kısmı köleler gibidirler; cehennem korkusuyla yapıyorlar. (Bunlar da hakkın üstünü örtüyorlar). Gerçekten ibadete layık görüp, eğilenler; işte bunlar haktırlar.”
Buyuruyor ki: “İlmin sonu cehalettir.” Neye cehalettir? Yaqin ediyorsun ki, hakken anlayamam.
İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Beyninizi bir serçe yese doymaz. Bununla Bizi tanımaya çalışmayın.”
Ziyareti Cemieyi Kebire’nin tam ortasında buyuruyor ki: “Hiç kimse Bizi anlayamaz: Mürsel peygamber, Mukarreb melek, vs. Hiç kimse tasavvur edemez.” Buyuruyor ki: “Mana o değildir. O adam ki, Bize salâvat çeviriyor, boyun eğiyor ya: Salâvat karşılığında Bizim o adama verdiğimiz makamı: ne melekler tasavvur edebilir, ne peygamberler, ne şehitler, ne âlimler, ne cahiller…” Niye? Buyuruyor: “Salâvat çevirince adamın tozu toprağı gidiyor, (ailesi berrak oluyor)? Bizim makamımız o adamın kalbinde yükseliyor. (O adam, Bizi tanımaya başlıyor).” Buyuruyor: “O adam ki, yükseliyor; Biz ki ona veriyoruz; O’nu kimse tasavvur edemez.” Masum asleyhisselam.” Son.
Sound- 001
İmam Ali aleyhisselam buyuruyor ki: “Ban bir harf öğretenin kulu kölesi olurum.” Yani öğretmezsin. İddiadır bu. Yine buyuruyor:
“Perdeler kalksa, yaqinim artmaz, benim.” Perde arkasında Yaqin olmaz ki; yani perde yoktur ki, kalksın.
Mazlum sıfatıyla savaşıyorsa; bu, hak adamdır. Mü’min dışında mazlum olmaz. Mü’mindir, Mü’min’in dini sorulmaz.
Hadiste buyruluyor ki: “herkes Bize yapılan zulmü bilmese; Bize zulmedenlerle ortaktır ve Bize zulüm ediyor.” Velayet Ehli olmayan zalimdir. Mazlum Velayet Ehlidir.
Nasibi Müslüman hükmünde bile değildir. Filistinli lanetiler, Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in şahadetinde düğün yaparlar, bayram ederler. Bu piçlerin he şeyleri piçtir. İsimleri de aynıdır. Bunların isimleri geldi mi; Masum aleyhisselam’a düşmanlığın sembolüdür. Eğer bir kişi, bu ismi, buna razı olarak, koymuşsa, piç oğlu piçtir.
İmam aleyhisselam’ın karşısına çıkan kim olursa olsun, piç oğlu piçtir. Sıffın’dakiler La ilahe illallah diyorlardı, Kur’an’a sığınmışlardı; ama yine de kılıçtan geçirildiler.
Hadiste buyruluyor ki: “Dilinle kalbin bir olmasın.” Yine buyuruyor: “Zuhurun başından sonuna kadar; Ben, size kolaylık olsun diye bunları yapıyorum (Bunları temizliyorum).”
Onlar Mü’min olduğu, hak olduğu için değil; Ağam emir verdiği için pak biliyorum bunları. Küfrün kökü bile olsa; emir varsa paktır, diye; bu paktır.
İmam Ali aleyhisselam buyuruyor ki: “Kâfirle savaşa girdiğin zaman, o kâfiri esir aldığın zaman; artık o temizdir.”
Bu kâfir niye temiz oldu? Buyuruyor: “Sana rahatlık olsun diye; esir aldıysan, senin malındır. Senin saltanatındadır. Her işinde kullanırsın. Kadınsa ilişkiye girersin.”
Bunun değeri yoktur, bu, senin malındır. Senin için temiz kılınmıştır.
Bu adamlar La ilahe illallah dediği için, iman ehli oldukları için değil; Ağam buyuruyor, temizdir, temizdir. Emre itaat ediyorum.
Buyuruyor: “Çünkü gaybet döneminde kaçamıyorsun bunlardan. Bunlarla ilişki kurman lazım, alış-veriş yapman lazım; buyuruyor: “Ben, temizliği indiriyorum.” Kime? Sana. O temiz olmuyor, Sen rahatsız olmayasın diye, sen ona dokundukça temizsin.
Hayvanı kestin ve kanı aktı. Akan kan necistir. Akan aktı, akmayan içinde kaldı. Buyuruyor: “İçinde kalan kan temzidir.” Kan temiz değildir; buyuruyor: “Ben, temiz ettim, sen, rahatına bak.”
İmam Caferi Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Kelime-i Şehadeti söyleyen, temizdir.” O temiz değildir; buyuruyor: “Ben, temiz ediyorum, onu. Sana ölçü veriyorum. O, bunu derse, Ben, temizliği indiriyorum.” O senin barınman içindir.
Sabah ezanının vakti ne zamandır? Fecrin doğuşuyla, havanın ağarma vaktidir. Bu vakit girince ezan okunuyor. Okunan ezan geceyi ağartmıyor, vakti tamam etmiyor; ezanı okuyan vakti biliyor ve vakit girince Allah-u Ekber diyor. Yani okunan ezan vaktin girdiğini bildiriyor. Bu ölçü oluyor. Şahadet de aynıdır. Yani ölçüdür. Bunu söyleyen, senin için temiz oluyor.
Hadiste naklolunuyor ki: “Nemrut lanetisi, İbrahim aleyhisselam’ı ateşe atmak için, ateşi yaktı. Kır kaplumbağası (Tosbağa) da ağzında bir çöple ateşe doğru yaklaşmaktaydı. Maksadı çöpü ateşe atmaktı. Hz. İbrahim aleyhisselam buna sordu: “Ey Allah’ın hayvanı1 Bu çöpü ne yapacaksın?” Kaplumbağa arz ediyor: Ateşe atmak istiyorum. İbrahim aleyhisselam diyor ki: “Zaten ateş yanmıştır. Senin çöpün olsa ne olur olmasa ne olur?” Bu laneti döndü dedi ki: İstiyorum sana düşmanlığımı belli edeyim. Biliyorum bu sana bir şey yapmaz.”
Hadiste buyuruyor ki: “Hatta muhalifler sizden, gözlerine sokmak içini bir çöp isteseler dahi; vermeyin.”
Sen kendin sok; ama ona verme.
Zekât, kesinlikle sünniye verilmez; hatta Sünni sünniye verse, bu bile haramdır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tarihte hep bu oyun oynana gelmiştir. Allaha iman et, meleklere iman et, ahirete iman et, peygamberlere iman et vs. bunlar hep aldatmacadır. Allahu Teâlâ ki Resulünü gönderdi ve sen de onu kabul edip iman ettin; Artık O ne getirirse ona iman edersin. Daha da ayrı bir şey aramazsın. Bundan gayrısı aldatmacadır.
Allahu Mutaal’a iman ettin mi; Allahu Mutaal’ın bin bir tane sıfatı var. Bu bin bir sıfattan kullarla Allah arasında geçit olan Adalet sıfatıdır. Peki, Adalet nedir? Ve Allahu Mutaal adalet sıfatını taşımasa ve Müslümanlar da bu adalete iman etmese ne olur?
Adalet, her şeyi yerli yerinde kılmaktır. Kişi kendi dünyasında, yaşantısında, sözlerinde, fiillerinde vs. her şeyinde adalet istiyor. Her şey yerli yerinde olsun istiyor. Peki, dinde adalet olmasa, her şey yerli yerinde olmasa ne olur? O zaman her şey gelişi güzel olur.
(Allahu Mutaal adil midir? Evet, ezelen ve ebeden. İlahi dergâhta her şey yerli yerinde midir? Evet, ezelen ve ebeden. Ezelden ebede her nereye gitsen, bu dergâhta yersiz, hikmetsiz bir şey bulamazsın. Eğer yersiz bir şey olursa; (Hâşâ!) Allahu Mutaal cahil olur, zalim olur ve aciz olur. Hadiste İmam Sadıq aleyhisselam buyuruyor ki: “Âlim olan, qadir olan ve adil olan Allah, kullarını başıboş bırakmaz. Hüccetini her zaman yeryüzünde daim eder. Âlimdir her şeyin evveliyle ahirini ilmiyle bilir. Qadirdir ilminde olana güç yetirebilir. Adildir, her şeyi yerli yerinde yaratır ve yerli yerinde karar kılar. Âlim olan, qadir olan ve adil olan Allah, aciz olan kulunun ihtiyacını giderecek, onu kendine yönlendirecek bir hücceti daim eder; kullarını başıboş bırakmaz.”).
Adamlar uyanıktır. Seni bir çıkmaza sokuyor. Allaha iman, peygambere iman, meleğe iman, hayır ve şerre iman vs. hep insanları yanlış yöne kaydırıyorlar. Olamaza kaydırıyorlar. Kur’an’da susmuş, konuşmuyor. Gerçekte iman çekildi bir kenara.
Allahu Mutaal varsa ve adilse, kendisiyle kulları arasında burun buruna gelen, geçiş olan bir kişiyi mutlaka tayin eder. Perde arkasını perdenin önüne getirecek bir kişi, mutlaka, olması lazımdır. Bu kişi canlı olacaktır. Eğer bu susar ve konuşmazsa, hâşâ, Allahu Mutaal adil değildir. Yarattığına sahip çıkmamıştır. Yarattığını terbiyet etmemiştir. Eğer yarattığını terbiyet etmediyse, o zaman cennet ve cehennemin anlamı kalmadı.
Adam cennet ve cehenneme iman ediyor; ama bunun yanında hayır ve şerre de ediyor. Hayır, tamam Allah’tandır. Ama şer niye? Şer nedir? Kötü olan her şey. Yani sen hırsızlık yaptın zina ettin, adam öldürdün, kumar oynadın vs. bütün kötülükleri yaptın. Şer Allah’tansa, hâşâ, bunların faili Allah’tır. Yaptıran Allah olur, hâşâ. O zaman emrin ve yasağın anlamı kalmıyor ki.
Tamam, iyi olan her şeyi Allahu Mutaal yaratmıştır ve emretmiştir. İslam’ı Allahu Mutaal gönderdi. Acaba puta tapmayı da emretti mi? Hayır. Eğer puta tapmayı emretmediyse, şer Allah’tan değildir. Bunu iddia eden beyinsizdir ya da bilmiyor.
İnsanların dinini inancını kullanmak kolaydır. Bu iddiayı eden adam, kıyamete, nizam-teraziye, mahkemeye iman etmemiştir.
Madem hayır da şer de Allah’tansa, mahkeme niye? Bunun anlamı nedir?
Hâşâ, bu çok abes bir şeydir. Bu iftiradır. Kendisi yaptıracak, sonra da hesaba çekecek.
Böyle bir Allah kavramı, böyle bir inanç olmaz. Allahu Mutaal yargılamadan önce önlemini alması lazımdır. Allahu Mutaal peygamberlerini göndermiş, İmamlarını tanıtmış, kitaplarını, emir ve yasaklarını; yani dinini göndermiş, tebliğ edip tanıtmıştır. Ondan sonra da hesaba çekmesi doğal hakkıdır. Eğer böyle olmasa, mahkeme abes olur.
Peki, millet neden düşünüp muhasebe etmiyor? Düşünür gibi görünene inanıyor, onun safına katılıyor. Kolayına kaçıyor. Çoğunluk hak olsaydı her zaman, hâşâ, Hz. İbrahim aleyhisselam tek başınaydı ve ona kimse inanmadı. O zaman puanların putperestlere verilmesi lazımdı. Putperestleri desteklemek gerekirdi. Yeryüzünde şu an en çok Budistler, sonra mesihiler ve sonra Müslümanlar yaşıyor. O zaman herkesin Budist olması gerekirdi.
Odur ki, Hz. Resulullah sallallahu aleyhi ve alih Ebu Zer’e buyuruyor ki: “Ya Ebu Zer! Millet ayrı bir vadide, Hz. Ali aleyhisselam ayrı bir vadide dursa; sen, Hz. Ali aleyhisselam’ın yanında dur. Onların tarafına gitme.” Bu adamlar suyu kaynağından içmiyorlar. Hep gelişi güzel, hep gelişi güzel…
Her şeyin bir ölçüsü var mı? Var. Suyun litre, ağırlığın kilo gram, uzunluğun metre vs.
O zaman Dinin ölçüsü nedir? Dinin de bir ölçüsü olması lazım. Bu ölçü namaz mıdır? Hayır. Namaz kılmak ölçü olsaydı, kılmayanların kâfir olması gerekiyordu. Ama değil. Kılmayan günahkârdır, kâfir değildir.
Bir kişi namaz kılıp münafık olabilir. Gizlide günahkâr olabilir. Diğeri de namaz kılmayıp dürüst insan olabilir. Bu, Dine ölçü olmaz.
Oruç, zekât, hac, yani Furu Din, ölçü olamaz. Ölçü Allahu Mutaal ile kullar arasında geçit olmalıdır. Allah’tan aşağı, mahlûktan üstte olmalıdır. Tartmalıdır, tartmamalıdır.
Allah’ın Peygamberi sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in mucizelerinden birisi Kur’an’dır. Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem kırk yıl zahmet çekti, millete emin olduğunu İsbat etti, kabul ettirdi. Öyle insanların arasında yaşadı ki, putperest, kızlarını gömen, mantıksız insanlardı. Şu anda aynı zihniyet halen devam ediyor. Adam kız çocuğu gömmüyor; ama namusunu haysiyetini, iffetini gömmüştür. Bir şey kalmamıştır, aynı cehalet devam ediyor.
İmam Cafer Sadıq aleyhisselam buyuruyor: “Mümin firar etse, dağın başında özel yaşama atansa; Allahu Mutaal özel bir şeytan yaratıp onu imtihan edecektir.” Bu işin kurtuluşu olmaz, imtihanın kurtuluşu yoktur.
Âlimin birisi çıktı minbere anlatmaya başladı. Diyor ki: İnsan bir hayır işlemeye karar verince, elini cebine attığı zaman, yetmiş tane yavru şeytan elinden tutar, engel olur, Allah yolunda hayır işlesin. Adamın birisi de cesurdu. Kendi kendine diyor ki: Öyle şey mi olur? Olabilir mi ki, ben elime götüreceğim; ama yetmiş tane yavru şeytan buna engel olsun. Bunun imkânı yoktur. Adam hemen kalktı, mescitten çıkıp evine gitti. Evinde buğday ambarının kapısını açtı. Hanımı çıktı dedi: Ne yapıyorsun? Dedi: Kıtlık var, millet de açtır. Onlara yardım yapalım. Kadın diyor: Sen bu tohumu yere serptiğin zaman kim sana bereketli olsun dedi ki? Yardım etti ki? Güneşin önünde buğday topladığın zaman sana yardım eden oldu mu? Kadın o kadar engel çıkardı ki, adam hemen kapıyı kilitledi. Geldi camiye, dedi: Hocam, şeytanın anası bizim evdedir.
Herkes hürriyetiyle otursa, çok şeyler olacak; ama bırakmıyorlar hürriyetiyle otursun.
Kur’an oku, hadis oku, sen, bu beşin dışına çıkamazsın. Tevhid ve sıfatları.
Allahu Mutaal’ın tekliğine inanmak. Bin bir tane sıfatı var buların hepsine iman edeceksin. Bunlardan birisi adalettir. Allahu Mutaal Rabdir, adildir, halikdir vs. Yüz yirmi dört bin peygamberi gönderdi ki, kula kulluk etmesin, puta tapmasın, bataklıktan kurtulsun. Bunları adil olduğu için yaptı.
Rab idi terbiyet etti. Halık idi yarattı. Adil idi sahip çıktı. Âlim idi ihtiyacını biliyor. Gadirdir ki, ihtiyacını giderecek seviyededir. Böyle bir Allah, kıvamını koruyor. Nedir kıvam? Adalet.
Peki, adalet nedir? Yerli yerinde. Peki, yerli yeri nedir? Peygamberler gönderiyor. Peygamberler ne yapıyor? İnsanları bataklıktan sürükleyip çıkarıyor. Peygamberlerin sonuncusu kimdir? Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem. Peki, bu sistemin devamı var mıdır? Yani ilahi adalet sisteminin devamı nerede? Allah’ın adaleti mi kesildi? İlmi mi tükendi? Gudretinde bir acizlik mi oldu? Niye bu bitti? Yoksa bitmedi de bitti mi gösteriliyor? Bitmez. Allahu Mutaal’ın dergâhında tükenmenin anlamı yoktur. Birileri tükendi gösteriyor. Bu şuna benziyor ki: Güneşin önüne bulut gelince güneşe bir şey olmaz. Sadece senin başının üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Bulut güneşin önünü sıvamıyor. Seni güneş ışıklarından alıkoyuyor, seni engelliyor. Allahu Mutaal’ın sıfatlarında noksanlık yoktur; tarihteki kesintiler, sadece bizim önümüzde engel oluyor.
Peki, piyasada inanıldığı gibi olsa ne olur? Hâşâ, Allahu Mutaal’ın adaletinde işgal olur. Kullarını terk etmesi, bıkması olur. Hâşâ, bunun anlamı yoktur. Allahu Mutaal’da bıkkınlığın yeri yoktur. Yani kullar ne kadar kâfir olsa da Allahu Mutaal sisteminden vazgeçmez. Bu Güneş herkese doğacak. Kâfire de mümine de. İsterse herkes isyan etsin. Hiçbir zaman O’nun âlimliğinde, Gudretinde, halıklığında, rabliğinde sarsıntı olmaz. O gün gelinceye kadar bekleyecektir. O güne gelinceye kadar herkes serbesttir.
Allahlık gerekçesi yaratmaktı ve yarattı. Sıfatları gerekçesi ihtiyaçları gidermesiydi. Kiminle? Peygamberlerle. Bunun devamı var mı? Var. Nedir? İmamettir. Nasıl? Maide suresi 67. ayettedir.
Buyuruyor ki: “Ey Resul! Sana, indirileni tebliğ et. Etmez isen, peygamberliğin boş olur. (Hedefsiz olur. Peygamber farsça bir kelimedir. Risalet Arapçadır. Elçilik de Türkçesidir. Peygamber denince; yani Allah’tan taraf gelen elçi. Ama masum olan elçi. Yani gizli ve aşikâr her şeyiyle birlikte elçidir. Allahu Mutaal’ın mülkünde her şey; dağ, taş, yer, gök baktığı zaman, her boyutunda bunda kusur aramayacak.
Hadiste buyuruyor ki: “Kıyamet günü on tane varlık insana şahitlik yapacak. Birisi yerdir (toprak), camidir, Kur’an’ı Kerim’dir, İmam’dır, peygamber’dir, âlimdir. İnsanın kendi azasıdır. Bunları hepsi şahitlik edecek).”
Allahu Mutaal’ın ölçüsü O’nu temsil eder. İsmi üstünde Allah’ın elçisi; yani Allah’ın sıfatı bu adamda yansımıştır. Toprak feryat edecek ben bu adamda iyilikten başka bir şey görmedim. İnsan, cin, melek vs. her şey. Bu insan kusursuzdur. Her şeye hüccettir. Bunun yerine tayin olunan aynı sıfatı taşımalı mıdır? Evet. Çünkü ilahi’nin emridir. Olmazsa ne olur? Olmazsa, hâşâ, Allahu Mutaal’ın adaleti kısır kalır. Hâşâ, Maazallah, sahip çıkmamış, terk etmiş olur. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve alih kimdi? Hangi sıfatları taşıyordu?
“Gerçekten de Allahu Mutaal, Siz Ehli Beyt’i temiz kıldı! Temiz kıldı! Temiz kıldı!” (Ahzab, 33).
“Yutahhira” da teşrit var. “Tethira” mef’ulu mutlaktır. Filinin işini yapar. Ayette üç defa “temiz kıldım” var. Bir defa deseydi de inanan inanacaktı, inanmayan inanmayacaktı. Bir kez yeterdi, iki kez de yeterliydi. Neden üç kez? Hadiste buyuruyor ki: “İlk basamağı, Allahu Mutaal Ehli Beyt’ini Zaten temiz kıldı. Yaratılışı ezelden, yaratılışın başından. İkincisi, bütün sıfatları temizdir, kendine hastır. Peygamberimizin ismi nedir? Muhammed sallallahu aleyhi ve alih. Manası nedir? Beğenilmiş. Bu ismi kim koydu? Allahu Mutaal koydu. Niye? Kendi isimlerinden birisi Mahmuddur, Hamittir. Kendi isminden isimlendirdi. Hamit isminden Muhammed’i seçti. Hz. Ali aleyhisselam ki, Allah’ın arslanıdır, ismi nedir? Ali aleyhisselam’dır. Manası nedir? Üstün. Nereden oldu? Allahu Mutaal’ın ismi Ala’dır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem buyuruyor ki: “Biz Ehli Beyt’in ismini Allahu Mutaal’ın kendisi seçti. Benim ismimi Hamit isminden seçti. Hz. Ali aleyhisselam’ın ismini Ala isminden seçti. Hz. Fatıma selamullahi aleyha’nın ismini Fatır isminden seçti. İmam Hasan aleyhisselam’ın ismini Muhsin’den seçti. İmam Hüseyin aleyhisselam’ın ismini İhsan’dan seçti.” Hamit, A’la, Fatır, Muhsin, İhsan, Allahu Mutaal’ın isimlerindendir. Buyuruyor: “Bu isimlerden Bizim isimlerimizi seçti. Çünkü Bizi Masum olarak karar kıldı. İsmimizde kendimize layıktır, aittir.”
Peygamberimizin ismi nedir? Beğenilmiş. Hiçbir varlık, bunda kusur bulamaz. Eğer bulsa lanetidir. Yalan konuşuyor, kısırdır. Beyni bozuktur, gözü bozuktur. Peygambere değil, beyninde olana iman getiriyor, o adam. İmam Ali aleyhisselam’ın ismi nedir? Üstün. Seçen kim? Allah. Gerçekten üstündür. Kimin kabul edip etmediği önemli değil. O yüzden Resulallah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem buyuruyor: “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısı. Ben hikmetin şehriyim, O da kapısıdır. Bu Allah’ın arslanıdır.” Fatır nedir? Fetheden. Fatıma nedir? Hak ile batılı ayıran. Kim koydu? Allahu Mutaal. Buna inanmak hak, inanmamak batıldır. İsmin kendisi ayırt edendir. Hasan nedir? Güzel. Gerçekten güzeldir. Müslüman’ın birisi gelip dese, Allah Resulü’nün evladında, hâşâ, çirkinlik var; kendisi çirkin olur. İman etmemiştir. Hüseyin nedir? Güzel. Bir pürçüm ararsa, o adam pürçümlüdür. Hasta olan adam en güzel suyu da içse, acı olur. Çünkü hastadır o adam.
Dinde noksanlık var mı? Yok. Din tamamlanmış mıdır? Evet. Ayette sabittir. Halifelik Dinden midir? Evet. O zaman Allah Resulü bunu açıklamıştır, insanlara tebliğ etmiştir. Aksi halde Din tamam olmaz.
O zaman Ebubekir lanetisinin seçimi batıldır, bidattir. Hiçbir Sünni demiyor ki, hiçbir kitap yazmıyor ki, Bekir lanetisini Allah ve Resulü seçti. Halifelik olmamalıydıysa, seçim küfürdür. Yok, eğer gerekliydiyse, o zaman bu iş Allah ve Resulü’nün işidir.
Ayette buyuruyor ki:
“Dininizi kâmil ettim. Nimetimi tamamladım. İslam’ı Din olarak size seçtim.” (Maide, 3).
Ben Allah olarak nimetimle dininizi kemale erdirdim, seçtim, razı oldum. Sen de teslim ol. Sizin dininizi kâmil ettim, kendi nimetimle. İslam’ı size seçtim, razı oldum. İslam teslimiyettir. Sen de razı ol ve teslim ol.
Mezhepler Allah Resulünden 104 yıl sonra çıkmıştır. Şia’ya çamur atmak için, mezhep nispeti veriliyor. İmam Cafer Sadıq aleyhisselam zamanında Harun reşid lanetisi ki, bu adam Abbasi’ydi. Bu adam, hükümetinin ayağı sarsılmasın diye mezhepleri çıkardı. Kendi kurduğu mezhebe katılmayıp, İmam Sadıq aleyhisselam’a biat edenlere de Caferi dendi. Ve kendi yaptıkları bu işe de mezhep dediler. (Cahil Şialar da bu işe razı oldular.).
Bekir’i Halk seçti. Allah’ın ve Reulü’nün halifesi değildir. Halkın halifesidir. Allahu Teâlâ Ahzab, 33’de ne yaptı? Masumiyet ailesini tanıttı, ruhsat verdi. Kendi Resulü ve Ehli Beyti (aleyhimusselam). Ne için ruhsat verip, tanıttı? Maide, 67’de: “Eğer tanıtmazsan peygamberliğin boş olur.” Dava manasız olur, başıboşluk olur. Feryadı içindir. Yani Halifelik için. Allah, bu emri verdikten sonra Peygamberimiz buyurdu ki: “Hz. Ali aleyhisselam Ben’den sonra Allah’ın hüccetidir. Allah’ın imamıdır. Ben, ilmin şehriysem, Bu da kapısıdır; hikmetiysem, Bu da kapısıdır.”
Mezhepleri dizenler, Halifeliği de dizdiler. Dört ettiler. Osmanlı zamanında, Anadolu’da, yüz küsur mezhep vardı. Yusufular diye bir mezhep daha vardı. Sonra toparladılar; en iyisi gene dörtte dursun. Bunun en kellesi Hanefi olsun, dendi. Öncelik Hanefi’de olsun. Neden? Hilafet uydurmadır. Allahu Mutaal Resulü’nün yerine Vasi tayin etti; Masum olan aileden. Geçmiş bozuk olan, putperestlik yapmış, her türlü fitnenin mesken tuttuğu, kızlarını diri diri gömen birisi Vasi olamaz. Din, kusursuzluk istiyor. Kusursuzu tanıtıyor. Sen misafirin gelince, onun önüne kesik ekmek getirmiyorsun. Taze, bütün ekmek getiriyorsun. Niye? Çünkü senin misafirindir. Kusursuz hizmet etmek istiyorsun. Allahu Mutaal seni mülkünde misafir ediyor ve hesaba çekiyor. Sana kusurlu olanı mı örnek gösteriyor. Hizmetinde, hesabında kusur mu var? Böyle Allahlık olur mu? Olmaz.
“Dininizi kâmil ettim. Nimetimi tamamladım. İslam’ı din olarak seçtim.” (Maide, 3). Allah, Velisini tanıtmak için ayeti indirdi. Nimet nedir? Nimet, Allah Resulü’nün yerine birisini tayin etmesi gösteriliyor. Çünkü kendisine nispet veriliyor. “Nimetimi tamamladım.”
Ayrı bir ayette buyruluyor ki: “Allah, sizi nimetinden dolayı hesaba çekecek, azab edecek. Bu nimetten sorumlusunuz.” Bu soru sorulduğu zaman İmam aleyhisselam raviye buyurdu: “Bu ayetten ne anlıyorsun?” Arz etti: Dünya nimetleridir. Yeme, içme, çoluk, çocuk, eş ve verilen diğer nimetler. Sağlık, sıhhat.
Buyurdu: “Bu şekilde düşünüyorsan, Allah lanet etsin. Bu şekilde düşünene Allah lanet etsin, Resulü lanet etsin. Bu adam, Allaha Resulüne ve Kur’an’a iftira ediyor.” Adam arz etti: Ağa! Ben o şekilde düşünüyordum. Buyurdu ki: “Siz birisini misafir edip, yedirip içirdikten sonra misafirinizi uğurlarken, misafirinizden hizmetinizin karşılığı olarak para aldığınız oldu mu hiç? Arz etti ki: Öyle bir şey olmaz ki. Buyurdu ki: “Siz bir kul olaraktan ne kadar hayâ sıfatına sahipsiniz ki, misafirinizden para almıyorsunuz. Allahu Mutaal ki, sizi getirdi buraya. Sizi yedirip içirdi. Yani yedirip içirdiğinden dolay mı sizden hesap soracak? Bunların karşılığını mı isteyecek?” Buyurdu: “Bu şekilde düşünene Allah lanet etsin. Allah’a iftira ediyor. Böyle olmaz.” Arz etti: Peki, nasıl olur? Buyurdu: “O nimet, Allahu Mutaal’ın peygamberinin yerine atanan vasidir. Velayet nimetidir. Yemek, içmek değil. (Bunu herkes yapar).”
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem buyuruyor ki: “Dünya sivrisineğin kanadı kadar güzellik taşısaydı, Allahu Mutaal, kâfire bir yudum su bile içirmezdi.” Bu demek oluyor ki, dünya nimetlerini nimetten saymıyor.
Fatiha suresinde buyuruyor ki: “Bizi doğru yola ilet, nimet verdiklerinin yoluna ilet.” Eğer böyleyse, en çok nimet kâfirlerindir. Bu yol da kâfirlerin yoludur. Allah bizi kâfirlere iletiyor.
Gadir-i hum, Mekke-Medine arası bir yerdir. Burada Maide Suresi, 3. Ayet tebliğ edildi. Bunun üç gün sürdüğünü diyen de var; yedi gün diyen de var. Müslümanlar bekletildi. Ve tebliğ edildi. 67. Ayette buyrulan 3. Ayette tebliğ edildi. Resulullah sallallahu aleyhi ve alih, kendisinden sonra Hz. Ali aleyhisselam’ı vasi tayin etti. Eğer Ahzab Suresi, 33. Ayet sabitse, Vasi bunlardır.
Allahu Mutaal, Masumun yerine masumu getirir. Bu Allah’ın sünnetidir.
Hz. Âdem’in yerine Hibetullah’ı, Hz. Nuh’un yerine Sam’ı getirdi. Hz. İbrahim’in yerine İsmail’i, Hz. Musa’nın yerine Hz. Harun ve Hz. Yuş’i’yi getirdi. Hz. İsa’nın yerine Şemun’u getirdi. Bunların hepsi masumdur. Davud’un yerine Süleyman’ı getirdi. O da masumdu, gayrı masum değil. Nasıl oluyor, tarihin putperesti, Masumiyetin zirvesinin, zirve Peygamberin vasisi oluyor?
Bir kişiye desen kerhaneden bir hayat kadınıyla evlen, evlenmez. Niye? Temiz bir rahim, temiz bir eş ister. Aksi halde, bu adamın namus anlayışı, kişiliği şüphe götürür. O kadının güzelliğine âşık olabilir; ama iffetine değil. Bu güzelliği iffetli birisinde istiyordu.
Bu kadın, en zirve olarak, tövbe eder ve bunun önüne kimse geçemez. Ancak bununla aile kurulmaz.
Şeytanın tövbesi Âdem aleyhisselam’ın kabrine tövbe etmektir. Tövbenin de şartları vardır.
Gökteki yıldızlar ikiye ayrılırlar: Sabit olanları var; hareket edenleri var. Şimdi yön tayini yaptığın zaman hareketli yıldızla kıbleyi arasan yön tayini yapamazsın. Sabit olanla yaparsın.
Gökteki yıldızlar iki kısımdır: Kör olanları var ve kendisinden nurlu olanları vardır. Nuru kendisinden olanlara, Kovkef denir. Kör olanlara da necm, denir.
Eğer sahabenin gökteki yıldıza benzediği doğru ise ki, değil; Sahabenin de körü vardı ve imanlısı vardı. İtaat edeni vardı, kâfiri vardı. Sabit etsen bile mana değişiyor.
Sonra masum olmayan örnek olamaz ki. İman eden baş-göz üste; ama terk edeni Allah terk etmiştir. Senin tutmaktaki amacın nedir?
Hz. Nuh’un oğlu mu üstündü; yoksa sahabeler mi? Hz. Nuh’un oğlu daha üstündü. Peygamber evladıydı. Dört oğlu vardı. Üç tanesi mümin oldu. Kenan kâfir oldu. Hz. Nuh as arz etti: “Ya Rabbi! Sen bana vaat ettin ki, Ehlini koruyacağım. Bu benim ehlimdir.” Vahyoldu ki: “Hayır. Senin ehlin değil, bırak.”
Allah Resulünün oğluna Allah buyuruyor, Senden değil. Sahabe nasıl sendendir?
Sahabe: Muhasebe eden demektir. Ammar sahabeden değil miydi? İmam sahibi birisiydi. Savaşların birisinde Ammar’ın boynuna gusül geliyor. Su da yok ki, gusül alsın. Dinde emir odur ki, su yoksa teyemmüm al. Bu ayette buyurduğu için, Ammar da, suyla gusül alır gibi, her tarafına yaymak istiyor. Bu Ammar sahabe olduğu halde, arap olduğu halde bunu yapıyor. Ammar toprağı topladığı zaman İmam Ali aleyhisselam buyuruyor: “Ey Ammar! Ne yapıyorsun?” Arz etti ki: “Ya Ali aleyhisselam! Sen sordun, ben de arz edeyim. Üzerime gusül gelmiştir. Su da yoktur, gusül alayım. Toprağı topladım ki, teyemmüm edeyim.” Buyurdu ki: “Nereden öğrendin bu kanunu?” Arz etti: “Ayette yazıyor.” İmam aleyhisselam buyuruyor: “Allahu Mutaal, ayetlerini Bizim evden olan Peygambere indirdi; size değil. Anlaşılan ve anlaşılmayan olmak üzere, iki grup halinde indirdi. (Müteşabih ve Muhkem. Muhkem, anlaşılan. Müteşabih, anlaşılması zor olan. Yani git, anlamını Ehli Beytten (aleyhimusselam) öğren).” Buyurdu: “O şekilde teyemmüm edilmez.” Ve İmam aleyhisselam teyemmümün nasıl alınacağını Ammar’a öğretiyor.”
Bu Ammar önde gelen sahabelerden birisiydi. İman ehliydi, mükemmel bir araptır; buna rağmen ayeti Allah Resulü’nün huzurunda yanlış anlıyorsa; bu milletin hali nasıl olur? İmam Ali aleyhisselam buyuruyor: “Allahu Mutaal, kitabını ve ayetlerini Bizden olan bir Peygamberin göğsüne indirdi. Ve manasını da Bizim eve indirdi.” Yani bu Peygamber ki, şehit oldu, aynı sıfatları taşıyan birisi var. O şehit olur, aynı sıfatları taşıyan birisi var…”
Ayette buyuruyor: “Sorun zikir ehline.” Nerededir bu zikir ehli?
Resulullah sallallahu aleyhi ve alih buyuruyor ki: “Zamanının İmamını tanımayan, cahiliye döneminde ölmüş gibi olur.”
Cahiliye döneminde insanlar kâfir ölüyordular. Hz. İsa as ile Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve alih arasında 500 yıl geçiyor. Millet cahiliye dönemine sürüldü. Hz. İsa as’a inanmadılar ve cahil öldüler.
Bakara Suresi, 124. Ayette İbrahim as, halka, İmam kılınıyor. Masum olan birisi İmam ediliyor. Masum olmayan değil. Tarihte hep, İmamet inancı yağmalanmıştır.
Kusursuz olan, zamana, mekâna muhtaç olmayan birisinin varlığı kâfirlerce de kabul edilmiştir. Mehdeviyyet İmamet’in sıfatlarından birisidir. Allah Resulü’nün 12. Vasisinin sıfatlarından birisi, Hidayet Edici’dir. Önce Masumdur, sonra Hidayet Edici. Mehdeviyyet inancında, eğer bir tane kusur varsa, o değildir.
Kusur, dünyadadır, cennette değil. Peygamber ve Masum olanlarınki, Cennettendir, dünyadan değil.”
Miraç, yükseliştir. Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi’nin mübarek bedeniyle arşa kadar gidip her tarafa bereket saçmasıdır.
Hadiste buyruluyor ki: “Her kim, Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve O’nun Ehli Beyt’ine (salavatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain) salâvat çevirse; salâvat çevirdikçe onların makamı yükselir.” İmam aleyhisselam’a arz ediyorlar, gerçekten de biz salâvat çevirdiğimiz zaman Sizin makamınız mı yükseliyor? Diye. İmam aleyhisselam buyuruyor: “Hâşâ! Bizim inancımız sizin kalbinizde yükselir.” Yani siz bu salâvatın hürmetine arınıyorsunuz, netleşiyorsunuz, Bizi tanıyorsunuz. Salâvat kalbin kirini, pasını söküp kalbi ışıldatır.
Hadiste buyuruyor ki: “Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem 120 kez hacca gitti. İstisnasız 120’sinde de Gadir Hum olayı için götürüldü.”
Hadiste buyruluyor ki: “Vallah, Allahu Mutaal, din için, kıble için ve İslam için götürmedi. Vasi için götürdü. Ve 120,sinde de buyurdu ki: “Korkma, milletin kininden, hasedinden, düşmanlığından, fesadından. Sen, gerçekleri söyle. Allah Seninle birliktedir.” Bu şu ayette buyrulmuştur: “Ey Peygamber! Sana indirileni tebliğ et (Vasini tanıt). Eğer tebliğ etmezsen risaletin boşa gider (Vasi tayin edilmezse, her şey boş olur).” (Maide, 67).
Zaten vahiy Peygamberin ayağına geliyordu. Niye bu götürüldü?
Buyruluyor: “Öyle bir olay vardı ki, bu götürüldü.”
Korkma hiçbir şeyden, hiçbir kimseden. Vasini tayin et. İman getiren getirir, getirmeyen getirmez.
Dinde hiçbir zaman kopma, gerileme, hatır, iltimas olmaz. Neyse odur. Her şey vahiyle ayağına geliyordu; ama bir olay vardı ki, bu oraya götürüldü. Bu Maide, 67. ayetin açıklamasıdır.
“Sana indirileni tebliğ et…” Ne zaman? Son haccında. Eksik olan neydi ki? 23 yıl tebliğ edip, din anlatmadı mı? Eksik kalan neydi?
Hac dönüşüydü. Bu olaydan yetmiş gün sonra şehid edildi. Eksik neydi? Vasisinin tayini. Kur’an’ı ayağına indirdi; ama Vasisini tebliğ için yukarı çıkardı. Ve korkma milletin düşmanlığından, dedi. Çünkü dinin bekası Vasinin tayinine bağlıydı.
Miraç yükseliştir; yani Velayet sayfasının millete anlatılış şeklidir.
Hadiste Resulullah sallallahu aleyhi ve alih buyuruyor ki: “Herkes Bana yalnız selam gönderirse, Bana küfretmiş olur. Ve Benimle geçmiş Peygamberler arasına fark koymamış olur. Geçmiş Peygamberlerin, sadece kendisine selam verilir; ama Bana Selam gönderdiğiniz zaman Ehli Beyt’ime de gönderin. Aksi halde küfür olur.” Buyuruyor: “Herkes Bana ve Ehli Beyt’ime salât ve Selma gönderirse, o adama yetmiş iki şehidin sevabı verilir. Bir ömür günahları nehyeder, kalbi nurani olur ve ışık saçar.”
Başka bir hadiste buyruluyor ki: “Resulullah sallallahu aleyhi ve alih miraca gittiği zaman, bir tane melek vardı ki, bunun işi yazmaktı. Buyuruyor: “Baktım o melek yazıyor ve onun bin tane kolu vardı. Her bir kolda bin tane eli vardı. Her bir elde bin tane parmak vardı. (1000*1000= 1000000*1000=1.000.000.000). Bu meleğin işi durmadan yazmaktı.” Buyuruyor: “Bu meleğe sordum ki, “Ne yazıyorsun?” Arz etti ki: “Ya Resulallah sallallahu aleyhi ve alih! Gökten yere inen her şeyi yazarım ben (Hiçbir şey gözümden kaçmaz).” Buyuruyor: “Bu şekilde ki yazıyorsun, şaşırdığın zamanlar da oluyor mu?” Arz etti ki: “Herkes bir tane salâvat getirse, Sana ve Ehli Beyt’ine, ben onun sevabını zor yazıp yetiştiriyorum. İkincide de zorla, üçüncüde de zor yazıp yetiştiriyorum. Dördüncüde artık yazmam, Allahu Mutaal’a bırakırım. Benim gücümü aşar bu.”
Hadiste buyruluyor ki: “Bir adam La ilahe illallah’a inansa; bu adam, düşmanı tanıdıktan sonra dosta yönelir.” La ilahe: Hiçbir ilah yoktur. Bütün putları inkâr ediyorsun. İnkârdan sonra diyorsun ki: İllallah. Yani yalnız Allah var.
Hastalık kurudu mu; artık sağlıklısın. La ilahe’den sonra İllallah’ın değeri vardır. Ve sonra Muhammed’en Resulullah: Böyle bir Allah’ın bir de Resulü vardır. Sonra da Aliyyen Veliyullah: Bu Peygamberin bir de vasisi, hücceti vardır. Başıboş bırakmadı ümmetini, Vasisini tanıttı.
Afganistan’da bir tane türbe var. Adı, Mezarı Şerif’tir.
Afganistan’da zamanın padişahı bir hastalığa yakalanıyor. Bu padişah sünnidir. Bu hastalığına hiçbir yerde şifa bulamıyor. Hiçbir müftü ve doktor bunun çaresini bilemiyor. Bir gece bir rüya görüyor. Rüyasında Hz. Ali aleyhisselam bu padişaha buyuruyor ki: “Senin o hastalığının çaresi; yok ve yok yağıdır.” Padişah rüyadan uyanıyor. Hemen sarayın müftüsünü çağırtıyor. Buna rüyasını anlatıyor. Müftü buna diyor ki, böyle bir rüya olmaz. Yok ve yok yağı ne demek oluyor. Bu rüyaya bir mana veremiyorlar. Bu olay bu şekilde Afganistan genelinde yayılıyor. Bu olay böyle söylene gele en son bir şia âliminin kulağına geliyor. Bu âlimin adı Şeyh Ali’dir. Babasının adı da Ebu Talip’tir. Bu âlim iddia ediyor ki, ben bu rüyanın manasını biliyorum. Müftü geliyor bu âlimin yanına buna diyor ki: Peki, nedir bunun manası söyle. Âlim diyor: Yok, beni saraya götürün. Ben bunu padişaha söyleyeceğim. Bunu padişaha götürüyorlar. Müftü ve yanındakiler padişaha diyorlar ki: Padişahım! Bu Rafızî (Dinsiz) gördüğünüz sizin rüyanızın manasını bildiğini iddia ediyor. Padişah dönüyor âlime, diyor: Peki, nedir bu rüyanın manası? Bu âlim, padişaha diyor ki: Gerçekten de sen böyle bir rüya gördün mü? Padişah diyor: Evet, gördüm. Âlim: Gerçekten samimiysen, ben manasını biliyorum. Padişah diyor: Ben bu rüyayı aynen bu şekilde gördüm ve bu doğrudur. Hz. Ali aleyhisselam geldi ve buyurdu ki: “Senin vücudundaki yaraya, yok ve yok yağı gerekiyor. Onu sür geçecektir.” Ben de sorum, soruşturdum, böyle bir yağın olmadığı söylendi. Şia âlimi döndü buna dedi ki: “Sen, o yaraya Zeytinyağı sür iyileşeceksin. Padişah diyor: Nereden anladın bunu? Âlim diyor: Nur Suresi, 35. ayetten anladım.(Nur Suresi 14 Masum aleyhimusselam’ı anlatıyor. 14 parçadır. Orada zeytinyağını İmam Hasan aleyhisselam ve İmam Hüseyin aleyhisselam’a benzetiyor ve ne doğuda var ne de batıda, tabirleri var). Padişah şaşırıyor. Âlim bunu padişaha açıklıyor ve bu padişahın hoşuna gidiyor. Tamam kullanacağım, diyor. Ve hemen zeytinyağı getirtiyor ve kullanıyor. Zeytinyağı bunun yarasını iyileştiriyor. Padişah Şia âlimin çağırıyor. Diyor ki: Bak, sen Rafızî de olsan bu kapı sana açıktır. Sana serbesttir bu kapı.
Bir zaman bu böyle devam ediyor. Padişahla âlimin samimiyeti artıyor; fakat müftülerle olan husumet de artıyor. Müftüler padişaha diyorlar: Padişahım! Sarayın bereketi kaçacak. Diyor, niye? Diyorlar: Bu adam, rafızîdir. Size bir ilaç verdi diye onu saraya sokuyorsun. Sen mümin bir padişahsın, sünnisin. Bu kâfirden medet umulur mu? Padişah diyor: Bu adam ne yaptı ki kâfir oldu. O da Allah’a inanıyor, namaz kılıyor, kıbleye dönüyor. Küfre sebep nesi var bunun? Diyorlar: Padişahım siz bunları bilmezsiniz. Bunlar, halifelere lanet okuyorlar. Padişah şaşırıyor. Gerçekten de lanet mi okuyorlar, diyor. Müftüler, evet, diyorlar. Yani şimdi biz bu adamı saraya aldığımız zaman bunu mu yapacak, diyor. Evet, diyorlar. Padişah diyor: O zaman çağırın gelsin, onu. Çağırıyorlar ve Şia âlimi geliyor. Gelince bakıyor ki, padişah yalnız değil. Ortam değişmiş. Yanında bir sürü Sünni müftüsü var. Padişah buna gene izzeti ihtiram gösteriyor, yer verip buyur ediyor. Tabi müftülerden buna hor davrananlar da var.
Padişah buna diyor ki: Bak, sen iyi bir âlimsin. Dört mezhepten de değilsin; ama duyduğum kadarıyla halifelere dil uzatıyormuşsun. Doğru mudur bu? Âlim diyor: Hayır doğru değildir. Böyle cevap verince yanındaki müftüler hemen olaya müdahale ediyorlar. Diyor ki: Padişahım, bunlar Şii’dir. Padişah diyor: Sen Şii misin? Evet, ben Şiiyim, diyor. Başta da dedim bunu sana. Diyor: Peki, halifelere lanet okuyor musun? Hayır, lanet etmiyorum, diyor. Müftü hemen atılıp diyor ki: Lanet ediyorsunuz. Bu âlim, dönüp padişaha diyor ki: İzin var mı ben tarihi anlatayım? Padişah, Tabi anlatabilirsin, serbestsin, diyor.
Âlim: Doğrudur, biz Yezide lanet okuyoruz. Çünkü İmam Hüseyin aleyhisselam’ı şehid etti. Biz buna açığız ve ölmeye de hazırız. Dava nettir, hak olduğunda en ufak bir şüphe yoktur. Allah Resulü’nün evladı şehit düşmüştür. Bunda herhangi bir şüphen var mı, padişahım? Padişah diyor: Hayır, bu olay doğrudur. Allah Yezide lanet etsin. Âlim diyor: işte biz bir de onu halife edene lanet okuyoruz. Padişah dedi: Biz de lanet okuyoruz. Bunu deyince, müftü hemen itiraz etti: Nasıl olur bu? Allah Resulü’nün kâtibidir. Lanet okunmaz, diye çıkışınca; padişah döndü buna dedi ki: Otur yerine! Sen bir tane rüyayı bile tabir edemedin. Bu adam geldi ayetten halletti bu işi. Bu adam akıllıdır. Bırak konuşsun, öldürmesi kolaydır. Zaten elimizdedir. Hele bir soralım niye lanet okuyor? İşimize gelmezse, gene keseriz kafasını; ama ya doğru diyorsa? Âlime dönüyor, sen devam et, diyor. Âlim diyor: Padişahım, Kerbelâ olayı nettir, anlatmaya da hacet yoktur. Allah Resulü’nün ciğer paresini şehid ettiler. Özünden olanı şehid ettiler ve yezidin lanetiliğinde de şüphe yoktur. Padişah diyor: Bu tamamdır. Şia âlimi diyor: Padişahım, biz bir adım daha atıp Yezidi kendi yerine halife atayana da lanet okuyoruz. (Yani Muaviye lanetisine). Padişah, tamam devam et, diyor. Âlim diyor: Biz, bir de Muaviye’yi yerine halife atayana lanet okuyoruz (Yani Osman lanetisine). Bir de Osmanı yerine halife atayana lanet okuyoruz (Yani Ömer lanetisine). Diyor, bir adım daha atıyoruz, bir de Ömeri yerine halife atayana lanet okuyoruz (Yani Ebu Bekir lanetisine). İş gelip buraya dayanınca ortam iyice geriliyor. Müftüler iyice itiraz ediyorlar. Ortam karışıyor. Padişah gene ortamı yatıştırıyor ve Şia âlimine diyor ki: Niye ama niye lanet okuyorsunuz? Bunun sebebi nedir? Âlim diyor: Padişahım! Ben, tarihi okudum. Tarihte Hatemi Tayi denilen bir adama rastladım. Hatemi Tayi mesihiydi. İslam gelmeden hemen önce yaşamıştır. Bunun çocukları sonradan Müslüman olmuşlardır. Bu adam cömertliğiyle meşhurdur. Cömertlik simgesidir. Âli, padişaha diyor: Ben, tarihte okudum ve Müslümanlarla Mesihilerin savaşında Hatemi Tayi’nin kızının Müslümanlara esir düştüğünü gördüm. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem sırf Hatemi Tayi’nin kızı olduğu için onu azad etti. Sırf babasının cömertliğinden ötürü bu kızı azad etti. O kızın arkadaşlarını da onunla birlikte azad etti. O kıza 200 tane sığır, 200 tane de deve hediye etti. Ve Hz. Ali aleyhisselam’a da buyurdu ki: “Kendin götür bunları evlerine teslim et.” Âlim diyor ki: Padişahım! Ben, bu olayı okudum ve döndüm bunların hepsine lanet okudum (Bekri, Ömer, Osman, Muaviye, Yezid lanetilerine). Çünkü Allah Resulü’nün bir tek Kızı vardı. Bu Kızına kendi elleriyle, Hayber Bağını, (Fedek Bağı) hediye etmişti. Bu lanetiler onu, çekip O’nun elinden aldılar. Allah Resulü bir mesihinin kızını azad ediyor, 200 deve, 200 sığır verdi ve onun arkadaşlarını azad etti; ama bunlar Allah Resulü’nün hediye ettiği Fedek Bağını çekip O’nun Kızının elinden aldılar. Allah Resulü’nün bir mesihi’ye gösterdiği hürmeti; bunlar O’na göstermediler. Bu yüzden ben, hepsine lanet okuyorum. Bunu duyunca Padişah dönüp dedi: Allah hepsine lanet etsin. Müftüler de dediler: Allah hepsine lanet etsin. Ve hepsi dönüp Şii oldular.
O âlim orada üç sene yaşadı. Üç sene sonra vefat etti. Bunların kendileri yıkadı, kefenledi, namazını kıldı, defnetti ve buna bir tane de türbe yaptılar. O âlimin adı Şeyh Ali idi. Babasının adı da Ebu Talip idi. Şimdi Afganistan’da olan Ali ibni Ebu Talib ziyareti; İmam Ali aleyhisselam’ın ziyareti değildir. Bu âlimin ziyaretidir. Ve buraya Mezarı Şerif denmektedir.”
Şeytan yeryüzünde 12.000 sene ibadet etti. 6.000 yıl kendi kavmiyle; 6.000 yıl da yanlı ibadet etti. 12.000 yıl da meleklerin katında onlarla birlikte ibadet etti.
İmtihanda senin önün kesilmiyor; ta ki tayin oluna o vakte kadar. Sabrı yaratan Allah’tır. Buyuruyor:
“Ey Resul! Sen, olduğun gibi davran, mümin imanını; kâfir de küfrünü ortaya koysun. Sen biliyorsun; ama bilmiyormuş gibi davran. Aynı şey Vaside de var. Normal davrandılar, imtihana meydan verdiler. Ayetteki korkma tabiri, iman getirenedir. Korkma, konuş; yoksa imanın boşa çıkar.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)